Gerçek liderler devletlerin klasik politikalarını zamana ve şartlara, yeni strateji ve politikalara göre değiştirebilen ve onu yönlendirebilen akıllı ve cesur devlet adamlarıdır. Etrafındaki danışmanlar ordusunun, bürokratlarının veya dış güçlerin yönlendirmesi ve aklıyla hareket eden devlet yöneticileri birilerinin kuklası olmaktan kurtulamazlar. Onlar, kısır döngülerin vesayetçileri ve emanetçileridirler.
Büyük devletleri kuran, uzun soluklu onları yöneten strateji kahramanları o milletin de kahramanlarıdırlar. Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının birçoğu bu özelliklere sahip ender şahsiyetlerdir. Bir kısmı ise mirasyedi, düş ve düşünce fakiri, gelenekçi bir anlayışın figüranı saray tosunlarıdır. Osmangazi, Fatih, Yavuz Kanuni ve Abdülhamit gibi padişahlar kendi şahsına münhasır örnek liderlerdi. Gerçek liderler gelenekçi zırhına bürünmezler. Değişimci ve devrimcidirler. Asla birilerinin kuklası veya taklitçisi olmazlar.
Rusya devlet başkanı Putin’in izlediği politika yer yer devrimci ve değişimci gibi görünmekle birlikte, kötü bir Çar ve Stalin taklitçiliğinden ileri gidemiyor. Etrafındaki sivil ve askeri bürokratları, danışmanları ve stratejistleri ‘’Çar İmparatorluk Rusyası veya Büyük Sovyetler Birliği’’ hayalinin büyüsünden kendilerini kurtulabilmiş değiller. Ayakları yere basmayan, kibirli, saldırgan, akıl ve mantık tutulmasının kışkırttığı, işgal ve istilacı gelecek tasavvurları dört yön ve yedi iklimde başlarını beladan belaya sokmaya yetiyor.
Rus İmparatorluğu veya Sovyetler Birliği düşlerini içlerinde bir türlü bastıramayan yöneticiler ham hayallerin peşinde dünyanın her yerinde hırçın, kavgacı, güce tapan, güce dayanan ve güçle her şeyi halledeceğine inanan güvenilmeyen bir devlet profilinden kendini kurtaramıyor. Çok dinli, çok dilli, çok ırklı, çok kültürlü, çok renkli, çok büyük alanı kaplayan toprağı, devasa ordusu ve silahıyla büyük devlet olunmuyor. Kendi içinde kangren olmuş sorunları aşamayan aciz politikalarıyla iç dünyalarında sessiz ve derinden büyüyen huzursuzlukların da kaynağı oluyorlar. Putin politikaları dışa dönük strateji ve gerilim üreten, silahlanan ve ABD ile güç gösterisi yarışına giren bir devlet olarak Stalin dönemi çağrıştırıyor. Putin de Sovyet politikacıları gibi dışarıda cepheler açarak içerideki sorunları unutturmaya ve bastırmaya çalışıyor. Putin içeride ve dışarıda nereye dönse sorunlarla karşı karşıya olmaktan büyük devlet olma kimlik ve karakterinden çok uzaklarda koşuyor. Nereye yönelse problemler yumağıyla iç içe girmiş ve bir çıkmaz sokağa saplanmış durumda.
Batıda; Baltık ülkeleri ile bitmeyen it dalaşmaları ve askeri gerginliklerle, Karadeniz’ de; Ukrayna krizi, Kırımın işgali, Gürcistan’dan Abaza’yı ayırmasıyla, Kafkaslarda; baskı ve devlet terörüyle, Karabağ’ da; belirleyici güç olma egosuyla, Akdeniz’de; Suriye ve Libya’daki fiili müdahalesi ve kuşatmasıyla, Doğuda; 2. Dünya savaşında işgal ettiği Kuril Takım Adalarını Japonya’ya geri vermemesiyle dünyanın her yerinde ve yönünde, her sınırında ve cephesinde ciddi ciddi bir tehdit unsuru olarak Ortaasya’ da, Kafkaslar’ da, Ortadoğu’da, Balkanlar’da, Avrupa’da herkesi rahatsız ediyor.
Batıda Amerika’nın başını çektiği NATO ittifakının gelişen olayları an be an izlemesi Rusya’ya karşı diş göstermesi Baltık Denizin’ de, Karadeniz’de ve Akdeniz’de iki süper gücü karşı karşıya getiriyor.
Doğudaki durum batıdakinden farklı değil. Belki de daha vahim ve tehlikeli boyutlara doğru yelken açmış gidiyor. Durum her gün biraz daha gerginleşiyor. Çin’ in durdurulamayan büyümesi, ham madde kaynakları ve Pazar payını dünya çapında yaygınlaştırmasıyla dünyayı kuşatması kendini dünyanın biricik yenilmez gücü ve jandarması sanan ABD’ yi iyiden iyiye hırçınlaştırmaya yetiyor. Bütün bunların üstüne Güney Çin denizindeki Çin’in askeri faaliyetleri, her gün biraz daha gerilen ve gerginleşen Tayvan sorunu ABD, Hindistan, Avusturalya, Yeni Zellanda ve Japonya’yı harekete geçirip doğuda NATO gibi büyük bir cephe oluşturdu bile.
NATO ile Baltık ve Kuzey denizinde, Karadeniz ve Akdeniz’de karşı karşıya gelen Putin Rusya’sı AB ile yaşadığı ambargolar, Bulgaristan, Romanya ve Polonya’nın NATO ittifakına girmesi, ABD tarafında doğudan çepeçevre kuşatılmışlığını da hesaba katarak kendisini Çin ile birlikte hareket etmeye zorluyor.
Rusya’ya nereden bakarsanız bakın, nasıl yorumlarsanız yorumlayın, hangi kıriter ve stratejiye göre değerlendirirseniz değerlendirin yoldaş Putin Çar Petro ve Stalin yolunda emin adımlarla bir derin bir krize, karanlık ve belirsiz yarınlara doğru koşuyor.
Siyaset bilim otoriteleri; ‘’ Dünyada eski İmparatorlukların devamı niteliğinde 3 güç ortaya çıkmaktadır’’ tespitinde hem fikirler. Bunlar Çin, Rusya ve Türkiye. ABD ve AB ise yaşadıkları ihtişam ve zenginliğin zirvesine ulaşmış ruh ve düşünce planında çürümüş, kokuşmuş bir durumdalar. Eylem ve söylemleriyle de kurdukları vahşet imparatorluğunun son tangosunu oynuyorlar.
Buradan bizim çıkarılacağımız ders; Türkiye ne ABD ve AB’ ın, ne Rusya ve Çin’in gerilim politikalarının bir parçası olmamalı, dengeler politikasını iyi ayarlamalı, kendi yolu ve çizgisinin kadim tarihi koşusu istikametinde yoluna devam etmelidir. İnsanlık tarihin hiçbir döneminde savaşların ve gerilim politikalarının yapıcı bir rol oynadığına şahit değildir.
En tesirli ve kalıcı güç; sert, yakıcı, yıkıcı ve zorba olanı değil yapıcı ve insanlığı kuşatan ve kucaklayan yumuşak güçtür. İslam Medeniyet ve Kültürünün usulü ve üslubumuzun yoludur bu. İnsana insanca yaklaşmak ve yaratandan ötürü yaratılanı hoş görme erdemliliğinin politikasını sürdürmek.
Arif Altunbaş, Haber 7