Geçen yazıda
Cumhurbaşkanımıza üç teşekkür borcumdan bahsetmiştim.
Birincisi olan
Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesinde gördüğüm hizmeti geçen yazıda anlatmıştım.
KUZEY MARMARA OTOYOLU
İkinci teşekkürüm Kuzey Marmara Otoyolu için…
Bu yolu daha önce kullanmış ve çok memnun kalmıştım
Kuzuluk kaplıcalarına giderken normal yoldan gideyim dedim
Bundan dolayı da
Çoluk çocuk trafikte çok zahmet çekmiştik.
Binaenaleyh
Dönüşte pahalı falan demeden direkt Kuzey Marmara Otoyolu’na girmiş
Ve
O zaman ne kadar rahat ve önemli bir yatırım olduğunu görmüştüm
Am
İstanbul şehir içi trafiğini de rahatlatacağını hiç düşünmemiştim.
NAVİGASYON
Çam ve Sakura Hastanesinden çıktığımda Fatih’teki işimi halledip Başakşehir’e dönmek üzere yola çıktım.
Bugünlerde
Fatih’e ulaşmanın ne kadar zor olduğu malumdur. Trafik her zaman kilit…
Bundan dolayı
Hastaneden çıkar çıkmaz trafik yoğunluğunun az olduğu yerlerden götürmesi için novigasyonu açarak ona tabi oldum.
HAVALANIYORUM
Yandex
Beni önce hastanenin yeni açılan bağlantı yolları ile Sultangazi-Arnavutköy istikametine yönlendirdi.
Bana tuhaf geldi;
İçimden “niye ters istikamete götürüyor” diye geçirdim.
Biraz sonra ana yoldan Fatih istikametine yönlendirince
Bu sefer dikkatimi tamamen telefona vererek sürmeye başladım.
Bu arada
Yola hiç dikkat etmediğim için
Biraz sonra kendimi havalanmış ve Amerika’nın otobanlarına konmuş gibi hissettim.
45 yıldır İstanbul’dayım
Ama
Bu kadar geniş ve ferah yollar görmediğim için
Bir türlü neredeyim kestiremiyorum.
Bir ara
“Kuzey Marmara Otoyolu” yazan bir levhanın altından tünele girdim.
Tünel 4 şerit, apaydınlık ve kaymak gibi…
Amerika’da dahi bu genişlikte bir tünel olmadığına göre; o halde neredeyim?
Nihayet
TEM’in o kalabalık ve sıkıcı trafiğine bağlandım.
Sağıma baktığımda
Kiptaş’ta çalışırken, yaptığımız Finanskent ve 5. Levent toplu konutlarını görünce,
O zaman nerede olduğumu anladım.
Cumhurbaşkanımıza ikinci teşekkürüm bunun içindi.
TAKSİM CAMİ
Taksim Cami
Bizim nesil için adeta Ayasofya’nın tekrar camiye çevrilmesi kadar mühim bir hadisedir.
1970’li yıllarda Taksim ve civarını hatırlayanlar bilir.
İstiklal Caddesi’nin girişinden Fransız Konsolosluğuna kadar olan o yüksek duvar aşırı solun kitap dergi afiş ve hediyelik eşyaları ile doluydu.
Bir yandan enternasyonal müzik ve diğer ideolojik müzikler çalarken diğer yandan geleni geçeni yukarıdan aşağı kesen, tipi hoşuna gitmediyse paçasını aşağı alan militanlar ellerinde sigaralarıyla nöbet beklerdi.
Hoşlanmadıkları birisine giriştikleri zaman da,
Haddine mi bir polis gelsin de ellerinden alsın.
Yine
Çevredeki bar-cafelerin bu militanlarla dolu olduğunu söylemeye gerek yok.
Bu böyle…
Diğer yandan
Meydanda durup çevreye baktığınızda
Bu şehrin
Bir İslam beldesi olduğuna dair en ufak bir emare (işaret, belirti) göremezdiniz.
Bundan dolayı
Taksim içimizde acı bir ukde (düğüm) idi.
Bu ukdeyi çözüp bizi ferahlatan
Cumhurbaşkanımıza üçüncü teşekkürüm bunun içindi.
BİZ NE YAPIYORUZ?
Peki,
Cumhurbaşkanımız bizim için bu kadar koştururken
Biz arkasında kaya gibi sağlam durabiliyor muyuz?
Maalesef hayır…
Atlantik ötesinden gelen ufak bir esintide bile tüm yapraklarımızı döküyoruz.
Bu meseleye de inşallah gelecek yazıda değinmeye çalışacağım.
“ …… Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı sağlam tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et! ……” Al-i İmran 147
Emin Batur