Kut’ul Emare’de, Çanakkale’de, İstiklal savaşında batılı işgalci ve emperyalistlere karşı verdiğimiz savaşları kazandık ama; savaş sonrası batı kültür ve emperyalizminin istilasına uğradık. Bu, bizim cephede kazandığımız bütün zaferleri gölgeledi. Milli ve manevi değerlerimizin can damarlarına, meyvelerine ve bizi biz yapan bütün değerlerimize zarar verdi.
Bir ülke, yabancı orduların işgaline uğrayınca ya yağmalanır veya tahrip edilerek yok edilebilir ama; kültür emperyalizmiyle işgal edilince, o milletin ve ülkenin rengi ve şekli, ruhu ve cismi değiştirilerek kendisi olmaktan çıkar ve yabancıların kontrolüne geçer.
İşgal edilip yağmalanan ülkeler her ne kadar büyük tahribatlara uğrasalar da toprağın altındaki kökleri uygun bir iklim ve mevsimde kendi kişiliği ve kimliği ile yeniden toprağın bağrından fışkırır ve bu işgale başkaldırır. Hiçbir işgalci-istilacı ordu bu başkaldıraya karşı gelemez. Toprağına ve köklerine bağlı yerli ve milli güçler bir gün her zaman, ama; mutlaka kazanır.
Kültür emperyalizmiyle işgal ve istila edilmiş ülke insanlarının düş ve düşünceleri morfinlenerek uyuşturulan ve ameliyat masasına yatırılan hastalara benzerler.Bu milletler başta cerrahın elindeki neşterin kendilerini kurtaracağını sanar. Ameliyat sonrası narkozun tesirinden uyanıp kolları, bacakları ve diğer azalarının kesilip doğrandıklarını gördüklerinde dehşete düşer ve durumun vehametini anlarlar. Ama,iş işten geçmiş, operasyon bitmiştir.
Türkiye başta olmak üzere tüm islam alemini işgal ve istila eden batı emperyalizmi, önce; ‘’Bağımsızlık mücadelesi’’ dedi, bu milletleri kendi geleneğine, kültürüne, tarihine, devletine ve yöneticilerine karşı düşman etti. Daha sonra onları kültür emperyalizmiyle uyuşturdu, uyuttu ve sımsıkı kendisine bağladı.‘’Demokrasi ve Özgürlük’’ dedi, o milletin binlerce yıldır barış ve kardeşlik içinde yaşayıp sürdüregeldiği yönetim tarzı ve sistemine, maddi ve manevi değerlerine karşı onları yabancılaştırdı. Sonra da onlara kendi biçtiği elbiseleri giydirdi ve kendi sistemini ve otoritesini dayattı. ‘’ Kurdukları uluslararsı tuzaklara düşmeyenleri askeri ve ekonomik şantaj, tehdit, boykot ve zorlamalarla böldüler, parçaladılar, kamplaştırdılar, zayıf düşürüp teslim aldılar ve köleleştirdiler.
IMF, NATO, BM, AB gibi uluslararası kuruluşlar vasıtasıyla batı emperyalizmi insanlığı kendi örümcek ağı tuzağına düşürdü. Kültür emperyalizmi sadece bir sömürü düzeni değil, aynı zamanda; sömürülen milletleri sistematik olarak kendi özünden koparma, yabancılaştırma, köleleştirme ve mankurtlaştırma sistemidir.
Tanzimattan bu yana ”Batıllaşma” diyebileceğimiz batılılaşma ve onun getirdiği yozlaşma, yerli ve milli değerlerden kopma, uzaklaşma bizde devletin tepesinden başladı. Devlet yoluyla, onun araç gereç ve kurumlarıyla ‘’Medenileşme’’, ‘’Çağdaşlaşma’’, ‘’Uygarlaşma’’ olarak sunulan bu yabancılaştırma operasyonu bazen; ‘’Milletin Osmanlı baskı ve zulmünden kurtuluş reçetesi’’ olarak pazarlandı, bazen de; ‘’Gericilik ve yobozlığı yok etmek’’ için milletimize zorla içirilen bir yılan zehrine dönüştürüldü.
İnsanımızı İslam Medeniyet ve Kültürü karşıtı ideolojik bir kalıba sokmak için, özellikle; tek parti iktidarında batılılaşma adına adeta; Hitler ve Stalin’in faşist yönetemleri bizde de uygulandı. Bu yozlaşmaya ve yabancılaşmaya karşı çıkan nice aydınlar ve din adamları kurban gitti.
Yozlaşma bir anda ve zamanda olan bir değişim ve dönüşüm hareketi değildir. Bizdeki Kültür emperyalizmi bizi biz yapan değerlerin ayaklarımızın altından yavaş yavaş kaydırılması ile 200 yıllık bir serüvenden bu günlere kadar uzanan bir soysuzlaşma hareketidir. Bugün siyasetimizin, ticaretimizin, kültür ve sanatımızın, hatta; din anlayışımızın neresine bakarsanız bakın, her yerde ve alanda bu her türlü batıllaşmanın izlerini görürsünüz. Hayatımızın her alanında ciddi bir çürüme ve kokuşmayla karşı karşıya oluşumuzun sebebi bu kültür emperyalizmidir.
Batıllaşmanın işgal ve kuşatmasından kurtulmak herkesin kendisinden başlayan ve dalga dalga ailesinden, çevresinden, ülkesinden ve coğrafyasına kadar uzanan, madde ve mana planında tüm insanlığı kucaklayan topyekün bir kurtuluş mücadelesiyle ve dirilişle mümkündür. Ülkemize ve milletimize gerçek özgürlük ve bağımsızlık getirmek istiyor isek; biz, bu savaşı hayat memat meselesi olarak görüp mutlaka ciddiye almak ve ama; mutlak kazanmak zorundayız.
Özgürlük ve bağımsızlık sadece cephede değil, kültür emperyalizmine karşı kazanılan savaşlarla elde edilir. İnsanı özgür yapan silahları değil, inanç, fikir ve düşünceleridir. Silahlar; ancak bunları savunmaya ve korumaya yarar, kazanmaya değil.
Arif Altunbaş, Haber 7