Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü, İslam halifelerinin doksan dokuzuncusu olan Ulu Hakan Abdülhamid’i vefatının doksan dokuzuncu yılında rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz. Abdülhamid 21 Eylül 1842’de İstanbul’da doğmuş, babası Sultan Abdülmecid, annesi ise Tir-i Müjgan sultandır. Küçük yaşta annesini kaybettiğinden öksüz büyüdü. Üvey annesi Piristu kadın tarafından yetiştirildi. 31 Ağustos 1876’da tahta çıktı, 7 Eylül 1876’da Eyüp Cami’inde kılıç kuşandı. 32 yıl, 7 ay, 27 gün Osmanlı tahtında kalmış, tüm benliği ile Osmanlı toplumu ve ümmet için çalışmıştır. Sultan II. Abdülhamid Osmanlı padişahları içerisinde en fazla ihanete uğrayan aynı zamanda kendisine en fazla küfredilendir.
Ermeni Hınçak Komitesi özellikle Doğu Anadolu’daki Ermenileri Osmanlı aleyhine tahrik ediyordu. Abdülhamid IV. Ordu Komutanı Mareşal Zeki Paşa’yı Ermeni terörünü durdurmakla görevlendirdi. Aldığı tedbirlerle Ermeni hayallerine set çekmeyi bilmiştir. Anadolu’daki hedeflerine ulaşamayınca Ermeni kökenli Fransız tarihçi Albert Vandal, Abdülhamid’e kan dökücü manasına gelen “Le Sultan Rouge” demiş, hain ittihatçılar da bu tabiri “Kızıl Sultan”’a çevirerek kullanmaktan çekinmemişlerdir. Osmanlı bakiye Türkiye’de ders kitaplarında bir zamanlar Abdülhamid’in resminin altında aynen şu ifade yer alıyordu: “Kendisine Kızıl Sultan denilen Abdülhamid” Övgü ile sövgü arasına sıkıştırılan tarih anlayışımızdan Abdülhamid’te nasibini alıyordu.
Abdülhamit muhatabının sadece kafasını görmekle kalmıyor, aynı zamanda içinden geçenleri anlayacak kadar da basiret sahibi idi. Abdülhamid’i en iyi tanıyanlardan Alman Kralı Bismark şöyle demiştir: “Ben politikayı Abdülhamid’ten öğrendim. Dünyada 100 gram akıl varsa, 100 gram aklın 90 gramı II. Abdülhamid Han’da, 5 gramı bende, 5 gramı da diğer siyasilerdedir. Ona karşı adilane hüküm verilmediği kanaatindeyim.”
Sultan Abdülhamid’i en şiddetli bir şekilde eleştirenler, sonraki yönetimi görünce onu mumla arar oldular. Bunlardan birisi de Filozof Rıza Tefik’tir. Pişmanlığının zirve yaptığı günlerde yazdığı bir şiirde şunları ifade etmiştir:
…
Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek, hey koca Sultan;
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en iyi padişahına
…
Sultan Abdülhamid’i en ağır şekilde eleştirenlerden birisi de Süleyman Nazif’tir. O da pişmanlık sadedinde yazdığı bir dörtlükte şöyle diyordu:
Padişahım gelmemişken yâda biz
İşte geldik senden istimdada biz
Öldürürler başlasak feryada biz
Hasret olduk eski istibdada biz…
Abdülhamid’in az bilinen yönlerinden birisi de abdestsiz gezmemesiydi. Yatağının başucunda bir tuğla bulundurur, abdestsiz yere basmamak için teyemmüm alır, lavaboya öyle giderdi. Hanımı bir gün niçin bu kadar titiz davrandığını sorduğunda ona şu cevabı erir: “Bunca Müslümanların halifesi olarak biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, Ümmet-i Muhammed bundan zarar görür.”
Ermenilerce 21 Temmuz 1905’te kendisine düzenlenen suikasttan kıl payı kurtulmuştur. Yıldız Hamidiye Cammi’inde 120 kiloluk bomba patlatılmış, cami çıkışında Şeyhülislam Cemaleddin Efendi ilen yapılan görüşmeden dolayı arabasına 1 dakika 42 saniyelik gecikme suikastçıların planlarını boşa çıkartmıştır. Patlama sonucunda 26 kişi ölmüş, 58 kişi yaralanmıştı. Patlama sonrasında yapılan tahkikat sonucunda 40 kişinin kimlikleri tespit edilmiş, 15 kişi tutuklanmıştı. Abdülhamid verilen idam kararını onaylamadı, suikastçıların lideri Belçika vatandaşı Edward Joris iki yıl hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Suikast başarılı olsaydı arkasından Beyoğlu’nda patlamalar birbirini takip edecek, kargaşa çıkartılacak, bunu dış güçlerin müdahalesi izleyecek ve doğuda bağımsız bir Ermeni Devleti kurulması için ilk adımlar atılmış olacaktı. Abdülhamid’in bu suikasttan yara almadan kurtulmuş olması Tevfik Fikret’i oldukça üzmüştü. Bu durumu “Bir Lâhza-i Ta’ahhur” (Bir anlık gecikme) adlı şiirinde şöyle ifade ediyordu:
Ey şanlı avcı, damını bihûde kurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın.
Attın fakat yazık ki, yazıklar ki, vurmadın.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkmamız, İttihatçıların affedilmez hataları, vatan topraklarının elden çıkması, nice ana kuzularının cephelerde harcanması O’nu kahreden gelişmelerdi. Çünkü Abdülhamid’ten sonra; Rumeli, Afrika, Kafkaslar, Adalar, Mekke, Medine, Peygamberler diyarı Kudüs gitti. Ben öteler ötesinde ecdadımın yüzüne nasıl bakarım diyor ve bu durumlara kahroluyordu. 10 Şubat 1918 günü hakka yürümüştü. Son anlarında “Benim kimseden talep edecek hakkım yok” derken gözleri dolu doluydu. Kısa vasiyetini orda yapmıştı: “Göğsüne ‘Ahidname/Tevhid Duası’ konacak, yüzüne ‘Hırka-i Saadet Destmali/Bezi ve üstüne de siyah Kâbe Örtüsü’ örtülecekti. Bir fincan kahve istedi. Henüz bir yudum içmişti. İkinci yudumu içmek nasip olmadı. “Allah” diyerek ruhunu teslim etti.
Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han’ı rahmet, minnet ve şükran ile anıyoruz. Onun Osmanlı coğrafyasını ve gönül coğrafyamızı heyecanlandıran muhabbetinin bıraktığı yerden devam etmesi için, mazlum ve mağdur ümmetimizi vahdet adına heyecanlandıran Hicaz Demir Yolu projesinin yeniden hayatiyet bulması için, vefatından yüz yıl sonra yakaladığımız bu fırsat için referandumda ‘EVET’ diyoruz.
Ömer Naci YILMAZ