Sevr ile birlikte Lübnan ve Suriye, Fransızlara bırakıldı. Fransızlar burada bazı devletçikler kurdurdular buradaki halklara. Şam’da, Hama’da, Halep’te, Humus’ta, bugün Esad’ın hâkim olduğu ve Suriye’de akan kanın müsebbibi olan Nusayri’lere, İskenderun’da ayrı bir devlet kurdurdular. Fakat Fransa bir türlü buralarda hâkimiyet elde edemedi, bu devletleri idare edemedi…
Bir gün bir baktık ki Ankara’nın kapısını çaldılar. Dediler ki baş edemiyoruz biz bunlarla bir şeyler yapın. Ve bize bir teklifte bulundular. Suriye’ye destekten vazgeçin, biz de Yunanlara destekten elimizi çekelim size yardım edelim. Ankara Anlaşması olunca Suriye ayağa kalktı. Siz ne yapıyorsunuz, bizi burada Fransızların eline nasıl terk edersiniz dediler. Ankara da fısıltı halinde yatıştırdı. Ne satması, Yunanlıları yeneceğiz önce, daha sonra size döneceğiz, Fransızları beraber hallederiz dedi. Tabi böyle deyince Suriyeliler rahatladılar önce, tamam dediler. Fakat Suriye gitmişti artık.
Hâlbuki Suriye halkı Sakarya Savaşı öncesi Beyrut’ta bize on bin altın toplamış, göndermişlerdi. Sırf savaş öncesi eksiklerimizi, gediklerimizi giderelim diye. Ama biz yeni devlet kurma yolunda 900 yıllık topraklarımızdan vazgeçmiştik. Tabi burada biraz da o dönemin hükümetini anlamak lazım. Gücümüz hiçbir şeye yetmiyordu. Nitekim Musul’u dahi alamamıştık, hem de Misak-ı Milli sınırlarımız içinde olmasına rağmen.
Aradan neredeyse 100 yıl geçmişti. Öyle ki bu devletler Manda yönetimleri ile kurulmuş devletlerdi. Ancak 21. yüzyılda YENİ DÜNYA DÜZENİ içerisinde haritalar yeniden çiziliyordu. Orta Doğu’da gözü olan devletlerin bu topraklarda farklı amaçları vardı, herkes de bu pastadan payını almak istiyordu…
2011 yılında Tunus’ta başlayan onun etkisiyle sıcaklığı 7 yıldır Suriye’de hissedilen olaylar silsilesi bunun en açık göstergesi. Rusya’nın Suriye’deki etkinliği malum. Sıcak denizlere inme hayali hala da devam ediyor. Amerika, İngiltere bölgeden elini çekmiş değil. Çin, İpek Yolu için bölgeye inme derdinde ama bir yandan da küresel güçlerin kancalarıyla mücadele etmekte…
Türkiye ise 80 yılın vermiş olduğu mahmurluğu üzerinden atmış, son 5-6 yıldır bölgede etkin. Bu etkinlik sahada olma anlamında değil sadece, kalıcı çözümler üretmek için de büyük uğraş veriyor. Sonuçta Suriye dediğimiz yer sınır komşuluğumuzun büyük bir çoğunluğunu oluşturuyor. Hem de Akdeniz’e açılan en önemli kapı…
Küresel emperyalizmin temsilcileri İNGİLTERE-AMERİKA-İSRAİL-FRANSA ve onların makaracıları FETÖ-HDPKK-PYD-YPG Türkiye’yi hem içeriden hem dışarıdan dizayn etmeye çalıştılar. Hala da bölgede yer edinme amacındalar. Ancak içeride çok uğraştılar başaramadılar, dışarıda sınırlarımızda henüz dış gücümüzü tam entegre etmeden Suriye’deki iç savaşa çekmeye çalıştılar. Ancak Türkiye bu oyuna gelmedi. Diplomasi yoluyla çözüm üretme yoluna gitti. Ancak hep böyle devam edecek değildi. Suriye’de birlikte hareket edeceğimiz, yerli lojistik ÖSO ile gücümüzü birleştirdik ve önce Azez-Cerablus sonra da Afrin’i teröristlerden temizledik.
Şimdilerde de Münbiç’ten teröristlerin çekilmesi ve orada sadece Türk ve Amerikan askerlerinin kalması yönünde yoğun bir diplomasi yürütülüyor. Tabi bir de Sincar meselesi var. TSK, sürekli olarak operasyon yapmakta ve terörist yapılanmaları kaynağında yok etme mücadelesini sürdürmekte. Bölgede çok uluslu terörist yapılanmalar olmasına rağmen Türkiye’nin bölgedeki etkin gücü rahat hareket etmelerini engelliyor. Türkiye, diplomasi ve gerektiğinde de askeri operasyonlarla sonuç elde etmeyi başarabilen ender ülkelerden biri haline geldi. Ancak bölgedeki diğer aktörler kendileri karşımıza çıkmak yerine terörist yapılanmaları çıkarıyorlar…
Türkiye sadece Suriye-Irak-İran hattında değil AKDENİZ-KÖRFEZ-AFRİKA kısacası artık her yerde. Karşı taraf da bunun bilincinde olduğu için kartları ona göre oynuyor, oynamak zorunda. Çünkü bizsiz çözüm üretmek mümkün değil…
Selam ve dua ile…
İBRAHİM YAVUZ