Hicri Yılbaşımız tüm İslam Alemine hayırlar getirsin.. Yol arkadaşımı özlüyorum..“
Mahmut Osmanoğlu
Hicret Koşusunu yapmıştınız birlikte değil mi? …O koşuyu anlatabilir misiniz?
Hicret koşusu fikrini ortaya atan bendim. 12 Eylül öncesinde, ideolojik duyarlılıklar oldukça yüksek noktada, herkes davası için bir şeyler yapıyor. O yıl hicretin 1400. yıldönümüydü. Hicri 1400 münasebetiyle ne yapabiliriz diye düşünmeye başladım. Bir şekilde topluma Hicret’i anlatmalıydık. Bu tarihi anda, elimiz kolumuz bağlı duramazdık, bulunduğumuz yerde durup birinin bir şeyler yapmasını bekleyemezdik.
O günlerde Akıncıların Kayseri’de Kudüs Mitingi vardı. Bahattin Ağabey’e “Erzurum-Kayseri arası ne kadar sürede koşabileceğimizi tespit edelim, sonra koşarak miting öncesi Kayseri’ye ulaşalım. Bu koşunun adını da ‘Hicri 1400/ Hicret Koşusu’ koyalım. Yolda gördüğümüz insanlara, geceleyin bizi misafir edecek, kalacağımız ya da karşılaşacağımız insanlara da ‘Hicret nedir, Peygamberimiz (s.a.v) niçin hicret etmiştir, Hicretin sebepleri sonuçları nelerdir, günümüz insanları için
Hicret ne anlam ifade etmektedir? Bütün bunları anlatalım.” dedim.
12 Eylül öncesinde iller, ilçeler hatta mahalleler paylaşılmıştı. Böyle ideolojik amaçla, propaganda yaparcasına bir eyleme çıkmak çılgınlıktı. Öyle kendi halinde normal bir yürüyüş yapmak bile tehlikeliydi. Oldukça uzun bir mesafe ve zor bir hadiseydi. Bahattin Ağabey: “Çok güzel bir fikir, peki nasıl yapacağız?’ dedi. İkimiz koşacaktık, Celalettin Karakoç arkadaşımız da önden gidip kalacağımız yerleri ayarlayacaktı. Kararımızı diğer arkadaşlarla paylaştık. Üniversitedeki arkadaşlarımız bir sabah bizi uğurladılar. Üniversitenin giriş kapısında büyük bir topluluk bizi yolcu etti. Erzurum’dan yola çıktık. O şekilde “Hicri 1400 / Hicret Koşusu” başladı.
İlk gün Erzurum-Aşkale arası koştuk.100 km’den fazla bir mesafe. Biz günde 70 km koşmayı düşünüyorduk. O gün Aşkale’ye yakın bir noktaya gelmiştik. Bir anda koşarken Bahattin Ağabey kayboldu. Allah Allah ne oldu acaba dedim. Geri döndüm, ona baktım. Meğer ayağı kaymış, düşmüş. Kayınca ayağı incinmiş. Zor da olsa Aşkale’ye kadar gittik. Orda bizi arkadaşlar karşıladılar. Fakat o düşmeden dolayı Bahattin Ağabey ayağını incitti, koşamaz hale geldi. Benim durumum da hiç iç açıcı değildi. Yeni bir ayakkabı almıştım, koşu için. O ayakkabıyı denememiştim bile. Koşmaya başladık, ilk gün 100 km koşunca ayakkabı ayağımı vurdu. Ayaklarım su topladı. Sabah bir kalktık ayaklar kazık gibi. Koşuya devam etmek zorundayız. Ben baktım, ayakkabılar ayağımı vuruyor ama koşabiliyorum. Bahattin Ağabey ayağını incittiğinden, yürüyebiliyor ama koşamıyor. Nasıl yaparız, dedim. Bir çözüm bulmalıydık.
Bahattin Ağabey’ e şöyle bir teklifte bulundum. “Ağabey ben koşayım, belli bir mesafe gidince ben durur, ilerde seni beklerim. Siz de yürüyerek oraya gelirsiniz. Bu şekilde koşuyu sürdürürüz.” dedim. Öyle de yaptık. Ben koşup bekleyerek, Bahattin Ağabey yürüyerek Erzincan’a kadar gittik. Erzincan’a vardık, Bahattin Ağabey bitmişti, devam edemeyecekti. Erzincan’da Bahattin Ağabey’in ayağının iyileşmesi için ara vermeliydik. Birkaç gün Erzincan’da kaldık. Bu hesapta olmayan olaydan sonra Sivas’tan başladık. Sivas’tan Kayseri’ye kadar koştuk. O dönemde gerçekten böyle bir koşu göze alınabilecek bir iş değildi. Planladığımız gibi gittiğimiz her yerde, misafir olduğumuz yerlerde insanlara Hicret’i anlattık.
Sivas’ta bize Abdullah Genç Ağabey katıldı. “Hicri 1400/Hicret Koşusu” onu da heyecanlandırdı. Abdullah Ağabey de koşmak istedi ve bize katıldı. O da iyi bir koşucudur, birlikte idman yapardık zaten. Böylece Sivas’tan Kayseri’ye kadar üç kişi koşacaktık.
Şarkışla’dan sonra bir yerleşim yeri vardı. Haritadan baktığımızda orayı büyük bir yer zannetmiştik. Bu nedenle Celalettin’e “Burası haritada büyük bir yer görünüyor. Burada otel falan ayarlarız biz. Senin gidip orada bize yer ayarlamana gerek yok.” demiştik. Akşama doğru oraya vardık. Gördük ki küçük bir yer, yanılmıştık. Sultanhanı, kara yolu ile demir yolunun birleştiği bir yer olduğundan haritada büyük bir yer görünüyordu.
Üçümüz aramızda konuştuk. “Bir cami bulup, namaz kılalım. Orada birlikte bir çözüm buluruz.” dedik. Gerçekten bir cami bulduk. Namazları kıldıktan sonra dışarı çıktık. Gece kimsecikler yok. Ne yapabiliriz, diye konuşuyoruz aramızda. Abdullah Ağabey, “Gelin, şu tabutlarda yatalım,” derken caminin bahçesinde, arka tarafta duran üç tane tabutu gösteriyordu bize. “Ağabey ya, mantıklı bir şey değil bu!” dedim. Yaz mevsimiydi ama Anadolu’da sabaha karşı ayaz olurdu. Tabutlara yatarsak kesin sabaha kadar vücutlarımız kazık gibi kaskatı olurdu. “Tabutlarda yatarsak koşamayız. Sonra sabah namazı vaktinde insanlar camiye gelecek; imam gelecek, cemaat gelecek. Biz tabutun içinden çıkacağız. Cemaat korkar vallahi!’ dedim. Gülüştük. Caminin imamını bulursak belki o, yaptığımız koşunun mesajını anlar, bize yardım edebilir, kalacak bir yer ayarlardı. Uzakta bir yerin ışığının yandığını fark ettik. Oraya gittik, kahvehaneye benzer bir yermiş. Köyün gençleri eğlenmek için aralarında iskambil oynuyorlarmış. Üzerimizde “Hicri 1400/Hicret Koşusu” yazılı tişörtler var. Üçümüz de sakallıyız ve başımızda takkeler var. İlginç bir görüntümüz var yani.
Gençlerle konuştuk. Erzurum’dan geldiğimizi, koşumuzun amacını anlattık onlara. “Burayı büyük bir yerleşim zannettik, haritaya bakarak. Otel motel bir şey bulacağımızı düşündük ama küçük bir yermiş. Ortada kaldık, ne yapabiliriz? Bize imamı çağırabilir misiniz?” dedik onlara. Gençler: “Ağabey, merak etmeyin, hemen çağırırız!” dediler, gittiler. Bir süre sonra imam geldi, başında bir şapkayla. O dönemde sağ sol olayları var, herkes birbirinden korkuyor. İmamla tanıştık, koşuyu anlattık. İmam çok iyi bir insandı, biraz sohbet edince bize sarıldı, çok sıcak davrandı. O arada kağıt oynayan çocuklar, tavada sucuklu yumurta yapmışlar, masaya getirdiler. “Sucuklu yumurtasına kağıt oynamıştık. Biz size başka bir şey ikram edelim.” diye teklifte bulundular. Anadolu insanının duyarlılığı bu, hiç unutmam.
O gece bizi ağırladılar, sabahleyin de uğurladılar. Koşumuzu bir gün erken bitirdik aslında. Şu an hatırlıyorum, Kayseri’ye 14-15 km mesafede bir yerde “Koşalım!” dedik, yatsıya doğruydu; mitingin bir gün öncesinde Kayseri’ye vardık. Aslında planımız, mitingin başladığı anda alana girmekti. Oradaki Akıncı gençler bizi coşkuyla karşıladılar, tebrik ettiler.
Bahattin Ağabey ile yürüyerek Hacca gitmeyi, koşarak Umreye gitmeyi planladık ama 12 Eylül darbesi olunca bütün bu planlar suya düştü.
Mahmut Osmanoğlu