Cumartesi , 27 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

İSLAMİLEŞME Mİ DEVLETLEŞME Mİ?

Türkiye’de şimdiye kadar onlarca “savcı” öldürüldü. Aklımızda kalan ilk öldürme olayı da Yılmaz Güney’in öldürdüğü savcı. Bunu, ölenin savcı oluşundan değil, öldürenin Yılmaz Güney oluşundan hatırlıyoruz.. Kamuoyu dedikleri efkar-ı umumiye, bu olaya “Ne olmuş ki?” dedi. Ya da dedirtildi. Çünkü, Yılmaz Güney, “halkın vicdanı”ydı ve boş yere adam öldürmezdi. Savcı da olsa, sonuçta, Yılmaz Güney bir adam öldürmüştü. Bunda da olağan dışı bir hal yoktu.

Doğan Öz, bir başka  savcı ölü(müz). Bu sefer, kamu vicdanı, savcıdan yana saf tuttu. Yani, öyle saf tutturuldu.Bu savcıyı bir artist değil de “meçhul” birileri öldürmüştü. Savcı, üstelik, anti amerikancı yani sol görüşlüydü.

Şimdi de, İmam-Hatip Mezunu bir savcımız öldürüldü. Öldürenler “terörist”ler ve haklarında da bazı mahfillerce methiyeler diziliyor. Bu methiyeleri dizenler, öldürülen savcının İmam-Hatip Mezunu oluşunu, belleklerinin bir yerinden hatırlıyorlar ve belki sadece bu sebeple, öldüren teröristleri masum hale: Yani, Yılmaz Güney örneğinde olduğu gibi “artist” yapıyorlar.

Ve bir başka boyut:

Öldürülen, önceki savcıların hiç birisi İmam-Hatip Mezunu değiller. Bu sebeple de, bizim kesim için, öncekiler, “normal” bir ölme veya öldürülme iken, şimdi, bu olay “şehadet=şehitlik” ile tanımlanıyor. Çünkü, öldürülen savcımız, İmam-Hatip mezunu imiş.

Evet: Bütün savcılarımız, bizim insanlarımız. Devlet de bizim devletimiz.

Ancak, önce de durum aynıydı. Yılmaz Güney’in öldürdüğü savcı da bizim insanımızdı, Doğan Öz de bizim insanımızdı. Keza, Mehmet Selim Kiraz da bizim insanımız.

Şunu anlamak ve bilmek lazım:

Ne düşüneceğimizi, neye nasıl tepki vereceğimizi: “Müstakil” bir akaid(imiz) değil de: Düşman dediklerimizin yapıp-ettikleri belirliyor.

Dolayısıyla da “yönetiliyor”uz. Öyle bir şekilde yönetiliyoruz ki: Karşımızdakiler,hangi hamleyi yaparlarsa yapsınlar, bizim onlara ne diyeceğimizi ve hangi tepkiyi vereceğimizi “bal gibi” de biliyorlar. Şimdilik, “sözde” biz kazanıyoruz. Roma Ordusu da, Hanibal’e karşı Cannea muharebesinde, kazanarak ilerliyordu. Sonunda, bir de baktılar ki, çevrelerinde, düşmandan gayrı kimse yok ve kendileri düşmanların ortasında sıkışıp kalmışlar.

Yani, düşmanlarınızın içinde düşmanlarınızın taktiği ve akaidi ile ancak, düşmana hizmet etmek üzere başarı kazanıyorsunuz.

Kendinize ait müstakil ve belirleyici bir akaidinizin olduğunu hiç hatırlamıyorsanız: Yürümenize gerek yok.

Oturun: Nasılsa, düşman dedikleriniz gelip sizi kucaklayacaktır.

“İmam Hatip Mezunu Savcı” kavramını “seçkinci” bir anlayışla kullanıyorsanız hiç iyi bir şey yapmıyorsunuz. Seçkinciliği bir başka seçkinlikcilikle def etme, düşmanına benzemekten öte bir anlam taşımaz.

Düşmanınıza benzeyecekseniz: Ne diye savaşıyorsunuz ki

Böyle deyip kapatalım…. Anlayan anlar. Anlamayan zaten ne desen boş.

Aydın Aydın *

Tüm Yazıları →
Aydın Aydın

Ayrıca Bakınız

MİLYONLUK TAKILAR NİYE TAKILIR?

Aydın Aydın İnsanlar milyonluk kol saati, kol düğmesi, yüzük vb niye takar? Gösteriş merakı falan …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir