İnsanoğlunun en büyük hastalıklarının başında kibir gelmektedir. Özellikle dini hassasiyeti olan ve olması gereken insanlar ne yazık ki bundan kendilerini koruyamamaktadırlar. Alim geçineni de kibirli, yazar geçineni de kibirli, akademisyen olanı da kibirli, alaylısı da kibirli, tarikatlısı da kibirli. Tabiki bu bir genelleme değildir. Tanıdığımız, bildiğimiz, samimiyetine inandığımız güzel insanları istisna tuttuğumuzu belirtmek isterim.
Bizim mahallenin kibirli olmasının arkasında yatan nedir? Bunun birçok sebebi olabilir; ancak bunun tahlil edilmesi bizi de bu yazının kapsamını da aşar. Değinmek istediğimiz konu bizim mahallenin kibirlilerinin siyasi tavır noktasındaki tutarsızlıklarıdır. Biz bunlara ne adam beğendirebilidik, ne de bir iş beğendirebildik. Bazı istemezükçü siyasetçilerle aynı noktada buluşabiliyorlar. Çok gerilere gitmeye gerek yok. Yakın tarihimizde Abdülhamit Han’ı ve onun çok önemli projelerinden olan Hicaz Demiryolu’nu ve İslam Birliği siyasetini de beğenmediler. Onun yaptığı her işin altında bir bit yeniği aradılar. Oysa aradıkları bityeniği zihinlerini yedi bitirdi, kin ve haset içinde öylece bu alemden göçüp gittiler. Bizim mahallenin kibirlilerinin paronayasından Menderes, Turgut Özal ve Erbakan da nasibini aldı. Ve bir dönem Anadolu’nun samimi insanları bu kibirlilerin tavırlarını önemsiyorlardı. Her seçim öncesinde bunların görüşleri merak ediliyor, bir şekilde tavırları öğrenildiğinde alttan alta heyecanlı bir şekilde tüm ülkeye yayılıyor, düşünceleri siyasi arenada kendine yer buluyordu. Özellikle 28 Şubat sürecinin ardından yaşananlar kibirlilerin istemezükçü tavırlarının bir hiç olduğunu ortaya koydu. Onların söyledikleri de zaten toplumda kabul görmedi. Aklıselim olanlar duruşlarını bozmadan tavırlarını net olarak ortaya koyarken bir kısmı ne dediği belli olmayan gel-git tavırlarına devam etti. Son olarak Süleymancıların 24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde aldıkları tavır bizleri şaşırtmadı. Yıllarını İmam-Hatip okullarına düşmanlıkla geçiren bir anlayışın bu okulları yaygınlaştıran bir siyasi anlayışa yol vermeleri elbette mümkün değildir. Bu konuda da tam tahakküm kuramadıklarını hamdolsun gördük.
Son on altı yıldır elde edilen kazanımların bir tanesinin gerçekleşmesinin hayaliyle on yıllarını geçirenlerin bugün hasetliklerinden istemüzükçülerle aynı noktada buluşuyor olmaları ne kadar da acıdır. Zaman en büyük müfessirdir, kimin ne olduğunu ortaya koyuyor.
Bizim mahallenin sosyal medya kahramanları (!), babayiğitleri (!) seçim sonrasında bütün düşman oklarını bize doğru, üzerimize üzerimize yağdırıyorlar. Abdülhamit’i yalnız bırakanlar gibi bizim de Reis’i yalnız bırakmamızı istiyorlar. Bırakmadığmızı görünce de saldırıyorlar. Bize saldırırken bizim tarihi şahsiyetlerimizden, olmadı batılı şahsiyetlerden cümleler alarak dövmeye, salvo atışlarına devam ediyorlar. Meğer geçmişlerimiz neler söylemiş neler. Bizimkilere epey bir cephane bırakmışlar. Mesele hadis nakli olunca kılı kırk yararlar, yok o zayıf, yok bu zayıf, yok peygamber öyle söylemez. Sonunda işi/ sapkınlıklarını peygamber hiç konuşmadıya vardırırlar. İçlerindeki öfkeyi ifade eden cümle bulunca da ne kimin söylediğine bakarlar, ne kime söylendiğine bakarlar ve ne de doğru olup olmadığına bakarlar. Tek kriterleri karşı tarafın aşağılanmasına yarıyor mu yaramıyor mu, buna bakıyorlar. Hani bazı şehirler yeniden kurulduğu halde, her türlü ihsana kavuştuğu halde Reis’e oy vermiyor ya ve bunlara sorulsa biz ne yaparsak oy verirsiniz diye, cevapları yine veremeyiz demek olur. Bizim kibirlilere Reis gidip sorsa ‘ben ne yaparsam siz beni tasvip edersiniz’ diye inanın verecekleri tek cevap “Kusura bakma ben kendimi bile tasvip etmiyorum, seni nasıl tasvip ederim.” demek olur. Ne Reis’in ne de bizim bunlarla oyalanacak vaktimiz olur. Herkes işini yapmaya devam ediyor ve edecek.
Bir zamanlar bu kibirliler insaf dinin yarısıdır diye bir cümle kurarlardı. Geldiğimiz noktada bunlarda insafın i’sinin bile olmadığını gördük. Sosyal medyada bize çakıyorlar. Kiminle olacaktık? İsmet Paşa’yı mumla aratacak olan Muharremle mi olacaktık? Pensilvanyalı Meralle mi olacaktık? Sen ceylan derili koltuğa kurul, klimanın altında cigaranı, çayını, puronu çek, namaz yok, niyaz yok, ahkam kes öyle mi? Yemezler.
Her türlü şer odağına rağmen, içerden ve dışardan tüm hainlerin oyunlarına rağmen, kibirli müslümanlara (!) rağmen, Afrika’dan Asya’ya ümmetin umutlarının yeşermesinin, Anadolu’nun ve Türk milletinin müslümanların ve mazlumların sığınağı olmasının yolunu açan, ümmeti ve insanlığı yeniden sevindiren Allah’a hamdolsun. Siz mi? Siz hasetliğinizle çatlayın.
Sevdiğim bir büyüğümün cümlesiyle bitirelim:
“Haset: Haset edenin haset ettiğine duası, haset haset edenin kendisine bedduasıdır.”
Ömer Naci YILMAZ