Geçtiğimiz haftalarda Başbakan Davutoğlu’nun Mimar Sinan Haftası nedeniyle düzenlenen “Medeniyetimizin Mimarlarından Sinan’ı anmak” toplantısında yaptığı konuşmadan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan da Sabah gazetesinin “Kentsel Dönüşüm ve Akıllı Şehirler Kurultayı”nda konuştu. Konuşmalar, bundan önceki şehir konuşmalarının bir devamı niteliğinde, danışmanların konuşma metinleri stoklarından çıkarılıp güncellenmiş gibiydi. Yâni, günümüzde pratik karşılığını görmenin pek mümkün olmadığı, şehre karşı plâtonik bir söylev niteliğinde idiler. Çünkü karşılarında ne kendilerini duyan şehir vardı, ne de kendilerinin duyacağı ve hissedeceği şehirler!
Kurultaya verilen isim şehirlerimizin düşürüldüğü “kimliksizlik çukuru” ve “kentsel dönüşüm ifsadı”nın devam edeceğini ve akıbetinin nerelere sürükleneceğini gösteriyor sanki: “Kentsel Dönüşüm ve Akıllı Şehirler.”
Şehre dair sahih, tarihî çağrışımları olan, medeniyet birikimimizden mülhem,modern zamanları da kuşatan kavram üretememe kabızlığı hemen dikkati çekiyor. “Kentsel dönüşüm” gibi bayatlamış, kullanıla kullanıla içi boşaltılmış bir kavrama İngilizce “Smart Cities”den aparılmış “akıllı şehir” yoldaş kılınarak, tedavüle sokulmuş fantezi bir kavramla mest olunmuş şekilde yola devam edileceği müjdeleniyor(!)
Aslında “kendi şehri”nden habersizliğin ve “kendi şehri”ni terketmenin trajik bir itirafı ve ifadesi olan bu hal, şehircilikte ihmali de aşmış bir ifsada doğru hızla sürüklenmekte olduğumuzun hazîn beyanıdır.
İlgili bakanlıklardan birinin web sitesinde kavramın intihali ustaca tanımlanıyor:
“Akıllı Kent tanımı dilimize İngilizce Smart Cities kavramından çevrilerek kazandırılmış bir tanımdır. Bununla birlikte Akıllı Kent tanımının yanı sıra Bilişim Kentleri (informatic cities) Sayısal Kentler (digital cities) tanımları da kullanılmaktadır….Bu alanda danışmanlık hizmeti veren bir uluslararası firmanın tanımında da “Akıllı sistemler kent yaşamında ve toplumlarda davranış değişiklikleri oluştururken, bir yandan da düşük karbon salınmasına, ekonomilerin gelişmesine yol açan, teşvik edici faaliyet seçenekleri sunmaktadır.”
Türkiye Cumhuriyeti Kalkınma Bakanlığının Bilgi ve İletişim Teknolojileri Destekli Yenilikçi Çözümler Ekseni Mevcut Durum Raporu (Şubat 2013) belgesinde Akıllı Kent yapılanması şöyle tanımlanmaktadır. “Günümüzde kentlerin yasadıkları sorunları çözmeyi ve kentlerde yasayanların hayat kalitesini artırmayı amaçlayan “Akıllı Kent” çözümleri önem kazanmaktadır ve dünyadaki pek çok şehirde hızla uygulamaya geçirilmektedir. Akıllı Kent çözümleri temelde Kent Bilgi Sistemi (KBS) ve Coğrafya Bilgi Sistemi (CBS) gibi kentlerin bilgi teknolojileri altyapı sistemlerine bütünleşmiş ve gerçek-zamanlı bilgiye dayalı karar almayı mümkün kılacak şekilde hayata geçirilmektedir. Akıllı kent çözümleri enerji, su, ulaşım, kentsel hizmetler ve sağlık hizmetleri başlıkları altında incelenebilmektedir.”
“Aklı karışıklar”ın “Akıllı kent”lerle nasıl bir şehir tasarlandığı ortada.
Bu müthiş buluştan (!) şehirlerimizin gelecekte nasıl bir teknolojik depo olacağını ve insanın sadece biyolojik ve gastronomik bir canlı olarak hayatını sürdürmesi gerektiğini iltizam eden bir “kent tipi” olduğunu kestirebilmek mümkün. Zira en basit şehirleşme sorunlarını çözemeyen, bu konuda hiçbir felsefi ve ontolojik kaygı taşımayan politik ve idari bir zihniyetin, çapının ve kapasitesinin çok ötesinde iri laflar etmesinin topluma mutlaka bir faturasının olacağını tahmin etmek için müneccim olmaya gerek yoktur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söz konusu kurultayda yaptığı konuşmada “Kentsel dönüşümü bir proje, bir hayal olmaktan çıkartıp, fiilen gerçeğe dönüştürmüş oluyoruz.” diyerek tek parti iktidarının 14 yıllık şehircilik politikalarındaki “seyyiât”larını “hasenât” olarak nitelemesi, şehirlerimizin geleceği konusundaki endişemize yeni “eyvah!” ve “veyl!”ler ekleyecek gibi görünüyor. Herhalde kendisini enforme eden Şehircilik Bakanlığı, TOKİ veya şehircilikten sorumlu danışmanları veya diğer bilgi kaynakları TOKİ’nin ihtida ettiğine, yaptıklarından nâdim olduğuna dair bulgular olduğunu ifade etmişler ki Cumhurbaşkanı bunları söylüyor. Erdoğan “Biz toplu konutta artık özgün mimariyi, yerel mimariyi hayata geçirmenin gayreti içerisindeyiz…” dese de 10 yıl önceki konuşmalarda da aynı şeylerin altını çizdiği, değişmeyen ritüelle danışmanlarının onları “repeat” ve “update” ettiğini görüyoruz. Biz bu retoriğe yabancı değiliz, âşinayız…
İşin bir diğer ilginç yanı, Cumhurbaşkanı ve Başbakan bir yandan “tarih-medeniyet-şehir-mimarî” gibi tedâisi zengin kavramlardan vazgeçemez ve şehirlerimizin mutlaka tarihî sürekliliği olması gerektiğine dair nutuklar irâd ederken, diğer taraftan hâlâ “kentsel dönüşüm”ü “akıllı kentler”le tahkim etme vaatlerini nasıl anlamalı? Bu dönüşüm seferberliğinin Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ve “gökdikenleriyle mâlûl”, geçmişte yaptıklarından gelecekte yapacakları zaten belli müteahhitlere havale edilmesini nasıl yorumlayalım?
Cumhurbaşkanı konuşmasında ikaz mahiyetinde “TOKİ ve müteahhitlerimiz yeni bir döneme geçmeli” diyerek “TOKİ’nin yatay mimarî, mahalle kültürü, yöresel mimari konseptleriyle belediyelerle yürüttüğü ortak projelerle takdir ettiğim adımlar attığını görüyorum. İnşallah görmeye devam edeceğiz. Alan itibariyle sıkıntılı olduğumuz yerlerde dikey mimari kullanılabilir ama dikey mimariye gerek olmayan yerlerde bizim özgün mimarimizi kullanmak suretiyle gerçekten dünyaya yerleşimde farklı mesajlar vermeliyiz. Artık vatandaşlarımızın da bu yönde beklentileri ortaya çıktığı için müteahhitlerimiz de kendileri yenilemek durumunda kalıyorlar.” Şeklinde haklı bir talep ve misyonun altını çiziyor.
Bu temennilere katılıyor ve karşılığını görmeyi umuyoruz.
Ancak endişeliyiz ki; bizim görüp takdir edemediğimiz ama Cumhurbaşkanının takdir ettiği TOKİ’nin eliyle devam edecek olan kentsel dönüşümlerle, “böyle gelmiş böyle gidecek” olan şehir seyyiatlarına yenileri eklenecek. Çünkü bugüne kadar bizi yanıltan, eleştirilerimizi tekzip eden bir eser ortaya çıkmış değil. Çıkması için de tedrisattan geçmiş kadrolar nâmevcut.
Bu eleştirilerimizi, şehrin bir ontolojik vakıa olduğuna, mânâ taşıdığına ve insanın ahiret sorumluluğuna tekabül eden bir mes’uliyetle inşa edilmesi gerektiğine ilişkin yapıyoruz. Bu konuda rahmetli CANSEVER’in “Ahiretin sorumluluğunu taşımak ve dünyayı güzelleştirmek” isimli manifesto niteliğindeki konuşma metnini ilgililere “yol haritası” niteliğinde tavsiye ederiz.
Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın gerçekten şehircilik konusunda ciddi endişeleri olduğuna inanıyoruz. Ancak, “işler vakitlerine rehinlidir” (Şems-i Tebrizi Menakıb’ül Ârifin) hikmetince/hükmünce/ölçüsünce aradan 14 yıl geçmesine rağmen bir türlü şehircilikte tarihî şehir müktesebatımızın modern zamanlarda sürdürülebileceğine ilişkin bir emare ortaya konulamamış, aksine şehirlerimiz ıslah ve ihya adına işgal ve imha sürecine girmiştir. Yâni bir türlü ihya ve inşa için vakit tamam olmamıştır!!!
Bütün bu tenkitlerimizi bir an dondurarak, Şehircilik üzerindeki rehnin kaldırılmasının vaktinin artık geldiğine inanmak istiyoruz !
İnanmak istiyoruz ama gidişatın encamından ötürü mutmain olamıyoruz Bu konuda da, her ne kadar sağlığında itibar edilmemiş ve feryâdı duyulmamış olsa da, “öldükten sonra eserleriyle yaşayan”, şehircilikte günümüzün yegane referansı olan, tükenmez ve her an yenilenen bir menbâ olan rahmetli Muhakkik Mimar Turgut Cansever’in feryâd eden sesi duyulabilecek, eserleri anlaşılabilecek midir? Bu konuda ilgililerin anlamaya ve kavramaya matuf terminolojik bakışı,idraki, eli, var mıdır? Bu sorulara müspet bir cevap veremiyoruz..
Hiç zannetmiyoruz. Eğer ülkemizin her alanda geçirdiği dönüşüm sancılarına şehir ve mimarîde de bir kapı aralanacaksa, bu tarihî kavşaktaki dönüşümün adı ve adresi Turgut Cansever olmalıdır!
Her şeye rağmen, ümitvar olmak için kendimizi zorluyoruz. Bir ülkede bir Cumhurbaşkanı ve bir Başbakan büyük topluluklar ve kamuoyu önünde bu şekilde konuşmalar yapıyorlarsa hâlâ bir ümit var mıdır acaba? Diye, bize has bir ümitle ye’se düşmekten kurtulmak, ümitvar olmak istiyoruz.
Neticede diyoruz ki; hiçbir dua boşluğa gitmez. Cumhurbaşkanının da Başbakan’ın da önemli ihtar ve ikazları var. Ancak bilmek lâzımdır ki; fetva (hüküm, irade) makamında bulunanların şekvaya hakları yoktur! Yani hükümfermâ olanların hiçbir şikayet ve mazerete sığınmaya selâhiyetleri yoktur.
Ağızlarda nakarat olarak dolaşıp dudak tiryakiliğine dönüşen ve hakikati giderek kaybolan “şehir ve medeniyet” konusunda bir hatırlatma niyetiyle, Cansever’in yalın fakat derin muhtevalı tarifleriyle bitirelim yazımızı:
“Şehir, ahlakın, sanatın felsefenin ve dini düşüncenin geliştiği ortam olarak, insanın bu dünyadaki vazifesini, en üst düzeyde varlığın anlamını tamamladığı ortamdır. Bu idrak, şehir biçiminin oluşmasını sağlar ve insanın en üst gelişme düzeyine ulaşmasının temeli olur…”
“Medeniyet dediğimizde, bir çağın dünyaya özel bakış tarzı çerçevesi içerisinde ürettiği bir düzeni, o düzenin içerisindeki ögeleri kastediyoruz.”
Geleceğin şehirlerini inşa iddialı iktidarın samimiyet ve liyakat kesbi Cansever’i idrak edebildiği ölçüdedir.