Cuma , 4 Ekim 2024
Son Dakika Haberler
MİNARELERDEN GELEN AŞK’A DAVET

MİNARELERDEN GELEN AŞK’A DAVET

Hey gidi minareler!

Bir zamanlar ezan seslerine hasret kalmıştı. Şimdilerde ise ezanların okunduğu minareler, gölgelerine sığınacak insanların hasretini çekmektedir. Bu memlekette ezanlar da onların okunduğu camiler ve minareler de neler gördü neler. Camilere meydan okundu, minarelere meydan okundu, ezanlara meydan okundu. Halen meydan okumaya devam edenlerin varlığına şahit oluyoruz. Oysa meydan okuyanların tamamı toprak olmuştu, bundan sonra da olmaya devam edecektir. Ezanın temsil ettiği, sembolize ettiği misyonla bitimsiz bir kavga yaşandı ve yaşanmaya da devam edecektir. Yani herkes işini yapacaktır.

Bitimsiz kavganın mümessilleri işlerini yaparken ezanın ve sembolize ettiği değerlerin yanında olduğunu söyleyenler sizler ne yapıyorsunuz? Yapmanız gerekeni yapmadığınız kesin. Peki, sizi yapmanız gerekeni yapmaktan alıkoyan nedir? Neyi bekliyorsun? Dedeni, nine, ananı, babanı cami önüne getirdin, ezanla başlayan görevleri yerine getirip hepimizin son evi olan kabre yerleştirdin ve sırtını dönüp çekip gittin. Sen gitmeye hazırlanırken diğer vaktin ezan saati yaklaşıyordu. Bu sese neden kulak kesilmiyorsun? Neden bu çağrıya cevap vermiyorsun? Buradan gelen uyarıyı neden dikkate almıyorsun?

Meteorolojinin uyarılarına dikkat kesiliyorsun, ‘don olayı’ uyarısı yapıldığında seranda, bahçende ateş yakıyorsun, evin su saatini sarıp sarmalıyorsun. Trafik işaretlerini dikkate alıyorsun, buzda savrulmamak, kaymamak için para verip kar lastiği veya zinciri alıyorsun. Bir abdest almak bütün bunlardan daha mı pahalıya geliyor? Minarelerden yapılan ‘kurtuluşa çağrı’ uyarılarının meteorolojik uyarılar kadar, trafik uyarıları kadar bir hükmü ve değeri yok mudur?

Yaşadığımız bunca terk edilebilir aşka rağmen kalıcı olan ilahi aşkın hazzını ne zaman yaşacağız, bu tadı ne zaman alacağız? Bu hazzı yaşamak ve bu tadı almak için neyi, kimi ve hangi zamanı bekliyoruz? Sabahın zifiri karanlığında bastonuna dayanarak ezanın çağrısına evet diyen yaşlı büyüklerimiz hangi aşkın peşine düşmüştü dersiniz? Rahmetli terzi Salih amcamız kasabamızın son Sahabelerindendi, bunu bilerek söylüyor ve yazıyorum; çünkü Sahabe ahlaklıydı. Rabbine, camiye ve ezana âşık birisiydi. Rabbini ve Rabb’inin evini çok severdi. Yaşlılığın ve yılların verdiği yorgunluktan dolayı adımları çok kısa idi. Her vakit namazında dükkânı ile cami arasındaki yaklaşık 600 metrelik mesafeyi aşkla katederdi. Rabb’iyle olan randevusuna geç kalmamak için en az bir saat önceden caminin yolunu tutardı. Bu aşkla değil de ne ile açıklanabilirdi ki? Sen altı yüz metreyi altı dakikada alırken, menziline bir kez de camiyi koysan ne olur? Korkma orası okul değil, geç kaldın diye azarlanma korkusu yaşamana gerek yok. Sen yeter ki gel. Geç kalmışlığın asla yüzüne vurulmaz, yeter ki gel. İşte bakın Neslihan Cebesoy kardeşimiz o ilk anı, ilk randevuyu, ilk buluşmayı “gelincik” romanında nasıl anlatıyor: “Hoca, ALLAHU EKBER diyerek tekbir aldı. Huzurundaydım. Kabul et beni. Çok geç kaldım biliyorum. Sen affedermişsin tüm kullarını, dedem öyle anlatırdı. Sana geleni hiç geri çevirmezmişsin. Geldim. Kovma huzurundan, dilimde çocukluğumdan kalma iki süre, yarım yamalak dualarımı kabul eyle. Telafi ederim eksiklerimi. Alnım secdeye gidince gözlerimden yaşlar süzülüyor. Rabb’im geldim, gözyaşlarımla kabul eyle huzurundayım. Günahlarımı affeyle. Geç kalmışlığımın bahanesi yok. Aradığım adresleri bulmakta geciktim. Derin uykudaydım, uyandım. Affeyle! Adımı affettim dediğin kulların arasına yaz.” Bu duayı edenlerden biri de biz olsak, biri de siz olsanız ve meleklerde şahidimiz olsa, gerçek ve kalıcı olan aşkı yaşasak buna en çok maşukumuz olan Rabb’imiz sevinmez mi?

Neslihan Cebesoy kardeşimizin gelincik romanındaki bir bölümle bitirmek istiyorum: “Sabah uyandığımda avuçlarımın arasında bir tespih, minarelerde sabah ezanı. Yatağımdan doğrulup cama doğru ilerliyorum. Yine o ihtiyar amca, aşkına secdeye gidiyor. Her halinden belli ediyor yılların yorgunluğunu taşıyamayan bacaklarını destek için baston kullanıyor. İki büklüm bu haliyle gidiyorsa en sevgilinin huzuruna benim gençliğim nasıl varmaz huzura? Seni sevgili edineni sen yolda bırakmazsın bilirim. Herkes gitse bile sen gitmezsin. Herkes sırt çevirse bile sen çevirmezsin, hiçbir teknoloji senin kadar hızlı değil. Sen benim kalbimdekini, dilimdekini, düşüncemdekini bilensin. Sen herkes benden umudunu kestiği anda dahi, benden umudunu kesmezsin. Sen beni sahipsiz ve kimsesiz bırakmazsın. Geç kalsam da huzuruna almamazlık yapmazsın. Sen beni herkesten çok seven, koruyan kollayansın. Bana bir dua kadar yakınsın. Sen beni bana bırakmayansın.”

Allah’ım!

Bizi bize, bizi nefsimize bırakma. Son duamız Arif Nihat Asya’dan olsun.

Biz, kısık sesleriz.. minareleri,
Sen, ezansız bırakma, Allah’ım!

Ömer Naci Yılmaz

Ö.Naci Yılmaz *

Tüm Yazıları →
Ö.Naci Yılmaz

Ayrıca Bakınız

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

Ömer Naci Yılmaz   Galatasaray ve Fenerbahçe takımları arasındaki Süper Kupa maçının, Suudi Arabistan’da oynatılmamasından dolayı …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir