Arif Altunbaş
Bir milletin en büyük talihsizliği ona yol gösterip önderlik yapan veya yaptığını zanneden insanların kendi tarih kültür, medeniyet ve değerlerine kör,sağır ve duyarsız olmasıdır.
Hak ederek veya etmeyerek sahip oldukları unvan, makam, mevki ve köşelerin uyuşturucu rahatlığına kapılarak kendilerini Kaf dağında gören, düşünme melekesini yitiren taklitçi insanların ötekileştirdikleri insanları aşağılarda görme cehaleti o ülkede bir kukla aydın despotizmini doğurur.
Bu tipiler, Ziya Paşanın deyimi ile, (1) öykündükleri makam ve mevkilerin insana kişilik, kimlik ve şahsiyet kazandırmadığını bilmezler .
Osmanlıda Tanzimat Hareketi ile başlayan yabancılaşma zamanla milletimizin yerli düşüncesi, ahlakı, sosyal kültürel hayat tarzı ve toplumsal yapısına bir virüs gibi bulaştı. Buna yakalananlar bu hastalığın tesiriyle fikir ve düşünce üretemeyen, zilzurna düşmanına âşık olan, taklitçi türedi bir toplum oluşturdu. Bu hareketin başını çekenlerin çoğu Müslüman kılığına giren dönmeler, İslam toplumunda kâfirlerle kâfir görünmeye çalışan yerli münafıklardan meydana geliyordu.
Zamanla bu kesimin Batı Medeniyeti ve düşünce tarzı onların değer ölçüsü, Batı hayat biçimi kıblesi oldu. Allah’ tan, Peygamberden, İslam düşüncesi ve hukukundan uzaklaşmayı kurtuluş, batı medeniyetine köle olmayı ise özgürlük zannettiler. Bir Asırdan fazla bir zamandır batılı olma, batı Medeniyetiyle bütünleşme hayalleriyle çırpına çırpına battılar. İmanı, Kur’an’ı, Sünneti terk ettiler. Hatta, onlardan uzak durmayı, onlara yabancı ve düşman olmayı çağdaşlık, medenilik, laiklik ve ilericilik olarak kabul ettiler. Bu şaşı ve şaşkın bakışa, bu sapkın batı akıma sahip olana da aydın veya entelektüel denidi. Ötekileştirdikleri insanlar ise çağdışı, gerici ve yobaz olarak dışladılar.
Latin düşünce ve kültürünü siyasi, ticari, ahlaki ve hayat tarzını olarak kabul eden bir avuç sinsi İslam düşmanı, zamanla batı tavsiyesi ve özentisi içinde kurulan devletsisteminin kurumlarının da destek, teşvik ve yardımıyla çağdaşlık adna yabancılaşmayı ve batıya teslim olmayı milletimize dayattılar. Laiklik devletin dini, İslam da milletin dini olarak kaldı.
Başka bir deyişle iman ile küfür, Cami ile Kilise arasında yol arayan çifte standartlı münafıklar ile milletimiz iki ayrı cepheye ayrıldı. Batı düşünce ve fikrini devletin ve milletin yücelme ve yükselme, güçlenme ve kuvvetlenme aracı ve manivelası olarak görme ve göstermeye çalışan batı kuklaları her alanda ve cephede Allah’ın kullarıylaayrıştırıldı ve çatıştırıldı.
Batılı güçler karşısında zayıf düşen Osmanlıyı düştüğü durumdan kurtaracağını iddia edenlerin gerçek yüzleri Osmanlı yıkıldıktan sonra yavaş yavaş ortaya çıktı. Jön Türkler, Tanzimatçılar, meşrutiyetçiler, ittihat ve Terakkiciler, mandacılar Haçlı ordularıyla aynı gaye çizgisinde çalışarak Osmanlıyı yıktılar. Yerine, batılı emperyalistlerin teşvik ve önerdiği kendilerine hizmet edecek batılı bir sistem kurmak için çalıştılar.
Milletimizi ve devletimizi kendi milli, dini, sosyal ve kültürel gerçeklerinden koparıp yozlaştırıp yabancılaştırarak kaleyi içeriden fethetmek istiyorlardı.. Batılıların batının bunca düşmanlığına, ikiyüzlülüğüne, ihanetine ve güvenilmezliğine rağmen hala batılılaşmak için İslam’a, Müslümanlara, İslam medeniyet ve Kültürüne karşı bir asırdan fazla milletimiz ve değerlerine karşı savaştılar. Değişik isimler, partiler, organizeler altında toplanarak İslam’a ve Müslümanlara karşı savaş açtılar.
Toplumumuzun bir kısmı bilerek veya bilmeyerek bunlara uydu. Yılanın kabuğundan sıyrıldığı gibi kendi benlik, kimlik, kişilik ve yerli değerlerinden koptular. Şimdi çıktıkları yumurtanın kabuğunu beğenmeyen alık tavuk yavruları gibi batının artıklarından oluşan çöplüklerde eşinip bizi de kendi kümesinize alın diye Avrupa’nın kapılarında salya sümük yalvarıyorlar.
Haçlılara uyduk kendi cennetimizi terk ettik. Kendi vatanımızda yabancı ve mülteci konumuna düştük. Şimdi tarihi kültürü, dini diyaneti, camisi medresesi, mektebi kışlası, sokağı caddesi ve bütün varlığımızla ülkemiz, yurdumuz ve coğrafyamızla entelektüel körlerin girdiği çokmaz sokakta saplandık kaldık. Batı uygarlığının despotları yerli münafıkların işgal ve istilası altında bir diriliş ve kurtuluş surunu beklemekteyiz.
Yabancılaşmış entel faşistlerin din, tarih, dil ve kültürel işgali altında millet olarak yaşadığımız, görmekte olduğumuz şey bir rüya değil, içinde yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz gerçek hayatın ta kendisidir.
Düşmanına olan aşk belasından kurtulamayan İslam’ın çocukları Haçlılara teslim olmuş sahte Aydın ve yoz entelektüellerin inkârcı eğitim tezgâhlarında hala inat ve ısrarla dokunmaya ve şekillendirilmeye çalışılıyor.
Neredesin ey Millet, ey devlet, ey ülkelerimizi ve milletimizi yönetenler. Bir millete bundan büyük bir ihanet, soykırım, işgal ve istila olur mu?
Şimdi dört yanımızda batılı dost ve müttefik düşmanlarımız. Emperyalizmin puştzulası hain pusuları, Haçlı Siyonist ittifakının katil uzantıları ve Hilal’e karşı uluyan arsız çakallarıyla çevrilmiş durumda abluka altındadır. Peki, bizi bu duruma kimler, hangi adi sistem ve hangi alçak düzen düşürdü.
Bu filmi kaçıncı defa görüyoruz arkadaşlar!
Vay benim garip ülkem, canım, vatanım, Türkiye’m!
***
1- ‘’Bed-asla necâbet mi verir hiç üniforma
Zer-dûz palan vursan eşek yine eşektir.’’