Perşembe , 10 Ekim 2024
Son Dakika Haberler
ÖĞRENE ÖĞRENE BÖLÜNDÜK

ÖĞRENE ÖĞRENE BÖLÜNDÜK

 “Biz çocukken herkes Müslümandı ve öyle de bilinirdi. Bazılarının dini hassasiyetleri diğerlerine göre farklıydı. Namaz, bu hassasiyetin öne çıkan en önemli boyutuydu. Evlerde okunan mukabeleler ise diğer bir boyutuydu. Bunlardan uzak olanlar yine de Müslüman olarak görülürdü. Onlar için her hangi bir sıfat kullanılmazdı. Bunlar Allah’a olan sevginin ve saygının görünen kısmıydı. Bu anlayışlardan uzak duranlar ve o şekilde yaşayanlar sadece siyasi bir jargonla nitelendirilir yine de Müslüman olarak görülürlerdi.”

Yukarıdaki satırlar Şubat 2016’da yayınlanan “Biz Çocukken Herkes Müslümandı” başlıklı yazımın girişinden alınmıştır. Yazının genelinde çocukluğumuzda herkesi Müslüman olarak gördüğümüzden, bunların bir kısmının ibadet konusunda hassas olduğundan, bir kısmının da ibadetten uzak olduğundan bahsetmiş, yine de herkesi Müslüman olarak gördüğümüzü belirtmiştim.

Okullu oldukça, okulları ilerlettikçe, değişik insanları dinledikçe, kitapları okudukça işin aslında hiç de öyle olmadığını gördük. Önce mezhepler üzerinden bir bölünmeye tabi tutulduk, bize biçilen ve giydirileni hak mezhep olarak görürken diğerlerini, tanımadığımız ve bilmediğimiz halde sapık mezhep olarak nitelendirmeye başladık. Bu yetkiyi kimden ve nereden aldıysak… Bölünme bununla da sınırlı kalmadı. Müslüman olduğunu kabul ettiğimiz ülkelere bakışlarımızdan dolayı da bölündük. “Vahyi ilahinin bize sunduğu İslami hakikati İkbal ve Mevdudi üzerinden, Ali Şeriati üzerinden, Seyyit Kutup ve Hasan el-Benna üzerinden, Ramazan el-Buti üzerinden ve Fazlurrahman üzerinden okuyarak modernist, Şia, Sünni, Selefi vs. gibi Müslüman gruplara ve taraflara bölündük durduk.”

Her şeyden ve her yerden olduk da bir türlü kendimiz olamadık. Kendimiz olmaya da bırakılmadık. Hocalarımız, şeyhlerimiz, yazar-çizerlerimiz, akademisyenlerimiz, okuduğumuz kitaplar, takip ettiğimiz yayın evleri vd. bizi böldü ve parçaladı. Bilgiyi artırma, geliştirme ve ilerleme adına okudukça, öğrendikçe bölünüp durduk. Haklarını teslim etmek adına söylememiz gerekirse akademisyenlerimiz alaylılarımıza karşın daha yerli bir duruş seyrettiler. Bu demek değildir ki alaylılarımızın duruşları hep yanlıştı, akademisyenlerimizin duruşları hep doğruydu. Az ya da çok okuyan ve öğrenen herkes bilir ki kendi ülkelerinde, hatta doğdukları şehirlerde ve kasabalarda tanınmayan insanlar bizim memleketimizde çok muhteşem bir şekilde tanınırlar. Bir eşya yabancı olursa kaliteli olur anlayışını, bir fikir dışarıdan olursa kaliteli olur anlayışına çevirdik. Bir türlü kapıdaki danadan boğa çıkartamadık vesselam.

Oysaki bu coğrafyada da güzel insanlar, iyi âlimler yetişti. Fakat biz kıymet bilemedik. Bunu öğretmesi gerekenler de adam harcamayı iyi öğrettiler, iyi gösterdiler. Bu çağa ve coğrafyamıza âlim yakıştıramadılar, olursa dışarıdan olur, bizden bir şey olmaz demeye getirdiler. Kendilerini merkezde görenler, eksen olanları hep birilerinin projesi ve adamı olarak suçladılar. Kendileri de pekâlâ birilerinin adamı veya projesi olabilirler; bunun da farkında değiller.

İyinin, güzelin ve hakikatin peşine biz düşelim, gerisi ne hali varsa görsün diyecek bir durumumuz yok. Peşine düştüklerimiz, takip ettiklerimiz neden bizleri bir araya getiremiyor, getirmiyor? Aynı Allah’a, aynı kitaba ve aynı peygambere inanan ve iman eden insanlar nasıl oluyor da bölünebiliyor? “Allah’ın ipine sımsıkı sarılın” (3/Al-i İmran, 103) ayeti zoolojinin konusu mudur, onlara mı sesleniliyor? Allah, kitap ve peygamberin bizleri bölüp parçaladığı yok, bizleri bunlara çağıranların alt kimlikleri bizleri bölüyor ve parçalıyor. Bizim öğrenmemizin temelinde vahdetin olması gerekiyordu. Fakat bu temelden yoksun bir haldeyiz. Oysaki biz öğrenmeyi bölünüp parçalanmak için değil; vahdeti sağlamak için öncelemeliyiz.

Bölünme mezheplerle başlıyor, tarikatlar, hocalar, yazar-çizerler, akademisyenler, alaylılar, okuduğumuz kitaplar, tefsirler, mealler, kutsadığımız (!) dernekler, vakıflar, partiler, futbol takımları, ırklarımız, şehirlerimiz, mesleklerimiz vd. bölüyor. Bunları öğrendikçe, bilgilerimizi artırdıkça bölündük durduk. Bunları bilmediğimiz, tanımadığımız ve öğrenmediğimiz zamanlarda bölünmenin ‘b’ sini bile bilmiyorduk. Öğrenme sürecimizde birtakım sıkıntıların olduğu gün gibi ortadadır. Bizi bölen öğrendiklerimizin hiç birini bilmeyen sahabeler bölünmenin b’sini bile bilmezken peygamberimiz sonrası onlar da öğrendiler ve öğrendikçe bölündüler. Allah Rasûlü bölünme adına hiçbir şey öğretmemişken, herhangi bir iz bırakmamışken birileri bu işi becerebiliyor demek ki.

Demek ki öğrenmelerimizi bölünüp parçalanmayı getirecek bilgiler üzerinden değil de; bilakis bizleri birleştirecek, bir ve beraber kılacak bilgiler üzerinden yaptığımız, yapabildiğimiz takdirde vahdeti sağlamış olacağız. Allah’a, kitaba ve peygamberimize dair sahih öğrenmelerimizin bizleri getireceği nokta Al-i İmran suresinin 103. ayeti olacaktır. Bu uğurda mücadele verenlere selam olsun.

Okuduklarımızın ve  öğrendiklerimizin bizleri Al-i İmran/103. ayetini ve benzerlerinin söylediğine getirebilmesi için okuyacağımız ve öğreneceğimiz şeylerden önce bunu öngören Kur’anı okuyup öğrenmemiz ve söylediklerine uymamız gerekir. Bugün Müslümanların yaşadığı ihtilaflar, bölünmeler, çatışmalar, tekfirler ve savaşlar Kur’an’ın rehberliğinden ve hakemliğinden önce  fırkaların, mezheplerin, kavimlerin, bölgelerin, başka dinlerin ve mensuplarının bizleri bilgilendirmesi, inandırması ve yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Kur’an İslamına   ateş püskürenler   ve önce Kur’an okunmalı, anlaşılmalı ve uygulanmalı, ardından hadis, fıkıh, kelam, siyer, tarih, tasavvuf, ahlak vd.  ne okunacaksa okunmalı ve   Kur’an’ın söyledikleriyle test edilmelidir, anlayışına tepki gösterenler, din anlayışlarını  bu şekilde alt üst edenler ve: “Babalarımızı bir din üzerinde gördük ve onların yolundan gitmeye devam edeceğiz.”(43/Zufhruf, 23) diyenlerdir.

Sonuç olarak mücadele hak-batıl, vahiy, gelenek ve kültür, aklı kullanarak vahyi anlama ve uygulama ile taklit ve bağnaz gelenekçilik arasında olmaktadır. Müslümanlar hayat veren kaynağa, vahye ne kadar ulaşır ve oradan  içerse o kadar dirilecek, bilinçlenecek ve güçlenecektir, aksi durumda o kadar gerileyecek, ilkelleşecek, parçalanacak ve  başkalarına  yem olacaktır. Çünkü “Bu Kur’an en doğru yola iletir.” (17/isra, 9)

Ö.Naci Yılmaz *

Tüm Yazıları →
Ö.Naci Yılmaz

Ayrıca Bakınız

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

Ömer Naci Yılmaz   Galatasaray ve Fenerbahçe takımları arasındaki Süper Kupa maçının, Suudi Arabistan’da oynatılmamasından dolayı …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir