Rusya-Amerika geriliminin ana sebepleri birçok tarihi, siyasi ve askeri sebeplere dayanıyor. Soğuk Savaş dönemi, ülkeler arası ideolojik çatışmanın temelini oluşturdu. Kapitalizm ve sosyalizm arasındaki bu mücadele, birçok uluslararası sorunu günümüze kadar getirdi.
Her iki blok, kendi ulusal güvenliklerini tehdit altında hissediyordu. NATO’nun doğuya genişlemesi, Rusya için stratejik bir tehdit olarak algılandı. Aynı şekilde, Amerika, Rusya’nın askeri modernizasyonunu ve küresel etkisini tehdit olarak gördü.
Libya, Irak, Suriye, Ukrayna ve Gürcistan gibi bölgelerdeki çatışmalar, iki ülke arasındaki gerilimi artıran unsurlar arasındaydı. Özellikle 2014’teki Kırım’ın ilhakı, ilişkilerde büyük bir dönüm noktası oldu.
Siber saldırılar, seçimlere müdahale iddiaları ve diğer siber tehditler, karşılıklı güvensizlik ve düşmanlığı artıran bir etmen haline geldi.
Her iki ülke de, özellikle Orta Doğu, Doğu Avrupa ve Asya gibi bölgelerdeki etki alanlarını genişletmeye çalıştı. Bu durum endişe, gerilim ve çatışmalara yol açmaya başladı.
Gelecekte bu gerilimin sürüp sürmeyeceği, pek çok faktöre bağlı. Geçmişte bazı dönemlerde daha uzlaşmacı yaklaşımlar gözlense de, mevcut uluslararası dinamikler ve her iki tarafın stratejik hedefleri göz önüne alındığında, gerilimin azalması zor görünüyor. Ancak uluslararası diplomasi ve diyalog, bazı durumları iyileştirebilir. Zamanla değişen koşullara göre bu durum değişim gösterebilir. Ama her iki devletin güç ve otorite mücadelesi kolay kolay son bulmaz.
Bu Gerilimlerde Avrupa’nın Rolü
Avrupa Birliği (AB), Rusya-Amerika, Çin gerilimlerinde önemli bir rol oynamaktadır.
Rusya ile ilişkiler konusunda ortak bir yaklaşım benimsemeye çalışır. Üye ülkelerin farklı politikaları olmasına rağmen, AB, çeşitli diplomatik kanallar aracılığıyla istikrarlı bir diyalog sürdürme çabası içinde. Bu, özellikle bir kriz anında Avrupa’nın bir bütün olarak hareket etmesini sağlıyor.
2014’te Kırım’ın ilhakının ardından, AB, Rusya’ya yönelik çeşitli ekonomik yaptırımlar uygulamıştı. Bu yaptırımlar, Rus ekonomisini hedef alarak, Rusya’nın dış politika hamlelerini sınırlamayı amaçladı. AB’nin uyguladığı yaptırımlar, Amerika’nın benzer eylemleriyle birlikte, Rusya üzerindeki baskıyı artırmayı hedefledi.
AB’nin birçok üyesi NATO’da da yer aldığı için, güvenlik ve savunma konularında sıkı işbirliği içindeler. NATO’nun doğuya genişlemesi ve Rusya’nın buna karşı tepkileri, AB’nin de dâhil olduğu bir güvenlik sorununu ortaya çıkardı.
Avrupa’nın enerji bağımlılığı, Rusya ile ilişkileri daha karmaşık hale getirdi. AB, enerji kaynaklarını çeşitlendirmeye çalışarak, Rusya’ya olan bağımlılığı azaltmaya yönelik politikalar geliştirdi. Bu durum, hem enerji güvenliği hem de stratejik kararlar üzerinde etkili oldu.
AB, insan hakları ihlalleri ve demokratik standartlar konusundaki kaygılarını dile getiriyor ve bu meseleleri Rusya ile ilişkilerinde dikkate alıyor. Bu, AB’nin uluslararası normları teşvik etme çabasıyla bağlantılı olarak birlikte yürüyor. Rusya’ ya karşı uygulanan bu ikircikli tavır Gazze’yi yerle bir eden İsrail faşizmine karşı hiçbir zaman uygulanmadı.
AB, Rusya, Amerika ve Çin arasındaki gerilimlerinde etkili bir aktör olarak, taraflar politikalarını etkilemeye ve uluslararası düzenin korunmasına yönelik çabalar içinde yer almaya çalışsa da AB’nin etkisi, üye devletlerin çeşitli çıkarları ve mevcut uluslararası dinamikler nedeniyle sınırlı kaldı ve gerçekleştirilemedi.
Çıkar ve menfaatler söz konusu olunca, kendi koydukları kural, kaide ve değerlerine önce AB’ ın kurucusu Avrupa devletleri kendileri uymuyor. Uygulanmayan ve yürürlüğe konulmayan bir hukuk, hukuk olmaktan çıkar. Sadece kâğıt üzerinde kalan hukuki bir metin olarak kalır.
Güzel söz söylemek, değerler ortaya koymak kadar, onları hayatın pratiğine uygulamak gerekir. Pratiği olmayan teoriler, eyleme geçmeyen söylemler gibi her zaman havada kalmaya mahkûmdur.
Arif Altunbaş, Haber 7‘ den alıntı.