Cumartesi , 27 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

BU SOYSUZLAR NEREDEN ÇIKTI?

Her şey Fransız İhtilâli ile başlamıştı. Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında ne de güzel yaşayıp gidiyorlardı. Fransa’dan yayılan ayrılıkçı mikroplar Avrupa’yı kasıp kavururken Balkan topraklarımız birer birer koparılıyordu. Fakat bununla yetinecek değillerdi. Zira Anadolu’da Osmanlı Devleti bütünlüğü devam ettikçe hedeflerine ulaşmaları mümkün görülmüyordu. Bu tarihi gerçeği Edward Granwille “Çarlık Rusyasının Türkiye’deki Oyunları” adlı eserinde şöyle ifade ediyordu: “Makedonya çıbanını kökünden kesip atan cerrahi müdahale, Ön Asya’da yoğun olan Türklerin şah damarına henüz ulaşmamıştı. Türk-Ermeni Meselesi bu sırada Doğu Anadolu’da çok tehlikeli bir gelişme kaydediyordu. Muazzam imparatorluğun dış vilayetlerinin başına gelebilecek felaketler ne olursa olsun fakat Anadolu bütünüyle Türklerin elinde kaldığı sürece, bir Türk geleceği sürekli olarak mevcut olacaktı. Ancak bu bütünlük Ermeniler tarafından tehlikeye sokulacak olursa, Osmanlı İmparatorluğu’nun toparlanması umudu kalmazdı. Çünkü bu takdirde memleket, modern bir devletin yükünü çekebilecek, yeteri kadar geniş ve zengin bir coğrafi temelden mahrum olurdu.” Bu ifadelerle bugün bölgede yapılmak istenenleri yan yana getirdiğimizde değişen bir şeyin olmadığı gün gibi ortadadır. Güçlü bir Türkiye bölgedeki çıkarlarını tehdit etmektedir.

Ermenilerle ilişkilerimizin tarihi arka planı Hz. Ömer dönemine kadar gitmektedir. Hz. Ömer 637’de Kudüs’ü fethettiğinde aralarında Ermenilerin de bulunduğu gayrimüslimlere “Emanname” vermiştir. Bu Emanname’de canları, malları, ibadet özgürlükleri, hayvanları, çiftlikleri, ağaçları dahi koruma altına alınmıştır. Kudüs Patriği Seferonius Hz. Ömer’i namaz kılması için kiliseye davet eder. Hz. Ömer daveti kabul etmez, kilisenin karşısındaki boş arazide namazını kılar. Sonrasında Patriğe şöyle der: “Eğer ben namazımı kilise kılarsam, Müslümanlar ben burada namaz kıldım diye bunu alışkanlık haline getirirler, siz burada ibadet edemez olursunuz.” der.

Bizans zulmünden kaçan Ermeniler Müslümanlara sığınmıştır. I. Haçlı Seferi’nde bazı Ermeniler, Haçlılara karşı Müslümanların safında yer almış, Malazgirt’te Selçukluya karşı savaşsın diye getirilen Ermeniler Alpaslan’ın ordusuna katılmıştır. Fatimi Halifeliği’nde Ermeniler, 65 yıl boyunca vezirlik yapmışlardır. II. Abdülhamit’in hazinesini üç Ermeni Paşa’ya emanet ettiğini de biliyoruz.  Bunlar, Agop Paşa, Mikail Paşa ve Ohannes Paşa’dır.Abdülhamit döneminde devletin merkez dairelerinde çalışan Ermeni memurların sayası 2633’tür.Fatih 1461’de Bursa’da bulunan Ermeni Psikopos’u Ovakim ile bir kısım Ermeni’yi İstanbul’a getirtmiş, Samatya’daki Sulumanastır isimli kiliseyi kendilerine vermiş ve Ovakim’i Patrik tayin etmiştir.Bu dönemde Anadolu’daki önemli geçitler üzerinde bulunan kalelerin muhafızlığı Ermenilere verilmiştir. Osmanlının adalet ve hoşgörüsü karşısında verdikleri hizmetten dolayı kendilerine “Sadıka-i Millet” unvanı verilmiştir.Osmanlı ticaretinin üçte biri Ermenilerin elindeydi. Anadolu’daki şirketlerin en eskilerinden biri Mehter, Bando ve Orkestra zillerinin üretimini yapan “Zilciyan Şirketi”dir.Mimar Sinan’ımız bir Ermeni’dir ve eserleri ortadadır.

19. Yüzyılın sonlarına doğru Avrupalı devletlerin takip ettikleri politika    “Şark Meselesi” olarak ortaya çıktı.Şark Meselesi, Avrupalı devletlerin Osmanlı tebası olan Hıristiyanların haklarını korumak iddiasıyla Osmanlı topraklarını parçalayarak aralarında bölüşmeyi ifade eder. Rusya 1774 Küçükaynarca Antlaşması ile Osmanlı tebaası olan Ortodoksların üzerinde söz sahibi oldu.

Fransız İhtilâli’nin ortaya çıkarttığı bir takım fikirler, Osmanlıya bağlı yaşayan milletleri bağımsızlık yolunda heyecanlandırdı. Sırplar ilk imtiyazları elde ederken, Yunanlılar 1829’da bağımsızlığını ilan eden ilk topluluk oldu.

3 Mart 1878 Ayastefanos ve 13 Haziran 1878 Berlin Antlaşmaları Balkanlarda Hıristiyanlara bağımsızlık verirken, Ermenilerle ilgili ıslahat yapılmasına dair maddeler içermekteydi. Böylece Ermenilerle ilgili bir konu ilk defa uluslar arası antlaşmalarda yer almış oldu. 

Rusların Ermeni Sevdası 18. Yüzyılda başladı. Rus Çarı I. Petro İran ile yaptığı savaşlarda Ermenilerden oldukça istifade etmişti. Hizmetlerine karşılık Ermenileri Rusya’ya yerleşmeye davet etti. Emeniler kitleler halinde Rusya’ya göç edip yerleştiler. 1828’de Revan ve Nahçıvan’de Ermeni vilayetlerini kurdular. 

Erzurum Valisi Galip Paşa Rus sınırındaki Ermenilerin iç bölgelere tehcirini 11 Mart 1828 tarihli bir yazı ile Osmanlıya teklif etti. Bu tekliften bir ay sonra başlayan 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Ermeniler Osmanlıya ihanet ettiler. Rus saflarında Osmanlıya karşı savaştılar. Savaş dışında kalan Müslüman Türk halkına her türlü eziyeti yapmaktan geri kalmadılar.

1885 yılı sonlarında Van’da yaşayan Ermeniler tarafından Armenakan Partisi kuruldu. Bu parti, bölgedeki Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanmasını amaçlamaktaydı. 1887’de Cenevre‘deki Marksist Ermeniler tarafından kurulan Hınçak Partisi’nin amacı da Anadolu’daki Ermenilerin siyasî ve millî bağımsızlığını sağlamaktı. 1890 yazında Tiflis‘te kurulan Taşnaksutyun Partisi’nin 1892’de açıklanan programına göre; isyan çıkararak ihtilâlcı çeteler kurarak, halkı silâhlandırarak, hükümet yetkilileri ve kurumları ile muhbir ve hainlere karşı hareketler düzenleyerek bölgedeki Ermenilere bağımsızlığını kazandırma partinin esas ilkeleriydi.

İlk ciddi olaylar 1890 yazında meydana geldi. Haziran ayında Erzurum’da, Temmuz ayında İstanbul Kumkapı’da Hınçak Partisi üyelerinin Ermeni halkı kışkırtması sonucu patlak veren olaylarda yüzyıllardır birlikte yaşayan iki topluluk karşı karşıya geldi. İki taraftan 10 kişinin öldüğü olaylar Avrupa basınında katliam olarak yer aldı.

Horen Aşıkyan Efendi adlı bir Ermeni Patriği Mart 1894’te Kumkapı Kilisesi’ndeki vaazında cemaatini uyardı: “Devrimci Ermeni milliyetçileri işbaşında ve oldukça tehlikeliler. Ermeniler 1000 yıldır Türklerle bir arada yaşıyordu. Bizans’a karşı müttefik olmuşlar ve refaha ulaşmışlardı. Devrimciler bağımsızlık rüyası görüyor olabilirler ancak, Ermeniler Osmanlı İmparatorluğu’nun hiçbir bölgesinde çoğunluğu oluşturmadılar.”

Horen Aşıkyan Efendi devrimcilerin bu faaliyetleri sürdürmesi halinde Avrupalı güçlerin onlara yardım etmeyeceğini ve bunun Ermeni halkı üzerinde bir yıkıma sebep olacağını söylüyordu. Horen Aşıkyan Efendi bu konuşmayı yaptığı gün kiliseden çıkarken bir Ermeni milliyetçisi tarafından vurularak öldürüldü.

1894-1895’te çıkan Sason İsyanı ile yaşanan olaylar, uluslararası platforma taşındı. Kurulan milletlerarası Tahkikat Komisyonu 20 Temmuz 1895’te yayınladığı raporunda Sason Olayları’nda Ermenilerin masum olmadığını açıkladı.1895 yılında özellikle Hınçak Komitesi üyelerinin kışkırtmaları sonucu İstanbul, Divriği, Trabzon, Eğin, Develi, Akhisar, Erzincan, Gümüşhane, Bayburt, Erzurum, Diyarbekir, Siverek, Malatya, Harput, Arapkir, Sivas, Merzifon, Maraş, Muş, Kayseri, ve Yozgat’ta  birtakım olaylar çıktı. Bu olaylarda Türklerin yanı sıra, ayaklanmalara katılmayan Ermenilere karşı da cinayetler işlendi ve kundaklama faaliyetlerinde bulunuldu.Yaşananların sonrasında Trabzon, Van, İstanbul, Sason, Harput, Adana ve Zeytun’da art arda isyanlar çıktı.Bu isyanlara karşı 1894-1896 yılları arasında yapılan müdahalelerde, isyancıların yanında sivil halk da katledildi.

I. Dünya Savaşı’nın en sıcak günlerinde Osmanlı Devleti o yaz cephelerdeki illerde ya da askeri muhaberatın bulunduğu bölgelere yakın yerlerde yaşayan Ermenilerin özellikle kuzeydoğu Suriye’de yer alan Deyrizor bölgesine tehcirine ve burada iskânına hükmetti. 550 bin Ermeni bu karadan etkilendi. Binlerce insan Erzurum, Elazığ ve Sivas dağlarını geçerek Deyrizor’a doğru yol aldılar. Yol boyunca birçok saldırı ve soygunla karşılaşıldı, birçoğu hayatını kaybetti. Suriye’de salgın hastalıklar kol geziyordu, ölümlerin ardı kesilmedi. Tehcir Mart 1916’da resmen sona erdi.

İçişleri Bakanı Talat Paşa 1915’te bir genelge yayınlayarak Ermenilere iyi muamelede bulunulmasını istiyordu. 1916’da Ermenilere kötü davranın 1500 Osmanlı memuru yargılandı ve 50 kişi idam edildi. Savaş bittiğinde Osmanlı isteyenler için geri dönüş kararnamesi çıkarttı, dönenler için hukuki düzenlemeler yapıldı. Tehcirden kurtulmak için din değiştirenlere istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirildi. Müslümanların yanında bulunan yetim Ermeni çocukları Ermenilerden oluşturulan komisyona teslim edildi. Dönenlere belli miktarlarda gıda yardımında bulunuldu. Ermenilere fenalık yapanlar için Tahkikat Komisyonu oluşturuldu. Memleketlerine dönenlere malları iade edildi. Dönenlerin yol masrafları karşılanmış, bazı vergilerden muaf tutulmuşlardır.

Soykırım veya katliam yapılmış olsaydı İstanbul’u işgal eden İngilizler, devletin her türlü yazışmasına el koyup soykırım veya katliamı ortaya koyarlardı. Soykırım ve katliamla suçladıkları Osmanlı devlet adamlarını Malta Adası’na sürgüne gönderdiklerinde mahkeme etmek için suçlayıcı delil bulamadılar. Osmanlı Devleti 1919’da Tehcirin araştırılması için Batılı devletlerden ikişer tane tarafsız hukukçu talep etti. İlgili devletler buna yanaşmadılar. 1.5 Milyon Ermeni’yi katlettiğimizi söyleyenler, bunlara ait tek bir toplu mezar dahi gösteremediler. Fakat Doğu Anadolu Bölgesi’nde Ermeni katliamlarına maruz kalan ve toplu mezarlarda çıkartılan Müslümanların sayısı 519 bini buldu.

Bizim soykırım yaptığımız söylüyorlar. Biz soykırım yapacak olsaydık 550 bin insanı neden tehcir edelim ki? Çok mu zengindik? Biz Müslüman’dık ve gebert gitsin diyemezdik. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın diyen bir medeniyetin mensupları olarak Ermeniler yaşasın diye tehciri uyguladık.

 

Biz, bizi katliamla, soykırımla suçlayanların zihniyetinde ve tıynetinde olsaydık bugün 2 milyona varan Suriyeli muhacire kapılarımızı açmaz, onları barındırmazdık. Bu coğrafyada yaşamak bedel ödemeyi gerektirdiği gibi büyük iftiraları da beraberinde getirmektedir.

II. Abdülhamit Ermenilerin yaşadığı Doğu Anadolu bölgesi konusunda çok hassastı. ABD’nin 20 Aralık 1897’de Erzurum’da bir konsolosluk açma girişimini, orada hiçbir Amerikan vatandaşı yaşamadığından konsolosluk bulundurmaya gerek olmadığı gerekçesiyle reddetmiştir.

Bir müddet sonra Aralık 1900’de Erzurum’a değil de Harput’a (Elazığ) bir konsolos atamasına Osmanlı makamlarınca müsaade edilecek; ancak yapılan inceleme sonucunda atanan konsolosun Amerikan vatandaşlığına geçen eski Osmanlı vatandaşı bir Ermeni olduğu anlaşılacaktı. Hâlbuki Amerika ile yapılan anlaşmaya göre, bölgeye eski Osmanlı vatandaşlarının atanmasına izin verilmeyecekti. Dolayısıyla söz konusu konsolosun göreve başlamasını Padişah onaylamamış ve değiştirilmesini irade buyurmuştu.

Bu defa Amerika, İstanbul’daki orta elçiliğini Büyükelçiliğe çevirme isteği ile Yıldız Sarayı’nın kapısını çalacaktı. Kurduğu denge politikasına hesapta olmayan bir unsurun eklenme ihtimalinden rahatsızlık duyan Abdülhamit bu teşebbüsü de hiç tereddütsüz geri çevirmişti.

Bu coğrafyanın sütü bozukları Ermenilerin yaptıkları katliamlara sessiz kalırken, onların suikastından kurtulan Abdülhamit’e olan kinini ve suikastı başaramayan Ermeni’ye olan hırsını şu dizelerde ifade ediyordu:

“Ey şanlı avcı! Damını bihûde kurmadın,

Attın, fakat yazık ki, yazıklar ki vuramadın.”

Ecdadımızın soykırım yaptığını söyleyen soysuzlara sormak isteriz: “Atalarımız soykırım yaptıysa siz nereden çıktınız?”

 

 

Ömer Naci Yılmaz

 

Ö.Naci Yılmaz *

Tüm Yazıları →
Ö.Naci Yılmaz

Ayrıca Bakınız

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

Ömer Naci Yılmaz   Galatasaray ve Fenerbahçe takımları arasındaki Süper Kupa maçının, Suudi Arabistan’da oynatılmamasından dolayı …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir