Cumartesi , 27 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

SEYYİD KUTUP; DİN NEDİR (5)

5. Bölüm

 – Tebliğ ve Uyarı

“Bu Kur’an, insanlara tebliğ olunmak, kendisiyle uyarılmak, Allah’ın ortaksız bir tek ilah olduğunu bilmek için ve akıl sahiplerinin öğüt al­ması için indirilmiştir.” (14 İbrahim/32)

Demek ki, asıl amaç, tebliğ ve uyarıdır. İnsanların Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘yı, bir tek ilah olarak tanımasıdır. Allah’ın dini, hayat sisteminin dayana­ğıdır.Temel ilke budur.Güdülen amaç, hiç şüphesiz soyut bir ilim değildir. Asıl istenen şey, insan hayatının bu ilmi temele dayanmasıdır. Yani amaç, sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya tedeyyün (boyun eğmek, itaat) etmektir. Çünkü kendisinden başka ibadete layık bir ilah yoktur.

“İlah”, “rab”olmayı, yani hakimliği, efendiliği mutasarrıflığı, kanun koyu­culuğu ve yönlendiriciliği hakkeden, demektir. Bu temele dayanan insan hayatı, kula kulluğa dayalı temellere; yani kulun kula egemenliği ve dindarlığına daya­nan tüm hayat biçimleriyle kökünden çelişmektedir. Bu çelişki akide ve düşün­cede söz konusu olduğu gibi, alamet türü ibadet ve adablarda, ahlâk ve davra­nışlarda, ölçü ve değer yargılarında, ekonomik ve siyasal yönetimlerde ve kısaca bireysel veya toplumsal tüm hayat alanlarında -aynı ölçüde- söz konusudur.Ortaksız bir tek ilah inancı, dörtbaşı mamur bir hayat sisteminin esasıdır. Yani bu, vicdanlarda donup kalan mücerred bir inanç değildir. Akide, durağan tipte mücerred bir inanç çerçevesine sığmayacak kadar kapsamlıdır. Akidenin gelişen ve büyüyen sınırı, hayatın tüm alanlarını kapsayacak genişliktedir. İslâm’da egemenlik sorunu tüm yönleriyle akidevî bir sorundur. Aynı şekilde ahlâkî so­run da akidenin konusudur. Hayat sistemi kapsadığı tüm kıymet ve ahlakla beraber, akidenin bir ürünüdür.

Bu hayat sistemi, kanuni ve siyasal şartları da aynı ölçüde kapsamaktadır.Bu dinin akidevi hududunu (akideden asıl kastettiğini, kapsadığı alanı) ve “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah” kelimelerinin (Allah (Subhanehu ve Tealâ)’dan başka ibadete layık ilah olmadığına ve Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)‘in Allah’ın Kulu ve Rasulü olduğuna şahitlik etmenin) gerçek muhtevasını, ilgili olduğu geniş alan içinde bilip kavramadan, Kur’an’ı da anlayamayız. (İçerdiği mesajları kavrayamayız.)

Sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya tapınmak (kulluk yapmak, ibadet etmek) demek; sadece O’na tedeyyün yapmak (boyun eğmek, itaat etmek) demektir. Bunu (Bu durumun) sadece namaz anlarında değil, hayatımızın tümünde (hayatta karşılaşılan her mesele için) geçerli olduğunu bilip, kavrayıp kabullenmediğimiz sürece, Kur’an’ı da anlayamayacağız. (Kur’an’ın içerdiği mesajı kavrayamayacağız.)

İbrahim (aleyhisselam)’ın, “Beni ve çocuklarımı ibadetlerinden uzak tut” (14 İbrahim/35) duasıyla reddettiği putlar, cahiliye çağı Araplarının düzedurdukları ilkel putlardan ibaret değildir. Çeşitli devirlerdeki puta tapıcıların yonttukları taş veya ağaçlardan, kutsadıkları hayvan veya kuşlardan, ateş veya yıldızlardan, ruh veya hayaletlerden de ibaret değildir. Bu basit ve ilkel şekiller, hiç kuşkusuz Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya ortak koşma biçimlerinin tümü demek değildir. Başka bir deyişle Allah (Subhanehu ve Tealâ) dışı varlıklara yapılan kulluğun tümü değildir.

Şirki, sadece bu ilkel biçimlerden ibaret saymak, müşrikliğin sonu gelmez diğer biçimlerini görmemizi önleyecektir. İnsanlığın sarıldığı modern şirk ve cahiliye türlerini doğru bir şekilde tanımamızı engelleyecektir. Bu bakımdan şirkin özelliğini ve putlarla ilişkisini, putun gerçek anlamını ve yeni türeme cahiliyyenin getirdiği modern şirk biçimlerini derinlemesine araştırmak zorundayız.“La ilahe ilIallah (Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘dan başka ibadete layık ilah yoktur.)”şehadetiyle çelişen müşriklik, tedeyyünün (boyun eğmenin, itaat etmenin) tüm hayat alanlarında sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya ait olmadığı her yönetim ve her durumda mevcuttur.

Şirkin gerçekleşmesi için kişinin herhangi bir hayat meselesinde Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya, diğer konularda da Allah(Subhanehu ve Tealâ)‘dan başkasına tedeyyün etmesi (boyun eğmesi, itaat etmesi) kafidir. Çünkü alamet türü ibadetlerle yetinmek, dindarlığın pek çok biçiminden sadece biridir. Bugünkü insanlığın hayatında izlediğimiz somut örnekler, ruhların derinliklerinde kök salan müşrikliği daha net görmemizi sağlamaktadır.

Abdest, namaz, taharet, oruç, hac ve diğer ibadetlerde sadece ilahlık yönüyle kendisine inandığı Allah’a itaat edip de ekonomik, siyasal ve toplumsal hayatında Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘dan gelmeyen kanunlara sosyal ölçü ve değer yargılarında Allah yapısı olmayan düşünce ve kavramlara… Ahlak, adet, gelenek ve giyim konusunda kendisine tüm bunları -ilahi emir ve kanunlarla çelişmek pahasına- reva gören beşerî bazı rablara…Evet Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın ilâhlığına inandığı halde bu şeylere tedeyyün yapan (boyun eğen, itaat eden) bir kimse, aslında en belirgin anlamıyla şirke girmiş ve “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah”şahitliğinin özüyle çelişmiştir.

Müşriklerin her zaman ve her yerde işleyebileceği şirk türleridir, bunlar. İşte günümüz insanının “malum şirk’e” girmez zannıyla kolayca benimsediği şirk budur. Putun, ilkel ve basit bir heykel şeklinde olması şart değildir. Putlar, tağutların arkalarına gizlendikleri belirli şekillerden başka ne ki? Bu şekillerin gerisindeki tağutların asıl amacı, insanları köleleştirmektir. Putun adını kullanarak köleleştirmek… Putun adıyla kendisine itaat ettirmek… Put, hiç şüphesiz konuşamaz, işitemez ve göremez. Putların gerisinde onların adına konuşan; efsun ve nazarlık yapan kahinler bakıcılar ve yöneticiler vardır. Putun adına dilediğini söyleyen, kitleleri alçaltıp köleleştirmek için konuşan, asıl bu kimselerdir.

Nerede ve hangi zamanda olursa olsun kahin veya idarecilerin gölgesine sığınıp konuştukları kavramlar bulunuyor ve Allah’ın izin vermediği kanunlar, yetkiler, işler ve ölçüler bu tür kavramların adına konuluyorsa; putlaştırma meydana gelmiş demektir. Yani bu kavramlar; hem özellik ve gerçek nitelikleri, hem de işlevleri yönünden putlaşmış demektir. Yani insanlardan Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘yı bırakma pahasına uyulması, izlenmesi ve yolunda mal, can, evlad, ahlak ve namusun feda edilmesi istenecek ölçüde kutsanan “millet”, “vatan”, “halk” veya“sınıf” ilah durumuna geçen birer puta dönüşmüş demektir. Çünkü Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın şeriatiyle, kanun ve buyruklarıyla bu bayraklaştırılan putlar çeliştiği zaman Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın değil, bu düzmece putların iradesine uyulmaktadır. Yani Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın şeriat, kanun, emir ve direktifleri bir kenara atılıp onun yerine bu putların; daha ince ve yerinde bir ifadeyle; bu putların gerisindeki tağutların iradesi yürürlüğe girmektedir. İşte Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘yı bırakıp putlara tapınmak budur.

Putun, ille de bir taş veya tahta parçası olması şart değildir. Herhangi bir doktrin veya bayraklaştırılan bir kavram da put olabilir. İslâm Dini, sadece taştan veya tahtadan putları yıkmak için gelmemiştir. Peygamberler kervanının bunca sıkı çalışması, katlandıkları bunca fedakârlıklar, çektikleri bunca acı ve işkenceler; sadece taş veya tahta putları yıkmak için değildi. İslâm’ın geliş nedeni, her şeyde ve her konuda sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya tedeyyün (boyun eğmek, itaat) etmektir. Tüm biçim ve nitelikleriyle Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘dan başkasına tedeyyün (boyun eğmeyi, itaat) etmeyi ortadan kaldırmaktır.

Kurulu düzen ve sistemlerin niteliğini tanıyabilmek için biçim ve konumları tüm boyut ve süreçleriyle izlemek gerekiyor. Tevhidin mi, yoksa şirkin mi egemen olduğunu; sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya mı, yoksa çeşit çeşit tağut, rab ve putlara mı itaat edildiğini ancak bundan sonra tesbit edebiliriz.Diliyle “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah”şehadetini getirdikten sonra alamet türü ibadetlerde, taharette, evlenmede, boşanma ve miras hukukunda Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya, bunun dışındaki konulardaysa Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘dan başkasına itaat eden kimseler, eğer bu halleriyle kendilerini “Allah’ın dininden”sanıyorlarsa uyanmak zorundadırlar. Bu daracık çerçevenin dışında, çoğunluğuyla ilahi şeriatle açıkça çelişen kanunlara, yani Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın asla izin vermediği kanunlara itaat eden, canlarını, mallarını, namuslarını ve ahlaklarını isteseler de istemeseler de modern putların arzuları uğruna feda eden bu kimselerin uyanması gerekiyor. Çünkü putların arzusuyla çelişen her tür namus, ahlak ve dini değerleri bir kenara atarak, yani Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın emirlerini çiğneyerek bu putların emirlerini uyguladıkları halde kendilerini müslüman ve Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın dininden sayan bu kimselerin durumu budur.

İşte bu kimselere düşen şey, içinde bulundukları bu büyük şirkten çıkıp kurtulmaktır, Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın dini, hiç kuşkusuz dünyanın doğu ve batısında kendilerini müslüman sayan kimselerin düşündüğü gibi bir eğlence ve şaka değildir.Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın dini, mükemmel bir hayat nizamıdır. Günlük hayatın tüm parça ve ayrıntılarını içine alan bir nizam.. Günlük hayatın temel ve ana çizgilerine ek olarak tüm parça ve ayrıntılarında sadece Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya itaat edilen bir nizam… Çünkü o, Allah’ın dinidir. O, Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ın hiç bir insandan, başkasını kabul etmediği İslâm’dır.

Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya şirk koşmak, Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın ilahlığına başkalarını katmaktan ibaret değildir. Çünkü Allah (Subhanehu ve Tealâ) ile beraber başka rableri hakem kılmak da şirktir.Şurası kesin ki, putperestlik; taş veya tahtadan yontulmuş put tapıcılığından çok, bu putlarla aynı nüfuz hakkına sahip kılınan modern kavramlarda söz konusudur.

Her ülkede yaşayan insanlar bir düşünsünler. Acaba hayatlarının en üstün makamı kimindir? Tam tedeyyün (boyun eğmek, itaat) kime yapılmaktadır? İtaat, tabiiyyet ve bağlılık kimedir? İşte eğer tüm bunlar Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘ya aitse, o insanlar Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın dinindendirler. Yok eğer bunlar -ya ortaklı veya tamamen- Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘dan başkasına aitse o insanlar da Allah (Subhanehu ve Tealâ)‘nın dininden değildir. Yani o insanlar, put ve tağutların dinindendirler. Bundan da Allah’a sığınıyoruz…

“Bu Kur’an, insanlara tebliğ olunmak, kendisiyle uyarılmak, Allah’ın ortaksız bir tek ilah olduğunu bilmek için ve akıl sahiplerinin akıllanması için indirilmiştir.” (14    İbrahim/32)

 

Devam edecek..

Ayrıca Bakınız

”Aksa ve Gazze” Fetvası

Moritanyalı alim Muhammed Hasan Dedo ve Gazze’deki Filistin Alimler Heyeti Başkanı Dr. Mervan Ebu Ras …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir