Başlığa aldığımız söz, İlkokuldan başlayıp Üniversiteyi bitirene kadar, sonrasında yaşadığımız sosyal hayatta hocalarımızdan ve birçok insandan duyduğumuz bir deyimdir. Gelişmişlik veya geri kalmışlıkla alakalı olarak söylenen bu söz bilinçaltımıza yuva yapmış ve bir özeleştiri cümlesi olarak kullanılmıştır. Bazen da aşağılamaya vesile yapılmış bir deyimdir.
Osmanlı Devleti’nde matbaanın 1727’de kullanıma alınması, geç kalınmışlığa ve gericiliğe delil olarak gösterilmiş ve aşağılama vesilesi sayılmıştır. Dünyanın neresinde olursa olsun her türlü yeniliğin sosyal hayata yansıması zaman almıştır. Teknolojik gelişmeler de, bilimsel gelişmeler de böyledir. Gelişmelere ve yenileşmelere karşı direnç gösterme sadece teknolojik ve bilimsel gelişmelerle ve bizim insanımızla sınırlı değildir. Hizmet sektöründen şehirleşmeye varıncaya kadar bir dirençle karşılaşılmaktadır.
Bu türden karşı çıkışların arka planında birçok sebepten bahsedilebilir. Bizim yazımıza konu edineceğimiz sebep ise hasetlikten ve hazımsızlıktan kaynaklanan sebeplerdir. Bizim sevdiğimiz insanlar, bizim liderimiz, bizim partimiz yapmıyorsa karşı çıkarız mantığının en barizlerinin sergilendiği memleket bizim memleketimiz, güzel Türkiye’mizdir. Bu bir zihniyet meselesidir ve bu zihniyet dün vardı, bugün de var, yarın da var olacaktır. Biz bu tarihi, sosyal ve siyasal hakikati Merhum Başvekil Menderes’ten dinledik. İşte Menderes’in tarihin dikkatine sunduğu hakikat: “Esasen öteden beri milletçe kalkınmamızın düşmanı kesilmediler mi? Şimdiye kadar memleketin muvaffakiyetlerinden birisini dahi kale/dikkate alıp bahsettiler mi? Türk milletinin zekâ ve gayretinin mahsulü olan bin bir eserden birisine dahi başlarını çevirip baktılar mı? Milletin olan her güzel şeyden, birisini dahi benimsemek faziletini gösterdiler mi? Hayır. Aksine her muvaffakiyeti bir felaket, her güzel ve muhteşem eseri bir zarar diye göstermek için seneler ve senelerdir nasıl çırpındıklarını milletçe bilmiyor muyuz?”
II. Dünya Savaşı’nda yerle bir olan Japonya bugün gelişmiş devletlerden biri sayılıyorsa, Almanya BMV’si, Volkswagen’i ve Mercedes’i ile Avrupa’nın en güçlü ekonomisi olurken, İsveç Volvo’su ile İtalya Ferrari’si ile dünya markası olurken acaba biz ne yapıyorduk da “Eller Aya Biz Yaya” sözü bize miras kaldı.
20. Yüzyılın başlarında imparatorluklar ömürlerini tamamlarken bundan nasibini alan sadece bizim Osmanlı Devletimiz değildi. Alman İmparatorluğu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da yıkıldı. Avrupa’nın siyasal haritası değişti. İmparatorluklardan sonra kurulan devletlerin hiçbiri kendi milletinin değerleriyle, diliyle, alfabesiyle, kültürüyle, musikisiyle, diniyle, ibadetiyle, ibadethaneleriyle uğraşmadı. İngilizler bile Fötr şapkayı kendi milletine dayatmamışken, Fötr şapka Anadolu’nun fakir insanına kanun zoruyla dayatıldı. Bize İnkılap adı altında okutulan devrimlerin bir tekini bile yapmayan Avrupalı devletlerin hiç biri geri kalmadı. Onlar bize bakarak “Türkler Aya Biz Yaya” demediler. Biz onlara bakarak “Eller Aya Biz Yaya” sözü iliklerimize kadar işletildi. Yani bizi yaya bırakınlar özünde bizim insanımız gibi görünse de gerçekte bizi yaya bırakanlar, zihinsel bağımsızlığını gerçekleştiremeyen Batının içimizdeki devşirmeleridir.
Güzelim coğrafyada yeni otomobile karşı çıktılar, İha’ya, Siha’ya, Savunma Saniyisi adına yapılan her şeye karşı çıktılar. Yapmayıp satın almaya kalkarsın karşı çıkarlar. Yol yaparsın karşı çıkarlar, Santral yaparsın karşı çıkarlar, Köprü yaparsın karşı çıkarlar, Ülkemizin gururu milletimizin onuru Şehir Hastaneleri yaparsın karşı çıkarlar. Karşı çıktıkları çok şey var. Karşı çıkmadıkları tek şey ise heykeldir. Bu ülkenin dağlarına taşlarına heykeller diksen asla israftır deyip karşı çıkmazlar. Bunu sahillerdeki Belediyelerinin yaptığı çıplak Yunan Tanrıça heykellerinden biliyoruz. Ondan sonra da “Eller Aya Biz Yaya” diye bağırıp duruyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kuruluşundan bu yana tarihinin en ciddi tehditleriyle karşı karşıyadır. İçeride ve dışarıda bu mücadele Türk Milletinin izzetine, onuruna ve tarihi misyonuna yakışır bir biçimde her zeminde, sahada ve masada yüz akıyla verilmektedir. Devlet tarihin en şedit diplomatik mücadelesini verirken, Covid 19’a yeni kumar kâğıtlarıyla çözüm bulmak Nobel’e aday göstermeyi gerektiren bir keşiftir. Irak’taki ve Suriye’deki Türkmen kardeşlerimize, içinde bulundukları durumdan kurtulmaları için Arapça Nutuk göndermek Siyasal bir keşif olarak tarihteki yerini alacaktır. Yalnızlığımızdan, komşularımızla kötü olduğumuzdan, herkesin karşımızda olduğundan dem vuruyorlar. Kendileri ülkelerinin, milletinin, devletinin ve başkanının yanında olmuyor ama başkalarının olmasını bekleyip onların haklıymışlar gibi avukatlıklarına soyunmaktan da geri durmuyorlar. Orada ne işimiz var, burada ne işimiz var? deyip duruyorlar. Ne yapalım yani, 1923-1950 arasında olduğu gibi içimize kapanalım, kafamızı kuma gömelim, yiyelim- içelim, hiçbir şey üretmeyelim, etliye sütlüye karışmayalım mı? “Yurtta sulh Cihanda sulh.” ilkesini “Yurtta sus Cihanda sus.” olarak anlarsan geleceğin nokta oyun kâğıdından ve Arapça Nutuk kitabından medet ummak olur. Ondan sonra “Eller Aya Biz Yaya” nakaratını mırıldanmaya devam edersin. Reis oyunu bozdu. Bunu en az Fransız, İngiliz, Alman, Yunan. İsveç, Ermenistan, Rusya ve Amerika kadar siz de de biliyorsunuz. Onların kudurmalarını anlıyoruz da siz kimin adına, ne için yırtınıyorsunuz? Böyle geldi ama böyle gitmiyor. Böyle gitmediği için içimizdeki ve dışımızdaki hainler adeta kuduruyorlar. Siz nerede duruyorsunuz ona bakın.
Gezi olaylarında 4 tane ağaç için kıyameti koparttığını zannedenlerin ülkelerine ihanet ettiklerini biliyorduk, ama bazılarına anlatamadık. Kemal Efendinin alınlarından öptüğü Geziciler, Kazdağlılar neredesiniz? Hatay yakıldı, yakanlar belli, niye sesiniz çıkmıyor, niye bir paylaşımınıza dahi tanık olmadık. Dürüst değilsiniz, samimi değilsiniz. Bize horozlanan Yunanistan’a bile bir çift laf söyleyemediniz. Sirtakiniz severliğiniz batsın. (Sirtaki, İstanbullu Ortodoks Arnavut kasaplarının dans türüdür. 1960’lardan sonra popüler bir Yunan dansı haline gelmiştir.) Denize döktüğünüz Yunan’a dost oldunuz da Bizim Osmanlımıza dost olamadınız ya. Zihniyetinize yazıklar olsun.
Oyun kâğıtlarından medet umup Covid 19’a çare bulan, Orta Doğu’nun problemlerini Arapça Nutukla çözüm üreten muhalefet sosyal ve siyasal hayatımıza yepyeni bir deyimin doğmasına imkân vermiştir. “Türkiye Aya Muhalefet Yaya.”
Bu muhalefet anlayışı siyaset için velinimettir. İyi ki varsınız.
Ömer Naci Yılmaz