Sığınmak keyfe keder bir hal değildir. İnsanlar durup dururken mevcut konumlarını terk etmek istemezler. Yaşamlarını sürdürdükleri mekânları vatanları olarak telakki ettikleri için buralardan ayrılmaları zordur. İnsanlık tarihi boyunca göç veya hicret olgusuna baktığımızda mutlaka bir zorunluluk ve mecburiyetle karşılaşırız. Atalarımızın Orta Asya’dan göç etmeleri de bir mecburiyetin sonucunda gerçekleşmiştir. Mekke’de yapılan zulümler dayanılmaz bir boyut kazandığında ilk Müslümanların 615 ve 616 yıllarında Habeşistan’a hicret etmeleri de bir zorunluluğun sonucuydu.
Mekkeli müşrikler, Ebu Talib ölene kadar peygamberimize karşı mesafeli davranmışlardı. Ebu Talib’in vefatından sonra durum değişti, o hayattayken yapamadıkları kötülükleri bir bir yapmaya koyuldular. Hz. Hatice annemizin vefatı peygamberimizi daha da endişelendirmişti. Korunmak, sığınmak, destek aramak ve bulmak ihtiyacı vardı. Bütün bunları elde edebilmek için bir sefere çıkması gerekiyordu. Efendimizin Taif seferi, bir mecburiyetin sonucunda bu ihtiyaçları giderebilmek düşüncesiyle gerçekleşmişti. Boykot yıllarından çıkılmış, müslümanlar maddi tüm imkânlarını tüketmişlerdi. Bir binekleri bile olmadığı halde peygamberimiz evlatlığı Zeyd ile yollara düşmüştü. 622 yılındaki Medine hicreti de bu bağlamda değerlendirilmektedir. İmkânların tükendiği yerden imkânların üretilebileceği mekânlara yol almak gerekiyordu. Yeni yüreklere, yeni gönüllere sığınmak gerekiyordu. Bu durum gayet normal ve insani bir ihtiyaç idi. Tehlikelerden kaçmak, uzaklaşmak, güvenli bir yere gitmek ve geleceği inşa etmek gerekiyordu.
Güvenilecek insanlardan yardım istemek ve ummak insani bir ihtiyaç idi. Bütün bunların özünde bir sığınma duygusu vardı. Günümüzde ise sığınmak, genellikle siyasi sebeplerle insanların kendi ülkelerinden kaçıp başka ülkelere gitmek, iltica etmek istemeleri şeklinde olmaktadır. Suriyeli kardeşlerimizin bugünlerde yaşadıkları durum tam da bunun bir tecellisidir. Kardeşlerimizin yaşadıkları gün gibi ortadadır. Yaşanan facialarla Akdeniz adeta bir mezarlık haline gelmiştir. Ülkemize gelen kardeşlerimizin sayısı üç milyona yaklaşmaktadır. Bu insanlar hangi saiklerle ülkemize gelmektedirler. Bu gelmeleri sadece fiziki yakınlıkla, sınırdaş olmakla izah etmek eksik olur. Bu gelmelerin arkasında inancımızdan, tarihimizden ve kültürümüzden günümüze gelen bir takım kodlar yatmaktadır. Abdullah b. Ömer’in naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah için size sığınan kimseye sığınak olun. Allah için isteyen kimseye verin. Sizi davet edene icabet edin, size bir iyilik yapana karşılığını verin. Eğer onun karşılığını verecek bir şey bulamazsanız, karşılıkta bulunduğunuza kanaat getirinceye kadar ona dua edin.” (D1672 Ebû Dâvûd, Zekât, 38) Abdullah b. Amr’ın naklettiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete gitmek isterse Allah’a ve ahirete inanırken ölüm kendisine erişsin. İnsanların kendisine nasıl davranmalarını istiyorsa o da insanlara öyle davransın…” (HM6807 İbn Hanbel,II,192; M4776 Müslim, İmâre, 46) Bu hadisler bizlere empati yapmayı öğütlemektedir. Bunu yapabildiğimiz takdirde Suriyeli kardeşlerimizi çok daha iyi anlamış olacağız. Sadece anlamış olmakla da kaymayıp bu anlayış bizde bir davranış değişikliği meydana getirecek ve onlara karşı daha bir başka yakınlık hissiyle hareket edeceğiz. Yakınlık hissi konusunda da peygamberimize kulak verelim. Ebu Hüreyre’den nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Mümin cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle yakınlık kurulamayan kimsede hayır yoktur.” (HM9187 İbn Hanbel, II. 400)
Bu kodlarla yetişmiş bir milletin evladı olarak Suriyeli kardeşlerimize nasıl sırtımızı dönemlim? Onları nasıl görmezden gelelim? Onlar sayesinde kaybettiğimiz bir takım değerlere yeniden kavuştuğumuz için bilakis onlara karşı müteşekkir olmalıyız. Onlar sayesinde Rabbimizin merhameti üzerimize yeniden tecelli ediyor diye bir kez daha, binlerce kez daha hamt etmeliyiz, şükretmeliyiz. Bunca aciz ve garibanın sığınağı bir coğrafya, Rabbimizin rahmetinden mahrum kalır mı? Bu insanlara, mazlum ve mağdur kardeşlerimize sığınak olmak en büyük şereftir. Allah’ın şerefli kıldığı bir topluluk zelil olmaz.
Daha önce bir başka yazımızda da belirttiğimiz üzere bu insanlar, Suriyeli kardeşlerimiz yabancı bir ülkeden bir başka yabancı ülkeye gelmediler. Dört yüz yıl boyunca bizim vilayetimiz olan Suriye’den ana ocağına geldiler. Onlar ne bir başkasıdır, ne de bir yabancıdır. Öz be öz bizim kardeşlerimizdir. Bugün onların bu topraklara gelmesinden rahatsız olanlar, burun kıvıranlar, düzenimiz bozuldu diye şikâyet edenler nereden geldiklerine bir baksınlar. Daha doksan yıl önce aynı şartlar sonucunda Anadolu’ya gelenlerin, Suriyeli kardeşlerimizin gelmesinden rahatsızlık duyması ne de acıdır.
Peygamberimizin sözleriyle bitirelim: “Allah için size sığınan kimseye sığınak olun…” “Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete gitmek isterse Allah’a ve ahirete inanırken ölüm kendisine erişsin. İnsanların kendisine nasıl davranmalarını istiyorsa o da insanlara öyle davransın…”
Ömer Naci Yılmaz