Batı dünyası dediğimiz, aslında dünyanın terbiye edicisi biziz diyen ülkeler, işi gücü bırakmış Türkiye’deki referandumla ilgileniyor. Avrupa’daki Türkiye düşmanlığı çetesinin başını çeken Almanya, bakanlarımızın toplantılarını çeşitli bahanelerle iptal etti. Durumun vahametinin farkına varan Almanya Şansölyesi Angela Merkel, Başbakan Sayın Binali Yıldırım’ı Kırşehir mitingi sırasında arayarak bundan sonraki toplantılar için yeni düzenlemeler yapılacağını bildirdi. Kısacası kıvırdı, kıvırmayıp da ne yapsın? Referandum sonucunda Türkiye’de “EVET” oylarının çıkacağını, haliyle Avrupa’da da “EVET” oylarının çıkacağını, özellikle Almanya’da farklı bir “EVET” oyu çıkacağını görüyor, hissediyor. 16 Nisan’dan sonra Yeni Bir Türkiye ile karşı karşıya olacaklarını en iyi anlayanların başında Almanya geliyor. Mecburen geri vitese almak zorundalar.
Avrupa Türkiye’deki referandum sürecini izlemekle kalmıyor, aynı zamanda hayır çıkması için elinden geleni yapıyor. Sahi size ne? Bu işin sizi ilgilendiren tarafı nedir? Aslında söylemek istedikleri çok açık ve nettir. Artık bunu görmemiz, anlamamız ve ona göre tavır geliştirmemiz gerekmektedir. Dünyanın terbiye edicileri, jandarmaları diyor ki:“Türkiye, Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir, kaderini sizin ellerinize bırakamayız.” Yaptıkları da bunun gereğidir.
Cumhuriyetin ilanından bu yana batı, bugünkü kadar hiçbir zaman Türkiye ile böylesine ilgilenmemişti. Bu ilginin sebebi “kara kaşımıza, kara gözümüze bayılıyorlar” meselesi değildir. Atam Abdülhamit’in dediği gibi sırtlanlar geçidinde olduğumuz için içimize yerleştirdikleri sırtlanların devrinin kapanmak üzere olduğunun farkındalar. Doksan yıldır ellerindeki yönetim oyuncağı artık ellerinden alınmak üzeredir. Bir daha da ele geçirme imkânları olmayacaktır. Batının telaşını bu bağlamda anlamak gerekir.
Batının bizdeki gelişmeler karşısında endişe duymadığı, kaygı ile izlemediği bir sürü olay yaşandı. Bunları ne gördüler, ne duydular ve ne de hissettiler. Fakat şimdilerde bir telaştır gidiyor. Bazı gerçekleri ve iki yüzlülüklerini hatırlamamız gerekmektedir. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nın ardından bu ülkede rejim değişikliği oldu. Halka soruldu mu? Hayır. Çünkü halk cahildir anlamaz, dediler. Bağımsızlığımızı elde ettiğimiz işgalcilerin rejimini aldığımızda ne kadar da memnun olmuşlardı. Fakat rejimlerini almamız onları kesmemişti. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya Doğu ve Batı Bloku diye ikiye ayrılmıştı. Ya dünyanın siyasal tanrılığını İngiltere’den devralan ABD’nin yanında yer alacaktık ya da komünist blokun başındaki Sovyetlerden yana tavır alacaktık. Cumhuriyet olmamıza rağmen Sovyetlerdeki tek partili sistemden farkımız yoktu; batıdan yana tavır almak zorunda kalınca 1946’da siyasal partilerin kurulmasına izin verildi. Böylece cumhuriyetin ilanından yıllar sonra çok partili hayata geçmiş olduk. Çok partili hayat tek partili hayıtın sonu olacağı korkusuyla dünyanın hiçbir yerinde bilinmeyen ve uygulanmayan bir seçim sistemi icat ettiler –açık oy, gizli tasnif- de tek partili ve tek adamlı yönetimin ömrünü bir dört yıl daha uzattılar. O yıllarda kimse İnönü’ye tek adam, diktatör demedi, diyemedi. Bizde böyle bir seçim yapılırken Batı ne endişe ile izledi ne de kaygılandı.
Takrir-i Sükûn Kanunu çıkartılıp hiçbir üyesi hukukçu olmayan mobil İstiklal Mahkemeleri kurulduğunda hiç endişelenmediler, hiç de kaygılanmadılar.
27 Mayıs darbesinin ardından kurulan düzmece Yassıada Mahkemesi’nin uygulamalarından; bir Başbakan ve iki bakanın idam edilmesi karşısında hiç endişelenmediler, hiç kaygılanmadılar.
12 Eylül 1980 darbesine giden süreçte bu ülkenin fidan gibi delikanlıları birer birer toprağa düşerken ve içimizdeki devşirmeleri olan hainler –darbeye giden süreç olgunlaşsın diye- izlerken batı dünyası hiç endişelenmedi ve hiç kaygılanmadı.
28 Şubat sürecinde ülkenin yönetimine seçilerek gelen bir parti uyduruk gerekçelerle –gericiliğin odağı haline geldiği iddiasıyla- kapatılırken, tanklar vatandaşa balans ayarı yaparken ne endişelendiler ve ne de kaygılandılar.
Müslümanları, yobazlar kız çocuklarını okutmuyorlar diye suçlandılar, hakaret ettiler. Haydi, okutalım denildiğinde başörtülü kızlar üniversitelerden kovulup ikna odalarında psikolojik işkenceye tabi tutulurken bu hain ve alçak batı ne endişelendi ve ne de kaygılandı.
Bu topraklarda İslami hassasiyeti olan bütün oluşumlar, Abdülhamit’den bu yana “gericiliğin odağı olmakla” suçlanarak kapatılmayla karşı karşıya kaldı. Bugün ülkeyi yöneten iktidar partisi için kapatma davası açılırken bu sözüm ona demokrat batı hiç endişelenmedi ve hiç kaygılanmadı.
Hukuk darbesi yapılarak, 367 garabetiyle Sayın Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi önlenirken, ülkenin meydanlarında cumhuriyet adıyla yapılan mitinglerde Müslümanlara adeta meydan okunurken niye endişelenmediniz, niye kaygılanmadınız?
Terör örgütlerinin at oynattığı bir ülke yapılmak istendiğimizde; halkımıza askerlerimize ve polislerimize yönelik toplu katliamlar yapılırken niye endişelenmediniz, niye kaygılanmadınız?
Bütün bu süreçler yaşanırken endişe ve kaygıya dair hiçbir olumsuzluk yaşamaz iken bugün neyin endişesini ve kaygısını yaşıyorsunuz? Cumhuriyetin elden gideceğinden mi korkuyorsunuz? Cumhuriyetin hiçbir yere gittiği yok. Cumhuriyet adı altında bize dayattığınız vesayet kurumları artık milletin emrine giriyor. Bu ülkede doksan yıldır sizin istemediğiniz hiçbir şey olmadı. Ama artık devir değişti. Bundan sonra milletin istemediği hiç bir şey olmayacak. Tilki’ye sordum, Avrupa’ya ne oluyor, referandumla neden bu kadar ilgileniyorlar? Cevabı kısa, net ve anlamlı oldu: “Onların endişesi, yıllardır asker evlatlarının yemin törenlerini tel örgülerin ardından izlemeye mecbur bırakılan Anadolu insanının, 15 Temmuz’da Avrupa’nın piyonları olan, şerefli Türk askerinin üniformasını gasp etmiş vatan hainleriyle yer değiştirip kışlaya girmesidir. Artık tel örgü dışından seyretme sırası Avrupa ve onun beslemelerindedir.”
Vallahi endişelenmekte ve kaygılanmakta haklısınız. Doksan yıldır biz endişe ve kaygı içinde yaşıyorduk, bundan sonra siz yaşayın. Biz de sizi kaygı ve endişe ile hem de acayip bir kaygı ve endişe ile izliyoruz.
Ömer Naci YILMAZ