12 Mart günü sosyal medyada İstiklâl Marşı’nın milli marş olarak kabulü ile ilgili çokça paylaşım yapıldı. İstiklâl Marşı’nın sadece milli marştan ibaret olmadığı, dini damarımıza basan da bir marş olduğu ifade edildi.
Ama yazarı Mehmet Akif Ersoy ve onun hayatının hazin sonu pek bilinmez. Bugün biraz o konuya değineceğiz…
Mehmet Akif Ekim 1925’te ülkesini sessizce terk etmek zorunda kalmıştı. Sebebi de sanki ihanet etmiş biri gibi polisler tarafından takip edilmesi ve bunu kendine layık bulmayışıydı.
11 sene dışarıda sürgün hayatı yaşamıştı Mehmet Akif. Dışarı gitmesi onun hayatında bir değiştirmedi. Mısır’da, bazen başka ülkelere gittiği zamanlarda da Türkiye Hükümeti takip ettirmişti onu.
Sene 1936 idi. Yine sessizce vatan topraklarına gelmişti. Çünkü hastaydı ve son zamanlarını kendisine İstiklâl Marşını adadığı topraklarında geçirmek istiyordu.
Hükümet bu haberi gazetelerden aldı. Tabi hemen harekete geçtiler. Yine takibe başladılar. Hatta bunun kayıtları bile yasağı 2001’de kaldırılan “İRTİCA-906” takibat belgesi ile ortaya çıkacaktı.
Bu takibat içerisinde hayatını kaybetmişti Akif. Cenazesi Beyazıt’ta, caminin avlusundaydı. Tabutun başında birkaç kişi vardı sadece. Oradan geçen üç üniversiteli genç bu tabutun içerisindeki adama acıdılar. Kendi kendine kim bilir kim, belli ki kimsesi yok dediler. Dayanamadılar sordular bu tabutun içerisindeki kimdir diye…
Alacakları cevap onları şoke edecekti. Çünkü o tabutun içerisindeki kendisini bu vatan topraklarına adayan Mehmet Akif’ti. Hemen İstanbul Üniversitesine koştular, bütün öğrencilere haber verdiler ve büyük bir Türk bayrağı bularak doğru tabutun başına koştular…
Yavaş yavaş herkes alana yığılıyordu. İşin garip tarafı ve acı tarafı Hükümetin bu haberi radyodan duymasıydı. Bu adam bunu hak etmemişti…
Ama ona hak ettiğini bu millet verecekti. Mehmet Akif’in tabutu Beyazıt’tan Zeytinburnu’na kadar omuz üstünde tekbir verilerek getirilecekti. İstanbul daha önce böyle kalabalık bir cenaze görmemişti.
Bu başka bir sevgiydi. Devletin vermediği değeri millet son görevini yaparak vermişti. Ama olsundu, zaten bu ülke için savaşanlar yalnız yaşarlar ama tabutu binlerin omzunda taşınırdı.
Mehmet Akif de böyle bir sonla defnedilmişti. Beyazıt’ta cenazeyi gören üç genç orada bir kıvılcım çaktı ve binler sokaklara döküldü.
Devlet Mehmet Akif’e İRTİCA-906’yı layık görürken, millet tekbirlerle defnedilmeyi layık görmüştü.
Devlet sadece ona sahip çıkmamıştı. Oğlu da aynı sonla ölüme gitti. 1966’da bir çöplükte ölü bulundu. Neredeydi bu devlet. En yaramaz çocuğuna bile baba kıyamaz da bu adamlar devletimizin önemli parçalarıydı.
İşin garip tarafı da birilerine yaranmak için bunların saklanmasıydı tabi. Bunlar bizlere ders kitaplarında anlatılmadı. On kıtayı ezberle geç. Eğer bu anlatılsaydı inanıyorum ki on kıtayı daha çok kişi sular seller gibi okurdu.
Her zaman inandığım şey, bilinç, bilinç, bilinç… O olunca tarih bir başka sahiplenilir…
Allah mekanlarını cennet eylesin…
Selam ve dua ile…
İBRAHİM YAVUZ