Yüz yıl önce bugünlerde işgal edilen Kudüs yine bu günlerde zalim ABD tarafından İsrail’in başkenti olarak tanındı ve yine ABD Tel Aviv’deki büyükelçilik binasını Kudüs’e taşıma kararı aldı. Bu kararla birlikte İslam coğrafyasındaki Müslümanlar, “Kudüs Cuması” (8 Aralık 2017) ile karara olan tepkilerini dile getirdiler. Kudüs imtihanını içselleştiren ve bunu imani bir dava olarak gören ülkelerin başında gelen güzel ülkemiz Türkiye’mizin bütün şehirlerinde çok güzel hassasiyetler oluşturulup vicdanlar harekete geçirildi.
Yüz yıl öncesinde Çanakkale’nin geçilip Osmanlının bertaraf edilmek istenmesiyle bugün baş zalim ABD’nin Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak ilan edilmesi aynı gerekçelerden bağımsız değildir. Yüz yıl öncesinde Ortadoğu’nun ele geçirilmesi için Osmanlının tasfiye edilmesi gerekiyordu ve bunu başardılar. Peki, istediklerini aldıkları halde neden durmuyorlar? Çünkü işleri bitmedi. Kudüs’le ilgili her zulmün ucu istesek de istemesek de Türkiye’ye uzanacaktır. Zira mesele sadece Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılması meselesi değildir. Bütün mesele, Arz-ı Mev’ud’un gerçekleştirilmesi ve Türkiye’nin mağdur ve mazlum coğrafyalar üzerindeki etkinliğinin kırılması meselesidir. Arz-ı Mev’ud, Fırat ve Nil nehri arasında kalan toprakların İsrailoğullarına vaat edildiğine inanmaktır. Tüm Siyonistler buna Allah’a inandıklarından daha kuvvetli bir şekilde inanmaktadırlar.
Dünya Yahudilerinin 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde toplanan Birinci Siyonist Kongresi’nde alınan kararlar adım adım uygulamaya konulacaktı. İlk hedef elli yıl içerisinde Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin (!) kurulmasıydı ve bunu gerçekleştirdiler. Kim nasıl izah ederse etsin asıl gerçek olan şudur ki İsrail Devleti’nin kurulmasının önündeki tek engel Osmanlı Devleti ve Sultan Abdülhamit Han’dır. Ya Abdülhamit Han’ı devireceksin ya da Osmanlı Devleti’ni yıkacaksın. Abdülhamit Han’ı devirdiler ve devletlerini kurdular. Abdülhamit Han’la birlikte Osmanlı Devleti’ni de yıktılar.
Basel’deki kongrede alınan kararlardan birincisi, ilk elli yıl içerisindeki İsrail Devleti’ni kurma planını gerçekleştirmişlerdi. Sırada ilk yüz yıl içerisindeki ikinci plan vardı. İkinci plan ise Az-ı Mev’ud’u gerçekleştirmekti. Planın üzerinden yüz yirmi yıl geçmesine rağmen bunu gerçekleştiremediler. Bunun önündeki engel ise Osmanlı bakiyesi Türkiye ve onun milli ve yerli olan hükümetleriydi. 1996’da Türkiye’de Erbakan hocamızın iktidara gelmesi, Filistin’de Hamas’ın başlattığı İntifada Siyonistlerin Arz-ı Mev’ud hayalini suya düşürmüştü. Peşini bırakmadılar, Hamas ile El Fetih hareketini birbirine düşürmeyi başarırken Türkiye’de taşeronları olan Nato kafa askerlerle ve İslam düşmanlarıyla işbirliği yaparak Refah Partisi’ni iktidardan uzaklaştırdılar. Uzaklaştırmakla kalmadılar Refah Partisi’ni ve ardında kurulan Fazilet Partisi’ni kapatıp kurucularına siyaset yasağı getirdiler. Bunu yaparken de özde laiklik ve Atatürkçülük maskesinin arkasına saklanıp güneyden gelen emirle yaptık diyemediler. Sizin de Allah belanızı versin. Verdi de zaten, adları ve sanları unutulup gitti. O günlerde bu oyunları görmeyenler bugünkü oyunları da görmüyorlar asıl ona yanarım.
Arz-ı Mev’ud’u gerçekleştirmek için İsrail ve oyuncağı ABD vaz geçmiş değiller. Bunu gerçekleştirmek için ellerinden geleni artlarına koymuyorlar. Bunu gerçekleştirememeleri demek İslam’ın ve Türkiye’nin yükselişinin durdurulmaması demektir ki buna razı olmaları, seyirci kalmaları mümkün değildir. Türkiye’yi karıştırmak için yapılan tüm oyunların ve en son olarak yapılan alçak, hain Fetö darbesinin arkasında da bu gerçek yatmaktadır. Zarrab davası da Kılıçdaoğlu’nun salladığı dekontlar da bu işin vitrin kısmıdır. Cambaza bak kabilinden taktiklerle Türkiye’yi kendi iç meseleleriyle oyalayıp emellerine kavuşacaklardı. Tıpkı Şeyh Sait İsyanını çıkartıp Türkiye bununla uğraşırken Musul’a kondukları gibi…
Arz-ı Mev’ud’un ucu Türkiye’ye değmektedir. Bu planlarından hiçbir zaman vaz geçmediler ve geçmeyeceklerdir. Onlar bunu gerçekleştirirken biz seyirci mi kalacağız? “Hasmın anasını çalışmak ağlatır.” derler. Günümüzde haklı olmak yetmiyor, sen haklısın diye de kimse senin hakkını teslim etmiyor. Haklılığın korunması için güçlü olmak zorundasın. Bunun için çok çalışacaksın çok. Buyur edilmeden gelip devlet kuranlar, devletlerinin sınırlarına bizim topraklarımızı katmak için de buyur edilmeyi beklemeyeceklerdir. Çünkü Allah’tan daha çok iman ettikleri Arz-ı Mev’ud Güney ve Güney doğu topraklarımızı içine alıyor. Thedor Herzl 1897 Basel’deki kongrede yaptığı konuşmada “Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki (Nevşehir) dağlara kadar dayanıyor.” demişti. 1974’te zamanın İsrail Savunma Bakanı Ariel Sharon’un “Türkiye alaka alanımız içindedir.” Cümlesi niyetlerini açıkça ortaya koymaktadır.
Kudüs sorununu satılmış Arap liderlerden kurtulduğumuz zaman, Müslüman öldürmekten başka hiçbir halt yemeyen İslami terör örgütü diye ortaya çıkanların kafasının ezildiği zaman, Müslümanları ayrıştıran her türlü mikrobik anlayışın, taassubun köküne kibrit suyu döktüğümüz zaman, haklılığımızı güçle desteklediğimiz zaman tereyağdan kıl çeker gibi çözeriz. Biz layık olduğumuz takdirde Rabbimiz çözecektir: “Nihayet zulme gömülenler, nasıl bir devrimle devrileceklerini günü gelince öğrenecekler.” (26/ Şuara, 227)
Ey gözyaşları kan akan Kudüs!
Seni ve senin sevdalılarını yürekten selamlıyorum.
Ömer Naci YILMAZ