Sahibi olduğunu veya olacağını zannettiği dünya malı için nice insan bu dünyayı terk etti. Tarih bu konuda ne büyük kavgalara, acılara ve yürek yangınlarına tanıklık etti. Milletlerin ve devletlerin hayatına mal olan dünya malı kavgası bireysel alanda nice insanın da kaybına neden oldu. Edebiyatımıza, türkülerimize, ağıtlarımıza ve destanlarımıza konu olan bu kavga neyin nesiydi? İnsanımız bu kavgayı neden verir?
Aslında meselenin kaynağında yanlış din algımız vardır. Zira herkes rızık verenin Allah olduğuna inanıyor, bunda hiç tereddüt yok. Fakat insanımız inandığı Allah’a güvenmiyor, güvenemiyor. Güvense mal için kavga etmeyecek, bir karış yer için kardeşini, amcasını, dayısını öldürmeyecek. Dünyasını ve ahiretini yakmayacak. Allah’a güven meselesi Müslümanlar açısından oldukça sıkıntılıdır. Güvenemediği için zekâtını vermiyor; güvenseydi azalacak korkusunu yaşamayacaktı. Fakat bu korkuyla yaşıyor. Hayret bir şey ki bu korkunun korkutanı da şeytanın ta kendisidir. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder. Allah ise size katından bir bağış ve daha fazlasını vaad eder. Allah (rahmet ve bağışıyla) sınırsızdır, her şeyi bilendir.” (2/Bakara, 268) Rabbimizin buyruğu açıktır. Bu ilahi emre mi tabiyiz yoksa şeytanın sünnetine mi tabiyiz? Öncelikle bu konuda netleşmemiz gerekmektedir. İnsanımız Allah’a gereği gibi güvenseydi elinde olanda başkalarının da hakkı olduğunu bilir ve ona göre infak ederdi. Bunu da yapmıyor. Valla bu işin şakası yok. Bu iş karşılıklı konuşunca anlaşılacak, öğrenilecek bir mesele de değildir. Herkesin kendince bir mazerete ve bir cevabı vardır. Unutulmaması gereken bir hakikat var ki hangi cevabı verirsen ver Allah seni de cevabını da ciddiye almayacaktır. Sadece ve sadece kendimizi kandırmış oluruz. Samimi olarak sorgulamadan, düşünmeden ve gereğini yapmadan bu konuda terbiyeli olmamız mümkün değildir. Yastığa başını koyacaksın, gözünü tavana dikeceksin ve düşüneceksin. Ben inandığım Allah’a yeterince güveniyor muyum? Güveniyorsam içimdeki bu mal tutkusu nedir? Bu sorulara doğru cevapları aradığımızda nasıl davranmamız gerektiğini öğreneceğiz. Öğrendiğimizi hayata geçirdiğimizde problem kalmamış demektir.
Herkesin yaşadığı yerden bildikleri ve duydukları vardır. Mal yüzünden, bir karış toprak yüzünden, miras yüzünden sonu ölümle bitti diye başlayan kavgaların hikâyeleri arasında büyüdük. Bunların içerisinde bizim tanıklık ettiklerimiz de olabilir. Ne kadar da acı bir durum. Paylaşmanın öğretmeni olan sevgili peygamberimizi takip etmemiz gerekirken, kavganın ilk öğretmeni olan Kabil’i takip ediyor olduk. Şekilde peygamberin sünnetini takip ederken ve bunu da büyük bir marifet sayarken davranışta gittik de kardeş katili Kabil’in izinden gider olduk. Mal problemi aslında basit bir mesele değildir. Allah’a olan teslimiyetimizin bir an bile bozulmasının sonuçları insanı dünyasından da ahiretinden de edebilmektedir. Bu konuda kendimizi yeniden bir teste tabi tutmamız gerekmektedir.
Başlığımız olan “Dünya Malı İçin Dünya’dan Göçenler” cümlesinin orijinali şöyleydi: “Dünya Malı İçin Dünya’dan Göçen Enayiler.” İfadeyi bir edebiyatçı kardeşimiz paylaşmıştı. Sonuçları itibariyle bu tür kavgaları değerlendirdiğimizde varacağımız nokta ne yazık ki “enayilik” olmaktadır. Ve bu Müslümanlara, peygamberimizin ümmeti olan bizlere hiç ama hiç yakışmamaktadır.
Ömer Naci Yılmaz