Bir toplum tarihi hafızasını kaybederse, her zaman aynı yanlışlara, hatalara ve oyunlara düşmekle karşı karşıya kalır.
Milletlerin derin hafızası kendi geleceğini teminat altına alan en büyük, en güçlü, en sağlam bir sigortadır. Hafızasını yitirmiş milletler başkalarının maddi ve manevi, askeri ve siyasi, kültürel ve ticari baskısı altında sürekli düşmanlarının hedef tahtası olarak yaşamak zorundadırlar.
Bizde Osmanlı ile başlayan, Cumhuriyetle sürdürülen darbe geleneği her zaman milletimizi ve devletimizi yıkmak ve yok etmek, onu milli ve manevi değerlerinden koparmak ve mankurtlaştırmak isteyenler tarafından yapılmış veya yaptırılmıştır.
Osmanlıda yapılan darbelerin çoğu saltanat kavgası iken, Cumhuriyet döneminde yapılan bütün darbelerin ana hedefi milletimizin mukaddes değerlerini, kadim tarih ve kültürünü yok etmek için yapılmıştır. Bu darbelerinin arkasında mutlaka ama, mutlaka bir yabancı eli vardır. Bu darbeler dış düşmanlar ile onların yerli işbirlikçilerinin darbesi olarak karşımızda birer utanç tablosu olarak dikilmektedir.
Bir millet tarihi hafızasını yitirirse yolu üzerinde ibret ve ihanet anıtı olarak duran bu utanç tablolarını da göremez..
Cumhuriyet döneminde 1. Meclis-i Mebusanın kapatılması ile başlayan darbeler süreci en son olarak 15 Temmuz ihanetiyle bıçak kemiğe dayanmış ve millet sokaklara dökülerek darbecilere ve darbe sevicilere bütün dünyanın gözü önünde unutamıyacakları tarihi bir ders vermiştir.
Peki darbeler dönemi kapanmışmıdır, artık darbeler son bulmuşmudur? Elbette; HAYIR!
Darbe yapmak için eğitilip yetiştirilen bir asker ve ordu bilincinin virüs gibi asker ve toplum içinde yaşadığı sürece o ülkede darbeler bitmez. Türkiyede ordu herşeyi ile tamamen millileşmeden, milletin ordusu olmadan ve NATO, ABD, AB vs. gibi dış güçlerin ortağı, uzantısı ve müttefiki olduğu sürece Türkiyede de darbeler bitmez.
Nasıl ki, Türkiye fay hatları üzerinde bulunan, her an debreme hazırlıklı olması gereken bir ülke ise, askeri, siyasi, ekonomik darbeleri tetikleyecek gerilimleri barındıran bir ülke olarak Türkiye her zaman iç ve dış darbelere gebedir.
İslam medeniyet ve kültürünün düşmanı işbirlikçiler, yerli münafıklar ve emperyalizmin uşakları aramızda var oldukça; Türkiyedeki darbe geleneği de var olmaya devam edecektir.
Şunu asla unutmamalıyız ki; Türkiye ve islam ülkelerindeki iç kavgalar doğu batı, Kapitalizm Komiminizm, Faşizm Liberalizm, demokrasi memokrasi kavgası falan değildir. Tarih boyu Müslümanlarla Haçlılar arsında süren ve sürecek olan islam ve islam düşmanları arasındaki mücadelenin çağdaş uzantısıdır.
Bu mücadeleyi hala anlayamayan ve ona göre ruh ve düşünce aleminde kendi konumunu ve cephesini belirleyemeyen asker, siyastçi, akademisyen, entelektüel, sivil vs. kim olursa olsun düşmanın cephesine silah taşıyan bir ahmak veya hain, kendi cehennemine odun taşıyan akılsız bir eşekten farksızdır.
Türkiyeyi batılılaştırmak için kurgulanan ve uygulanan darbeler bu milleti zorla zorbalıkla dininden, tarihinden, kültür ve medeniyetinden koparmak için yapılmış Hitler ve Missolini faşizmini örnek alan bir despotizmdir.
Bu darbelerin akıl hocaları ve oyun kurucuları putperest antik Yunan ve ataist Romanın çağdaş temsilcileri olan batılılardır. Türkiye ve islam aleminde darbeler islama ve müslümanlara karşı yapılmıştır, yapılmaktadır ve bundan sonra da yapılmaya devam edilecektir. Milletin iradesine saygı göstermeyen darbecilerin ve darbe sevicilerin sığındıkları en son liman faşizmin karanlık mağaraları olmuştur.
28 Şubat da böyle zifiri karanlık bir darbedir. Ne yazık ki askeriyle, bürokratıyla, medyayasıyla, akedemsyeniyle, siviliyle darbeciler utanmadan sıkılmadan yüzsüzce aramızda dolaşıyorlar. Onların yargılanması galiba hakimlerin hakimi Allah’ın divanına kaldı.
İslam inancı ve düşüncesi Türkiyede ve coğrafyamızda var oldukça; ona paralel olarak firavun düzeninin darbeleri ve darbeciler de var olacaktır. Millet olarak barış, özgürlük ve huzur içinde yaşamak için 15 Temmuzda olduğu gibi iç ve dış düşmanlarımıza karşı heran savaşmaya hazır olmak zorundayız.
Selam ve dua ile…
Arif Altunbaş, Haber 7