Cumartesi , 27 Nisan 2024
Son Dakika Haberler

OTOBÜSÜN ÜZERİNDE TİTREYEN ADAM BÜLENT ARINÇ DEĞER MİYDİ

Yukarıdaki başlığı 12 Eylül 2015 Cumartesi günü atmış ve gün gelir de lazım olur diye bilgisayarımın masa üstüne kaydetmiştim. Dört buçuk ay sonra başlığın altını doldurma vakti gelmişti. Başlığı attıran gelişme ise Bülent Arınç’ın Ak Parti’nin 5. Olağan Büyük Kongresi öncesinde Habertürk televizyonunda Veyis Ateş’e yaptığı açıklamalar olmuştu. O programda söylediklerini özü şu idi: “Gül parti kurmaz ama bizi imtihan etmeye kalkmasınlar. Eskiden “biz”dik, şimdi “ben”e döndük. Fitne partime ve liderime zarar veriyorsa kenara çekilmek lazım. Troller ve bazı gazetelerde kümelenmiş haysiyet cellatları… Gül de ben de dolgu malzemesi değiliz.” Kongre öncesinde yaptığı açıklamalar o günlerde epeyce tartışılmıştı.

Son olarak Aydın Doğan televizyonunda yaptığı açıklamalar halen tartışılmaya devam ediyor. Söylediklerinin doğruluğunda veya yanlışlığında değiliz. Sözlerinin muhatapları gereken cevabı verecektir.

Bülent Arınç’ın şahsiyeti, kişiliği de bizi ilgilendirmiyor. Onu yakinen tanıyanlar nasıl bir ruh haline sahip olduğunu bilirler. Fakat bizim bildiğimiz ve gördüklerimiz var. Hepsini burada yazacak değiliz. Bülent Arınç taşlaması da yapmanın gereği yok. Eleştiri yaptı öyleyse vurun abalıya da demiyoruz. Ama hiç mi bir şey demeyeceğiz. Çok iyi yaptı, çok yerinde yaptı, çok da zamanında yaptı mı diyeceğiz?

Bulundukları siyasi ortamdan ve gelişmelerden rahatsızlık duyanlar neden hemen düşman saflarına geçip salvo atışlarına başlıyor? Bu bir ötekileştirme değildir. Konuştuğu kanal, konuştuğu programcı ve kanalın sahibinin duruşu nedir? Yıllar yılı Müslümanlara kan kusturanlar bunlar değil mi? Attıkları manşetlerle Müslümanları ve onların siyasi temsilcilerini yerden yere vuran bunlar değil miydi? Askerlerle bir olup rahmetli Erbakan hocamıza siyasi hayatı zindan eden bunlar değil miydi? Sayesinde en üst makamlara geldiğin Cumhurbaşkanı için “muhtar bile olamaz” başlığı atanlar bunlar değil miydi? Sen dememiş miydin “bundan sonra torun bakacağım” diyen. Ne oldu? Sessiz ve sakin oturmak zor mu geldi? Sen konuşunca kimlerin sevindiğine, kimlerin bayram yaptığına baktın mı? Halen görevdeki bir isim olsaydın bunları söylemeye cesaret edebilir miydin? Anlaşıldı sen de Ankara Hastalığı’na yakalanmışsın. Ankara hastalığı siyasetçilerin yakalandığı bir hastalıktır. Ben olmazsam olmaz, yapamazlar, edemezler, beceremezler, ellerine yüzlerine bulaştırırlar, bunlar daha evrak imzalamayı bile bilmezler. Yok, olmaz, bu işleri bunlara bırakamayız. Siyasetin içinde olmasak da Ankara’da olmamız lazım. Her an birilerine lazım olabiliriz, işte o zaman devreye gireriz beklentisi bu hastalığa yakalananlara Ankara nöbeti tutturmaktadır. Vekil olmadan Ankara’yı tanımayanlar vekil olduktan sonra Ankara’nın hastası oluyorlar. Siyasetten çekiliyorlar, yaş geçiyor yine de Ankara’dalar. Birçoğu Ankara nöbetine öldükten sonra da devam ediyor, cenazesinin Ankara’da defnedilmesini vasiyet ediyor.

Otobüsün üzerinde titreyen adam olarak Bülent Arınç’ı iyi biliriz. Gezi Olayları sırasında ikircikli konuşmalarını biliriz. Taksim Platformu’nu kabulünde yaptığın konuşmayı da biliriz. Paralel Yapı olayları karşısındaki tutumunu da biliriz. Ama o otobüsün üzerindeki titremeni hiç ama hiç unutamayız. Erdoğan Afrika’dan döndüğünde Atatürk Hava Limanı’nda yüz binler tarafından karşılanmıştı. Ülke çok gergindi ve herkeste bir endişe vardı. Gezi kalkışması ülkeye geneline yayılan bir ayaklanmaya dönüşebilirdi, zira teşebbüsler oldu. Sen gezicilerin taleplerinin makul olduğunu söylemiş güya gaz almıştın ya. Adam Afrika’dan geldi, otobüsün üzerine çıktı gezicilere ve onların şahsında tüm pazarlamacılarına meydan okudu. On andaki görüntülerine bir kez daha bakmanı tavsiye ederim. Zira otobüsün üzerinde korkudan titreyen sadece sen değildin, senin gibi niceleri vardı. Adam ortaya duruş koydu, tavır koydu, irade koydu. Kıvırmadı, esnemedi, korkmadı. O yüzden o lider oldu. Siz birilerini okurken o sadece ve sadece milleti okudu. Millet de kendinden olanı getireceği yere getirdi.

Bülent ağabey sen kötü adam değilsin, dürüstlüğünden hiç şüphemiz yok. Değer miydi? Bilumum İslam düşmanlarını sevindirmeye değer miydi? Ak Parti hasımlarını, düşmanlarını sevindirmeye değer miydi? Pensilvanya konusundaki durumunu da biliyoruz, peki değer miydi? PKK’lıları sevindirmeye değer miydi? Dediklerini tartışmıyoruz, onları tartışanlar zaten vardır. O kanala gitmeye değer miydi? Onlarla aynı safta görüntü vermeye değer miydi? Senin daha önce yaptığını yapan adamları hatırlıyor musun? Sadettin Bilgiç, Ferruh Bozbeyli, Kamuran İnan, Mehmet Yazar, İsmail Cem, Nuri Bayar, Abdüllatif Şener, Erkan Mumcu, Lütfullah Kayalar, İdris Naim Şahin, İdris Bal. Bu isimleri hatırlıyorsun değil mi? Bunlar da ana damardan koptuklarında hemen karşı mahallenin gazetelerine, televizyonların koştular, karavana atışı yaptılar, dağarcıklarında ne varsa hepsini harcadılar. Sonra ne mi oldu? Selpak mendil ne olduysa onlar da aynı oldular. Kullanıldılar ve atıldılar. Değer miydi Bülent Ağabey.

Zaman zaman paylaştığım bir anekdotla bitirelim.

“Sahabenin önde gelen isimlerinden Ka’b b. Malik, Tebük seferinin dışında hiçbir seferden geri kalmamıştı. Akabe’de Peygamberimizle görüşenler arasındaydı. Tebük seferi öncesi imkânları hiçbir sefer sırasında yoktu. Fakat yüreğinde esen fırtınalar onu bu seferden alıkoymuştu. Gider gibi yapıyor, her seferinde geri dönüyordu. Ordunun seferden döndüğünü haber alınca üzüntü ve keder bütün benliğini kaplamıştı. Nasıl bir yalan söyleyip de peygamberin öfkesinden kurtulacağının hesabını yapıyordu. Ailesinden kime danıştıysa peygambere yalan söylememesi gerektiği ikazını alıyordu. Sefere katılmayan yaklaşık seksen kişi mescide gidip mazeretlerini beyan edip özür dilediler, teyid için yemin ettiler, peygamberimiz biatlerini kabul etti, mağfiretleri için dua etti.

Ka’b b. Malik: “Seferden kalışım hakkında hiçbir mazeretim yok. Vallahi senden geri kaldığımda her zamankinden daha güçlü, daha zengindim.” Bu sözler üzerine Hz. Peygamberimiz şöyle buyurdu:

“Gerçekten bu doğru söyledi. Ey Ka’b haydi kalk, Allah hakkında hüküm verinceye kadar bekle!”

Ka’b b Malik’in konumunda olan iki kişi daha vardı. Mürare b. Rabi’ el- Amrî ile Hilâl b. Ümeyye el Vâkıfî. Mescid’de, çarşıda, yolda hiç kimse bunlarla konuşmuyor, bunların selamını almıyor, yüzlerine bakmıyordu. Peygamberimiz bu üç isimle konuşulmasını yasaklamıştı. Diğer ikisi hastalanmış, evlerine kapanmışken Ka’b b. Malik genç ve sağlıklı olduğu için ayaktaydı. Müslümanlarla konuşabilmek için ne yaptıysa sonuç alamadı. Üzüntüsünden, kahrından ağlıyordu. Bu durum 50 gün kadar sürdü. Ka’b’ın yaşadığı bu durum, dostluğu bulunan Ğassan Meliki’ne kadar ulaşmıştı. Ka’b’a mektup yazarak:

“Haber aldığıma göre senin arkadaşın (Hz. Peygamber) sıkıntı veriyormuş. Allah seni hakaret görecek ve hakkın zayi olacak bir mevkide yaratmamıştır. Orada durma, bize katıl. Sana bütün imkânlarımızı tahsis edelim.”

Ka’b b. Malik mektubu okuduğu zaman, “İşte bu da belalardan birisidir.” demiştir. Müslüman olmayan birisinin Hz. Peygamber karşısında kendisine sahip çıkmasını belalardan bir bela olarak nitelendirmiş ve mektubu ateşe atarak yakmıştır.”

Allah’ım!

Biz insanız yanılırız. Senin düşmanlarını sevindirecek hallere düşmekten sana sığınırız.

Ömer Naci YıLMAZ

Ö.Naci Yılmaz *

Tüm Yazıları →
Ö.Naci Yılmaz

Ayrıca Bakınız

GİYDİRİLMİŞ KERESTELER

Ömer Naci Yılmaz   Galatasaray ve Fenerbahçe takımları arasındaki Süper Kupa maçının, Suudi Arabistan’da oynatılmamasından dolayı …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir