Cumartesi , 27 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

ZAFERİN ADI: ÇANAKKALE

Çanakkale zaferimizin yüzüncü yıl dönümü ümmetimize/milletimize kutlu olsun. Kolay değildi. Viyana önlerinden başlayan geri çekiliş Çanakkale’ye kadar gelip dayanmıştı. Burayı da geçerlerse, 1389’da I. Murat’ın kalbine sapladıkları hançeri bu kez Osmanlı’nın/ümmetin kalbine saplayacaklardı. Sadece kalbine saplamayacaklar, vücudun tüm azaları bu hançerden nasibini alacaktı. Öncelik Filistin’i ve Ortadoğu’yu Osmanlıdan koparmaktı. Bizden kopartmak istedikleri topraklarımızı birer birer işgal etmeye başlamışlardı. Fakat gözlerini Çanakkale’ye dikmişler, tüm ağırlıklı kuvvetlerini buraya yönlendirmişlerdi. Churchill Çanakkale’yi Osmanlının gırtlağı olarak görüyor, bu gırtlağı demir pençe elimizle sıktığımızda köhnemiş koca imparatorluk kucağımıza düşecek diyordu. Kendilerince her türlü palını yapmışlar, tuzakları kurmuşlardı. Fakat Rabbimizin planını ve tuzağını hiç akıllarına getirmemişti. Oysa ki tuzak kuranların tuzaklarını başlarına geçirmede mahir olan bir Rabbimiz vardı ve o bizim vekilimizdi.

Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi sadece İttihatçıların gayretkeşliği ile oldu dersek bu da bir haksızlık olurdu. Çünkü biz savaşa girmek istesek de istemesek de onlar bir şekilde bize mutlaka bulaşacaklar, bizi savaşın içine çekeceklerdi. Bu kararı öncelikle Siyonistler İsviçre’de topladıkları bir kongrede bu kararı almışlardı. Her ne pahasına olursa olsun Osmanlı engeli bir şekilde aşılacak ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurulacaktı. Arkalarında da o yıllarda dünyanın siyasal tanrılığına soyunan İngiltere vardı. Adeta Yahudiler için garantör devlet rolündeydi. Kurulacak bir Yahudi devletin yolu Çanakkale’den geçiyordu. Bunun için İngilizler kendi hizmetlerinde kullanmak üzere 562 kişilik Siyon Katır Birliği’ni Çanakkale’de görevlendirmişlerdi. İngilizlerin Dışişleri bakanı Althur Balfour Yahudi asıllıydı. 2 Kasım 1017’de yayınladığı deklerasyonla Osmanlı toprağı Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulacağını dünyaya ilen ediyordu. Hizmetlerinin karşılığı Yahudilere devlet olarak veriliyordu. İşte bunun için biz istesek de istemesek de bu savaşın içine bir şekilde çekilecektik.

İngilizleri başını çektiği müttefikler bizi tarihten silmeye azmetmişler, Çanakkale önlerine gelmişlerdi. Biz ise küllerimizden yeniden doğmak için, hiç de hasta adam olmadığımızı göstermek için tüm imkânlarımızı seferber etmiş, çoluk çocuk demeden, kadın erkek demeden, genç yaşlı demeden bu savaşta yerimizi almıştık. Anneler bu iman ve inançla yavrularını, can parçalarını Çanakkale’ye gönderiyordu:

“Oğul!

Canımdan can, kanımdan kan oğul!

Giderken ardından baktım oğul!

Seni gözledim.

Doğduğundan beri yaptığım gibi, yine izledim.

Yüzüne çarparsa yel, yüreğim üşür oğul!

Ayağına taş değerse, bağrım yanar oğul!

Kıyamadım güle ellemene, dikeni vardır diye.

Ama bugün git oğul, yoluna git.

Şu İslam toprağını gâvur alacaksa, ezanlar susacaksa,

El kemendini boynuna atacaksa,

Çiğnenecekse şehit atanın mezarı, git oğul git.

Bilesin ki Resûl önündedir.

Bilesin ki melekler ardındadır.

Bilesin ki dualarım semadadır.

Bilesin ki yolun Allah’adır.

Düşte gördüm oğul!

Bize artık vuslat mahşerden sonrayadır.”

Çanakkale’nin bu annelerin yetiştirdiği evlatların sayesinde, bu annelerin dualarıyla ve Allah’ın yardımıyla zafere dönüştüğünü unutmayalım.

Anneler çocuklarını bu duygularla gönderirken acaba bu evlatlar anneleriyle hangi duyguları paylaşıyorlardı. Çanakkale cephesine gönüllü katılmış yedek subay Niğdeli Muallim Hasan Ethem’in şehitlik mertebesine ermeden az evvel anasına yazdığı ve oradaki askerlerin manevi iklimini aksettiren mektubunun bir parçası:

“Valideciğim!

Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!

Nasihatamiz mektubunu Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının gölgesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha güçlendirdi. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim.

Gözlerimi biraz sağa çevirdim. Güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir sada ile beni müjdeliyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim; çığıl çığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu. 

Şu anda bu güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Davudi sesli yiğit bir ezan okuyordu. Herkes, herşey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti, o dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. 

Ey yerlerin ve göklerin Rabbi!

Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halıkı!

Sen, bütün bu Müslüman Türk milletine verdin. Yine onlarda bırak! Çünkü böyle güzel yerler ve şu nimetler, seni takdis ve senin yüceliğini tasdik eden bu millete mahsustur.

Ey benim Rabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri, senin ism-i celalini İngiliz ve Fransızlar’a tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek böyle güzel ve sakin yerde sana dua eden bu askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!..  diyerek dua ettim ve kalktım.. Artık benim kadar mes’ut, benim kadar bahtiyar kimse tasavvur edilemezdi… 

Şehitsiz olmuyor!

Şehitsiz olmaz!

Uğruna şehit olunmayan topraklar vatan olmaz!

Anneler böyle olursa, evlatlar böyle olursa sonuç zaferdir. Zaferin adı Çanakkale’dir.

 

Ömer Naci Yılmaz

Ö.Naci Yılmaz *

Tüm Yazıları →
Ö.Naci Yılmaz

Ayrıca Bakınız

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

Ömer Naci Yılmaz   Galatasaray ve Fenerbahçe takımları arasındaki Süper Kupa maçının, Suudi Arabistan’da oynatılmamasından dolayı …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir