Erzurum’un en soğuk günlerinin biriydi. Yıldız semtindeki öğrenci yurdunda ısınma yok, su yok, yemekhanesi yoktu. Anadolu’dan gelen öğrenciler barınıyordu sadece burada, kirası ucuz diye.
Palandöken bembeyaz kardan bir giysiye bürünmüştü. Erzurum’un soğuğu bıçak gibi kesiyordu her yanı. Adeta nefesiniz donacak gibiydi. Su boruları dondan dolayı çalışmıyordu. Karları eriterek çay demledi arkadaşlar bize. Çaylarımızı yudumladıktan sonra iliklerimize kadar üşüdüğümüzü fark ettik.
Ankara’daki yurtta bizim her şeyimiz vardı. Sıcak su, kalorifer, üç öğün sıcak yemek ama yinede bazı ehli keyf arkadaşlar yemeklerden şikayetçi idi. Halimize şükrettim. Şikayetçi olan arkadaşlar, bir hafta bu yurtta kalsalar, acaba yine de şikayetlerine devam ederler mi, diye düşündüm.
Ben, burada tanıdım Bahaddin Yıldız’ı önce. Burada dostluğumuzun ilk temel taşları atıld, harcı kar suyundan demlenmiş sıcak çay ve dava arkadaşlığından oluşuyordu. 1975 yılında İzmir İmam- Hatip Lisesi’ni bitirmiş ve Erzurum Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne kaydını yaptırmış ve 1987 yılı Afganistan dönüşü okulunu bitirmişti.
78 kuşağından Bahaddin Yıldız’ı tanımıyan yoktur Erzurum’da ve üniversitesitede ve Akıncılar arasında. Hicri 1400 yılı dolayısıyla Mehmet Öztürk’le birlikte Erzurum’dan Ankaraya kadar maraton koşmuşlardı. İyi bir maratontoncuydu.Palandöken dağları onun nasıl kayak yaptığına şahittir. Ve onun nasıl adam gibi bir Akıncı olduğunu, dostları da düşmanları da çok iyi bilir.
Akıncılar İzmir Teşkilatı Başkanlığı sırasında Bahaddin Yıldız, sadece İzmir ile değil tüm Ege bölgesini kuşatan bir çalışma yapıyordu. O, 20. yılın dervişi idi. Kendisini tanıyan herkes gibi ben de, mütevazi, sessiz, kimseye zararı dokunmayan, inançlı, imanlı, davasına ve kavgasına sadık, korkusuz mangal gibi bir yüreği olan bir Müslüman olduğuna şahadet ederim.
Kendisinin çok yakın bir dostu olarak, hiçbir zaman makam, mevki, rütbe, şan, şöhret, zenginlik..vs. gibi nefse hoş gelen dünyalık değerlere boyun eğmediğini ve onlara asla pirim verme bayağılığa düşmediğini bilirim.Dost ve arkadaşlarına karşı vefalı ve sadık biri idi… 12 Eylülden sonra bende yurt dışına çıkmak zorunda kalanlardanım. Dost ve arkadaşlarımdan çok azı annemi ve kardeşlerimi ziyaret etmiştir. Bahaddin o vefalı dostların başında gelir. Yaşlı annem başta olmak üzere bizim evde herkes Bahaddin’i bilir. Sanki ailemizin bir ferdi gibidir. Ben 10 yıl ülkeme giremedim. Bu süre içinde Bahaddin hep annemi arayıp ziyaretine gelmiş. On yıl sonra annem bana, ‘oğlum sen bayramlarda evimizde yoktun.Ama; arkadaşın Bahaddin Allah razı olsun senin yerine hep beni ziyarete geldi’ dediğinde ne kadar mutlu olduğunu ve olduğumu tarif edemem.Belki de O çağımızın bir Ebu Zer’i gibiydi desem yanlış olmaz. Ve, O’nu yakından tanıyanlarda bana hak verirler sanırım…Kuşağımızın eli kalem tutan, kalemin hakkını veren ve namusuna sahip çıkan arkadaşlarımızın önde gelenlerinden biri oldu hep.İnanıp kafasına koyduğu bir işi tek başına da olsa yapar veya yapmaya çalışırdı. Bahaddin Yıldız olarak O, tek başına bir ordu ve tek başına bir ümmet idi.
12 Eylül darbesinin mağdurlarından biri olarak, o da bir çok kardeşimiz gibi ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır.O çetin günlerin, sert iklimlerin, çileli yolların, islam davasının bir eri olarak, Rusların zulmüne uğraan Afganlı kardeşlerinin yanında omuz omuza savaşmayı tercih etti. olay ve rahat olan yollarda değil, zor ve meşakkatli olan yollarda yürümeyi denedi.Yıllarca Afganistan’da cepheden cepheye savaştı. Palandöken dağlarında, Erzurumun karlı yollarında, soğuk ikliminde yaptığı sporlar Hindikuş Dağlarında işine yaradı.1982 yılında cephedeyken sağ omzundan yaralandı.Peşaver’de bir hastanede tedavi görür iken, Almanyadan kendisini ziyerete gittim. Beni Peşaver havaalanında karşılamaya geldi.Omzundan ve kolundan ağır yaralar almıştı.Orada kucaklaştık eski bir dost olarak… Çok mutlu olmuştu…Tek katlı topraktan yapılmış bir hastanede tedavi ediliyordu. Her türlü tıbbi ilaç ve aletin yok olduğu bir viraneydi kaldığı hastane. Ama; suratı asık bir yaralı görmedim ve herkes çok mutlu idi. Hele Türkiyeli olduğumu duyan yaralılar;görmeye,tanışmaya,dost olmaya geliyordu yanımıza.Özbek kökenli bir Afgan yaralı mücahid, cephede savaşan Türkiyeli gençlerin kahramanlıklarından bahsediyor ve ‘’onlar zamanımızın sahabeleri gibidir’’ diyordu.İşte, Gazi Bahaddin Yıldız da böyle bir yiğitti. Gözünü budaktan sakınmıyan, korku tanımaz, kavgadan kaçmıyan bir Allah eri, İslam savaşcısı idi.Dervişti, mümindi, mücahiddi, adam gibi bir müslümandı. Müminlere karşı müşfik ama, kafirlere karşı aslan kesilirdi. Ona yatağında ölmek yakışmazdı. Ve öyle de oldu.Afganistan’da kaldığı sürece orada gördüklerini bir gazeteci gibi Abdulhamit Muhaciri ve Ferhat Dağcı takma adıyla Türkiyede çeşitli yayın organlarında insanımızla paylaştı.Yıllar sonra, Ferhat gibi karlı dağları, tepeleri, susuz çölleri, çileli yolları, sınırları aşarak Afganistan’dan ülkesine geri döndü.Yargılandı. Müslüman olmaktan başka hiçbir suçu yoktu. Birçok insana isnad edilen, 12 eylül darbecilerinin iftiralarına muhatap oldu ise de delil olmadığından dolayı davalardan beraat etti.Birçok gazete,dergi ve yayın organında Afganistan üzerine yazılar yazdı, yorumlar yaptı. Son olarak da, Almanya’da www. yorum-online.de ve Dünya Bülteni adlı yayın organında düzenli yazıları yayınlanıyordu.
Gazi Bahaddin Yıldız bizim kuşağın sevilen romancısıdır aynı zamanda.Birinci Kitabı;Savaşan Afganistan,1985 yılında Ferhat Dağcı takma adıyla Rahmet yayıncılık tarafından yayınladı.İkinci Kitabı; Cihat Günlüğü,1988 yılında Abdulhamit Muhaciri takma adıyla,Üçünçü kitabı;Kar Çiçeği,1995 yılında Bahaddin Yıldız,Dördüncü Kitabı;Güllerin Vedası, 1996 yılında Bahaddin Yıldız,Beşinci Kitabı;Kardaki Ayak izleri; 2003 yılında Bahaddin Yıldız olarak Özgün yayıncılık tarafından yayınlandı
Hanımının yurt dışı görevi dolayısıyla Bahaddin, birkaç yıldır geçici olarak Almanya’da yaşıyordu. Orada da görüştüm, kendisini ziyarete gittim.
Son görüşmemiz 14.05.2010 günü istanbuldaki evimde telefonla oldu. Bahaddin’den bir telefon geldi.Hal hatırdan sonra;’’Arif ben Afganistana gidiyorum İHH dan bir arkadaşla beraber.Senin Serdar diye bir arkadaşın vardı Kabil’de onun telefon numarasını verebilir misin’’ dedi.Beş dakika sonra onu ben aradım bu sefer. Meymene milletvekili olan arkadaşım Serdar’ın telefon numaralarını bulup verdim.‘’Hakkını helal et Arif’’dedi. Helalleştik. 30 yıllık arkadaşımdır Bahaddin Yıldız… Hiç de helalleştiğimizi hatırlamam O’nunla… Ama; bu sefer O, ‘hakkını helal et’ dedi bana. Sanki, geri dönülmez bir yola gidiyor gibi. Güllerin vedası gibiydi gidişi….
Tekrar ediyorum. Bin defa helal olsun, Sivasın evladı, Erzurumun göz ağrısı, İzmirin yiğidi, Hindikuşların şahini kardeşim benim.Ben yeni geldim, bir hafta oldu Tanrı Dağları’ndan, Kırgızistan’dan daha… Kader ise seni tekrar Hindikuşların zirvesine çekti yeniden. Kar çiçekleri açsın, diye, Hindikuşların zirvelerinde..Rabbim seni bir vesile ile çok sevdiğin, uğruna yaralandığın, yıllarca savaştığın Afganistan’a davet etti.Orada kardaki ayak izlerini gördü ve yanına çağırdı seni.Bilal ile, Tekiner ile, Pencir aslanı Mesutla birlikte binlerce şehidin ve kardelenlerin yanına…Şehadetin kutlu olsun.Sevgili KardeşimCan Dostum Benim….
(www.dunyabulteni.net)