Cumartesi , 27 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

Faşizmin ayak sesleri

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'ndan Stockholm'de Kuran-ı Kerim'in  yakılmasına tepki: İnsanlık dışı saldırı

Faşizm, 19. Asrın başlarında ilk önce İtalya’da Benito Mussolini önderliğinde aşırı ulusçuluğa dayanan bir baskı sistem ve düzeni olarak tanındı. Yönetim yetkilerinin tek parti ve tek kişi elinde toplandığı rejime faşizm, taraftarlarına faşist, hareketin liderine de diktatör denildi.

1919’da başlayan, 1922–1943 yılları arasında (Partito Nazionale Fascista) Ulusal Faşist Parti olarak tanınan, adını bu partiden alan bu düzenin siyasi, ekonomik, sendikal, meslek ve gençlik kuruluşları gibi birçok yan kuruşları, yardımcı organları vardır. Aydınlar ve akademisyenler bu hareketin gövdesini, çatısını ve arka bahçesini oluşturur.

Birinci Dünya Savaşı sırasında; sol düşünceleri, aşırı sağcı ve milliyetçi unsurlarla karıştırıp birleştirerek; komünizme, sosyalizme, liberalizme, demokrasi ve geleneksel sağcı muhafazakârlığa karşı olarak ortaya çıkan bu otoriter, aşırı milliyetçi diktatörlük düzeni İtalya’ dan sonra birçok ülkede iktidar veya muhalefet olarak görülür.

Irkçı-milliyetçi ve anti-komünist bu hareketin İtalya dışındaki ilk örneği Avusturya ve Almanya’da, daha sonra da diğer dünya ülkelerinde rastlanır.

Bu Faşist düzenin İslam coğrafyasındaki yansımalarını daha çok batılı emperyalist güçlerin taşeronu yabancı ideoloji, medeniyet ve kültürlerin temsilcileri halka milli kahramanları olarak takdim edildi. Bunların hakkında kendi ülkelerinde eleştirilmesinin eleştirilmesi ve aleyhlerinde bir kanun teklifi vermenin bile teklif edilmesi yasaklanan despotlardı. Kimse onları eleştiremez ve onlara dokunamazdı. Öldükten sonra bile onların dokunulmazlığı devam eden ideolojik ve siyasi totemler olarak tanındılar. Bu tip diktatörler ve rejimleri o ülkede anayasal güvence altına alınarak despot sistemlerinin devamı ve geleceği garanti altına alınmaya çalışıldı.

İtalyada Mussolini, Almanya’da Hitler, İspanyada Franko Avrupa’daki faşizmin başını çeken diktatörlerdir. 1950-1990 yıllarında Paraguay, Guatemala, Brezilya, Uganda, Bolivya, Şili, Arjantin, Pakistan ve Türkiye de bunların arasında yer alır. Tunus’ta Burgiba, Cezayir’ de Bumedyen, Libya’da Kaddafi, Mısır’da Cemal Abdunnasırcılık, Irak’ta Saddam, Suriye’de Esad rejimi ve diğer bazı ülkelerdeki krallar, sultanlar, emirler ile bizdeki tek partili CHP dönemleri, darbe dönemleri bu baskı rejimleri için örnek gösterilebilir.

Türkiye çok partili sisteme geçilince ABD, NATO ve Avrupalı sömürgeci devletlerin destekleri, yardım ve yönlendirmeleri ile bu anti demokratik sistem askeri darbelerle ve vesayetçi yönetimlerle ayakta tutulmaya ve korunmaya çalışıldı. Amerikan patentli derin devlet başta o ülkenin anayasasını, devlet ve sistemin organlarını, bürokrasiyi, askeri ve polis teşkilatını, aydın ve akademisyenleri de kullanarak bu düzeni ayakta tutmaya çalıştı. Birçok meslek odalarının, sivil toplum ve basın yayın kuruluşlarının, düşünür ve kalemlerin,  sığ entellerin, karanlık aydınların, kibirli akademisyenlerin, çapsız sanatçıların darbe ve baskı dönemlerinde faşist darbecilerin ve vesayetçi iktidarların yardımcısı ve destekçisi oldular.

Bunların birçokları emperyalist işgalci ve sömürgeci dış güçlerle birlikte hareket eden dönmeler, sabataistler, gayri müslimler ve yerli münafıklar olarak halan siyasi partilerde ve sivil toplum örgütlerinde milletimizin değerlerine, Türkiye’nin hak, hukuk, menfaat ve çıkarlarına karşı düşmanın tarafında konumlanmışlar ve çalışıyorlar.  Bu tiplerin çoğu demokrasi adına demokrasiye darbeler vuranlar, hukuku askıya alanlar, halk adına halkın değerlerine karşı düşman olan ve savaşanlardır.

Ülkemizdeki emperyalist kuşatmaların asıl failleri demokrasinin beşiği denilen Amerika, İngiltere, Almanya, İtalya ve Fransa gibi sömürge geçmişi olan, halen halen türlü entrikalarla dünyayı sömüren batılı ülkelerdir. Müslüman ülkelerde yapılan darbelerin, iç karışıklıkların, sınır kavgalarının, ekonomik siyasi askeri dış baskı ve boykotların arkasında bu batılı ülkelerin istihbarat örgütleri vardır.

Bir parti ve hareket olarak CHP kendi içinde ve dışında emperyalist güçlerle olan bağını, milli ve yerli olmayan duruşunu, eylem ve söylemini düzeltmeden bu şekilde devam edemez.  Çünkü CHP Türkiye partisi olmaktan çıkmış, dış güçlerin kontrolünde milli güvenliğimiz ile Türkiye’nin bekasını tehdit eden bir harekete dönüşmüştür. Herkesin her ağzına geleni söylemesi ve yapması, halkı kin ve düşmanlığa sevk etmesi, ‘’vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne, özgürlük ve bağımsızlığına’’ zarar vermesi asla demokrasi değil gelmekte olan faşizmin ayak sesleridir.

Millete güven vermeyen ve güvenmeyen duruşuyla halkın tarafında değil de Türkiye düşmanları ve karşıtlarının yanında yer alan HDP PKK ve YPG gibi kapatılmayı çoktan hak eden, milletin ve devletin huzur ve barışına, güvenliği ve geleceğine kasteden CHP derhal kapatılmalıdır.

En doğru değişim bir milletin kendi aslına dönmesi, kendi ruh ve karakterine göre yapılanarak milletin değerleriyle ve gelecek tasavvuruyla milletin karşısına çıkmasıdır. Batılıların proje, hesap ve oyunlarına alet olarak ve destek vererek yol ve yön arayarak  değil.

Arif Altunbaş, Haber 7

Arif Altunbaş *

Tüm Yazıları →

Ayrıca Bakınız

Bir Seçim Fırtınası ardından… (3)

Arif Altunbaşİlk defa yarım asır sonra CHP nasıl Türkiye’ nin en büyük partisi olarak kara …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir