Arif Altunbaş
Abdulhamit Han’a diktatör diye çemkiren ve aleyhinde birçok makale ve şiirler yazan Tevfik Fikret ve Namık Kemal İttihatçıların beceriksiz yönetiminden dolayı düşman donanmasının İstanbul önlerine demirlediğini görünce, o zamana kadar yaptıklarına pişman olarak N. Kemal şöyle der;
‘’Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini
Yok imiş kurtaracak bahtı kara maderini’’ (1)
Bu duurum karşısında Tevfik Rıza Bölükbaşı ise;
Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?
Feryâdım varır mı bârigâhına?
Ölüm uykusundan bir lâhza uyan,
Şu nankör milletin bak günahına. (2)
Batıya bağlanarak, ona teslim olarak özgür ve bağımsız bir yönetim olamaz. Özgürlük ve bağımsızlığını elde edemeyen bir toplum, millet ve devlet de gerçek bir cumhuriyetle yönetilemez.
Gerçek bir cumhuriyet o topraklarda , aynı bayrak altında yaşayan herkesin eşit şartlar ve imkanlar altında adalet ve kardeşlik içinde, devletin ve yasaların koruması ve çatısı altında olur. İnsanın özgürce inandığı gibi emniyet ve güven içinde hayatını sürdürmesi özlenen ve beklenen bir yönetim tarzıdır. Bir devlet çatısı ve koruması altında yaşayan insanlar o devletin ve o ülkeninin vatandaşı sayılırlar.
“Türk vatandaşı İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalya ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” (3) anlayış ve tarifini ortaya koyan tek parti diktatörlüğünün dayattığı sömürge tipi bir sistem ve anlayışa gerçek bir cumhuriyet denilemez.
Seçim meydanlarında cumhurdan oy dilenerek renkten renge giren, şekil ve kulvar değiştiren parti ve ideolojilerin milletimize bakışı tek parti döneminin Haçlı batılı zihniyet ve anlayışını yansıtır. Amerikan, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Alman karışımı melez bir darbe anayasasıyla özgür ve bağımımsız Müslüman bir ülke yönetilemez.
Haçlı yanaşması dönmelerin, döneklerin, fırıldakların ortaya koydukları batı dayatması ve patentli bir Anayasa, yönetim sistemi, düzen ve devlet anlayışıyla örnek ve lider bir ülke ve devlette olunamaz.
Türkiyenin kendi milli ve yerli inanaç, hukuk, tarih, coğrafya, kültür ve genlerine uygun yapılacak bir anayasa ihtiyacı her ihtiyaçtan daha önemli ve önceliklidir. Böyle bir Anayasa ülkemiz ve milletimizin şahsında Ortaasyanın, Ortadoğunun, Kafkasyanın, Balkanların, Afrika ve tüm mazlum İslam coğrafyasının da şafaklarında yeni umutlar yeşertecek ve yeni ufuklar açacağı muhakkaktır. Türk-İslam medeniyet ve kültürünün, Selçuklunun, Osmanlının bakiyesi olan topraklar ve coğrafyalarda bu anayasay ile Türkiye ile birlikte onlar da kazanacaklardır.
Kaybedenler batının taşeronları, emperyalizmin yerli ve yabancı uşakları sömürgeciler olacaktır. Bir de sözde ve özde, eylem ve söylemde, dost ve düşman algılamasında pusulasını şaşıran, sapla samanı birbirine karıştıran batı patentli şaşkınlar kaybedecektir.
Ülkemizi, ülkümüzü ve milletimizi üç beş oy’a ve milletvekilliğine satan ahmaklar, millet adına politika meydanlarında birbirini yiyen batının taşeronları da kaybedeceklerdir.
İslam medeniyetini yeniden bu topraklarda ve coğrafyada ihya etmek isteyen bir milletin kale gibi vicdanı karşısında direnen her gurup ve hareket kaybedecektir.
Millet ve millilikle uzaktan yakından alakası olmayan bize ait kelime ve kavramları sağdan soldan tırtıklayan kemirgen ve sürüngen tırtıllara dönüşen kanı ve dini bozuk inkar ve tuğyan cephesinin içimizdeki ve dışımızdaki tapınak şovalyeleri de kaybedecektir.
Milli ve yerli, kendi DNA ve genetik kotlarımıza uyumlu yeni bir Anayasa ‘’Yeniden Büyük Türkiye’ ye açılan kapı demektir. Bu Anayasa Hak ve hakikat çizgisinde ezelden ebede doğru koşan milletimizin ufkunu ve bahtını açacak bir Anayasa olacaktır.
Aksi takdirde kendi ellerimiz ve ayaklarımızdaki batının paslı pranga ve zincirleriyle, sırtımızdaki paslı hançeriyle yaşamaya devam edeceğiz demektir.