Fatih Altunbaş
Türkiye ekonomisi 16 çeyrektir kesintisiz büyüyor. Fakat kimsenin alım gücü artmıyor. Bu nasıl oluyor? Gelin birlikte inceleyelim. Cevabı: Servet transferi.
Gini katsayısı, gelir dağılımındaki eşitsizliği ölçmek için kullanılan bir göstergedir ve 0 ile 1 arasında değer alır. 0, tam eşitliği; 1 ise tam eşitsizliği ifade eder. Türkiye’nin Gini katsayısı 0,433 ölçülmüştür (TÜİK). Böylelikle, Türkiye gelir dağılımı eşitsizliği konusunda Avrupa’da açık ara birinci sırada yer almaktadır, dünyada ise 28. sıradadır (Dünya Bankası).
Türkiye’den daha kötü olan birkaç ülkeyi saymama müsaade edin: Namibya, Zambiya, Botsvana, Kolombiya, Angola, Mozambik, Ekvador, Güney Sudan, Burkina Faso, Uganda, Togo, Arjantin.
Bu saydığım ülkelerin özelliklerini saymam gerekirse: baskıcı bir rejim, halkın sömürülmesi ve halktan elde edilen servetlerin seçilmiş lobi ve gruplara transferi. Servetin birkaç oligarkın elinde olduğu Rusya bile 62. sırada. Ancak, Türkiye’nin ekonomik yapısına bakıldığında, durum çok daha karmaşık. Gelir dağılımındaki uçurum, yalnızca bireylerin servetlerinin paylaşılmasıyla ilgili değil, aynı zamanda devletin ekonomi üzerindeki etkisiyle de doğrudan bağlantılı.
Milli gelirden işgücü ödemeleri gittikçe azalmaktadır; son 5 yılda %31’den %23 seviyelerine gerilemiştir. Bu ne demek oluyor? İşletmeler daha çok kazanıyor, işçiler daha az. Nüfusun en yüksek gelir elde eden %20’lik grubu ülkenin toplam gelirinin %50’sini kapsamaktadır. Bu oran ABD ile aynı seviyede. Türkiye ekonomik krizde değil, MİLLET ekonomik krizde.
Peki, halk nasıl bu kadar fakirleşirken, zenginler servetlerine servet kattı? Cevabı: Faiz ve Enflasyon
Birkaç yıl öncesindeki düşük faiz döneminde, şirketler Türk Lirası cinsinden dört kat daha fazla borçlandı. Yüklü miktarda kredi çekebilmek için zengin olman gerekir, varlıklı olman gerekir, ki bankaya karşı teminatın olsun, banka da sana kredi verebilsin. Kim fakire kredi vermek ister? Altını çizmek isterim, borçlanmak sınıfsaldır. Fakir ihtiyaç için borçlanır, zengin yatırım için borçlanır.
Enflasyon %60 iken, faizler %20 seviyelerindeydi. Çek krediyi, al gayrimenkulü, al arsayı, ne de olsa en az %60 değerlenilecek, enflasyondan dolayı. Şirketler, müteahhitler, zenginler böylelikle havadan para kazandı. Yatırım yapmana bile gerek yok, dövize dön, yine kâr. Peki, bu bankalar nasıl bu kadar kredi verebildi? Bankalar parayı kimden alıyor? Halkın mevduatı ve politika faizini belirleyen Merkez Bankası’ndan. Bedelini kim ödüyor, tahmin edin? Halk.
3 sene süren düşük faiz yüksek enflasyon politikası işte böyle halktan alıp serveti zenginlere aktarmasına yol açtı. Enflasyon yüksekken, şirketler ara zam yapar, sen ise yılda bir kere zam alırsın.
Gelelim, Kur Korumalı Mevduat Sistemine; geçmişte denenmiş, faciaya yol açmıştır. Fakat akıllanmak yok. Eğer dolar taahhüt edilen faizden daha çok değerlenirse, aradaki farkı hazine kapatacak (yani halk). Bu sistem kapsamında toplam 152 Milyar TL mevduat sahiplerine ödendi. Oturduğu yerden, üretim yapmadan, faiz geliri yiyen zenginlerin cebine gitti.
Turgut Özal bu uygulamayı ‘bilgisizliğin vesikası’ olarak nitelendirip şunları söylemiştir:
“İnşallah gençlerimiz bundan ders alır. Bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yaparak, gelecek nesilleri zor taşınan yük altına sokmaz.”
Türkiye’deki gelir eşitsizliğinin olmasının ana sebeplerinden biri, vergi sistemidir. İki tip vergi geliri vardır: doğrudan ve dolaylı vergi. Doğrudan vergi için örnek, gelir vergisi. Dolaylı vergiler için örnek ÖTV ve KDV. Gelişmiş ülkelerde dolaylı vergilerin vergi gelirlerindeki oranı %30 civarındayken, Türkiye’de %70’tir. Bunun sebebi Türkiye’nin verimli bir şekilde vergi tahsis edememesidir. Vergi kaçakçılığı ve kara para aklama ülkede üst seviyededir. Zenginlerden ve illegal yollardan elde edilen paraları nasıl tahsis edersin? Dolaylı vergilerle. Ne de olsa o parayı harcamak zorunda. Olan kime oluyor? Gariban halka.
Gelelim Son Noktaya; Dünya Bankası’nın 137 ülkede 6 bin 400 ihalenin incelendiği altyapı ihaleleri raporunda, Türkiye’den 5 şirket bulunmaktadır. Tüm dünyada devletten en fazla altyapı ihalesi alan 10 şirketten beşi Türkiye’den. O kadar ülke, o kadar şirket var. Bu ve benzeri şirket grupları, Ticaret Bakanı’nın açıklamasına göre yüzlerce defa vergiden muaf tutulmuştur. Rekabet yok, şeffaflık yok, ayrıcalık var, siyasi çıkar var. Devlet halkı ve halkın menfaatini temsil etmesi gerekir.
Böyle şeyler Türkiye’de olmaz ama, fakat farklı ülkeler hakkında okuduğum bazı olayları anlatayım. Bir devlet büyük bir proje açıklar, bu proje hükümete yakın büyük bir şirkete ihale yoluyla verilir. Diyelim 2 milyar dolara mal olacak projeyi, 3 milyar dolar olacak şekilde anlaşılır. Şirket projeyi tamamladıktan sonra, devlet başkanının oğlunun vakıfına 500 milyon dolarlık bir bağışta bulunur.
Şimdi diyeceksiniz, bir tane daha sosyalist çattı başımıza. Fakat olay bundan çok ötesinde. Türkiye’nin derdi eve ekmek alamamak, ekonominin halini konuşmak, kirayı nasıl ödeyeceğim olmamalı. Temel ihtiyaçlarda takılı kalıyoruz halk olarak ve bu bir an önce değişmesi lazım.
Sanat, kültür, bilim, teknoloji, edebiyat konuşuyor olmamız lazım. Ama konuşamıyoruz, çünkü çok temel sorunlarımız var. Refah içinde yaşamayan bir toplumun gelişmesi imkansıza yakın bir şey. Temel ihtiyaçlar karşılandığı zaman sadece, diyebilirsin, hadi bir kitap okuyayım, şu müzeyi gezeyim, bir müzik enstrümanı öğreneyim.
Sonuç olarak ekonomik büyüme çoğu kişi için yaşam standartlarını iyileştirmedi, servet birkaç kişinin elinde yoğunlaşmaya devam etti. Sadece büyüme odaklı ekonomik modelden, refah ekonomisine geçiş yapılmalı. Politikalarda eşitlik, kamusal refah ve sürdürülebilir kalkınma öncelik haline gelmeli.
Başarı, yaşam kalitesi göstergeleriyle ölçülmeli (sağlık, eğitim, sosyal adalet) ve sadece ekonomik üretimle değil. Bu değişim, büyümenin tüm toplum kesimlerine fayda sağlamasını garanti eder, eşitsizliği azaltır ve daha dahil edici bir ekonomi oluşturur.