Tamam, kanı deli akıyordu. Bu kabul. Sonuçta bu adam 30’lu yaşlarındaydı. Bu genç yaşında Bab-ı Ali’yi basmış ve Sadrazam’a istifa mektubu yazdırdı. Aldı o istifa mektubunu Saray’a gitti. İstifa mektubunu gösterdi. Başka birinin atanmasını söyledi. Düşünün böyle bir adamdan bahsediyoruz. Gözünü hiçbir şeyden sakınmayan…
Enver Paşa’nın bu yönü de Sarıkamış ile ilişkilendirilerek, “kışın ortasında harekât mı olur”‘a getiriliyordu mesele. Öyle ki Harekâtın baharın yapılmasını söyleyenler de vardı. Çarşamba günkü yazıda belirtmiştik. Rus Ordusu ile Ermeniler zaten yola çıkmışlardı. Bu durumda Harekât ileri ertelenebilir miydi? Böyle bir şey söz konusu dahi olamaz!!!
Şimdi plan şuydu. O zaman en güçlü askerlerimiz 3. Ordumuz’un içerisindeydi. 3. Ordu da 9, 10 ve 11. Kolordudan oluşuyordu. Bu 3. ordu gelen Rus ve Ermeni Birliklerini Sarıkamış’ta karşılayacak ve bir çemberin içine alarak imha edecek… Harekât böyle planlanmıştı.
Tüm bunlar planlanırken askerin durumuna bakalım. Askerlerin elinde de silah yok denecek kadar az. 120 bin civarında askerin elinde 170 civarı tüfek var. İşte işin ne kadar zor olduğu burada gizli. Askerlerin başındaki komutan bir konuşma yapıyor askerlere. Bu konuşma şöyle:
” Evlatlarım, ayağınızda eski çarıkların olduğunu görüyorum. Üzerinizde kaputunuzun olmadığını da görüyorum. Biraz dişinizi sıkacaksınız. 3 gün sonra Enver Paşa Hazretleri buraya gelecek ve siz de bütün ihtiyaçlarınıza kavuşacaksınız.”
Konuşma bu. Askerin içinde bulunduğu durumu görüyor musunuz? Böyle bir durumda ordunun, Rus Ordusu karşısında şansı ne olabilir ki zaten! Bir kere lojistik açıdan dezavantajlı durumda. Gerisini siz düşünün… Böyle bir ordudan nasıl zafer beklenilebilir!!!
3 gün sonra Enver Paşa geliyor. Hiçbir şey yok. Açalım… İstanbul’da 3 tane erzak gemisi hazırlıyoruz. Erzak ve giyim malzemeleri var içinde. 1 tane gemiye de 6 bin asker yerleştirip 2 tane de keşif amaçlı kullanılacak olan pır pır uçağı koyuyoruz. Bu 3 gemi daha İstanbul Boğazı’ndan çıkar çıkmaz Rus gemileri tarafından batırıldı.
Burada yine Enver Paşa’ya yükleniliyor. Dedikleri şu: “Yahu kardeşim! Karadeniz’de Rus gemilerinin olduğunu biliyorsun. Hangi sebeple bu gemileri Karadeniz’e doğru çıkarıyorsun.” Bu işin sonucu alınıyor Enver Paşa’ya bağlanıyor…
İşin gerçeği şu: Komutan askerlere konuşurken erzakların kaç gün içerisinde geleceğini söylemişti? Cevap: 3 gün. Peki karayolu ile kaç gün sürüyor? Cevap: en az 2 ay. Havadan götürme durumu da yok. Geriye tek çare kalıyor o da deniz yolu ile bu malzemeleri ulaştırmak. Trabzon veya Rize Limanına çıkarılacak oradan da Sarıkamış’a ulaştırılacak. Enver Paşa’nın olanı buydu. Başka şansı yoktu burada.
Enver Paşa da biliyordu işinin ne kadar zor olduğunu. Şansı adeta %1’di. Bu ihtimali göze alarak bunu yaptı. Rusların gemileri batıracağını göze alarak hem de. Tabi bu gemiler batırıldı nihayetinde. Enver Paşa da Sarıkamış’a elleri bomboş bir şekilde ulaştı. Askerlerin ne kadar kötü bir durumda olduğunu gördü. Askerlere dönüp şöyle dedi:
“Görüyorum, ayaklarınızdaki çarıklar eskimiş durumda, kaputlarınız yok üzerinizde. Bu şekilde savaşamayacağınızı biliyorum. Ama şu dağın arkasında (orada bir dağı işaret ederek) Rus askerleri var. Onların ayaklarında potin var, sırtlarında paltoları var. Yarın onlara hücum edeceğiz. Onlar sizden korkuyorlar. Siz onları mutlaka yeneceksiniz. Onların potinlerine ve paltolarına kavuşacaksınız.”
Allah’ım ne kadar acı bir tablo değil mi? Askerleri böyle motive ediyor. Çünkü yapacak hiçbir şeyi yok. Böyle bir ordunun yenilmesinden başka her şey anormaldir.
Plan neydi? Kıskaca alma ve imha etme. Donma olayı da burada meydana geliyor. Gündüz vaktinde askerlerin ayağındaki çarıklar karın da erimesiyle yumuşuyor, su alıyor. Gece ise o yumuşak çarık adeta bir mengene gibi kas katı kesiliyor askerin ayağını oldukça sıkıyordu.
Aynı zamanda geceleri de tipi meydana geliyordu. Askerlerin esas dağılmasına neden olan bu. 3 kişi bir yere gidiyor, 5 kişi bir yere gidiyor, 50 kişi başka bir yere gidiyor tipi nedeniyle. Kimin hangi tarafa gittiği belli değil. O gece ateş yakanlar kurtulmuşlardı. Dağılmış askerler birbirlerine sarılarak ısınmaya çalışıyorlardı. Ama bir süre sonra o soğuk hava kan dolaşımını yavaşlatıyor ve uyku başlıyordu. Sonuç hazin son. Askerlerimiz Allahuekber Dağlarında donuyorlar. Allah rahmet eylesin…
Evet, durum buydu. Şimdi siz okuyucular vicdanınıza sorun! Tüm suç Enver Paşa’da mı? Bugün açısından bakmayıp, o günün şartlarını dikkate alarak değerlendirin. Vicdanınız doğru cevabı verecektir size. Enver Paşa’nın boğazından haram lokma dahi geçmemiş. Vasiyetini yazarken bile maaşını anne-babasının geçimini sağlaması için bırakmış. Eşine de zorluk çekmemesi için bir maaş bağlanmasını vasiyet etmiş…
Yazıyı bitirmeden değinelim. Gerçekten 90 bin asker mi şehit oldu? Bakalım… Prof. Dr. Mehmet Çelik’in katıldığı programda dediğine göre hatıratlardan gelen bilgiler şöyle diyor: Hatıratlarda Ermeni doktorların da bizim askerlerimizi zehirli iğnelerle şehit ettiğini yazar. Yine Ermenilerin erkekleri olmayan köylere girerek savunmasız insanları telef ettiği yazılır. Diğer yandan Rus askerlerine esir düşen askerlerimizin tuzlu ekmek verilerek susuzluktan da öldüğü kaydedilir.
Tüm bunların sonucunda Enver günah keçisi ilan edilir ve tüm suç onun üstüne atılarak 90 bin askerin onun yüzünden şehit olduğu söylenir. 90 bin kelimesi adeta mit haline slogan haline getirildi. Bunu söyleyen de PRAVGA GAZETESİ İMİŞ. Türklerin morali bozulsun diye. Aslında orada hiçbir sayma işlemi de olmamış. Zaten oradaki askerlerimizin sayısı belli. Buradan 90 bin çıkmıyor. Genelkurmayın yayınladığı kitaplarda 60 bin geçiyor. (Fevzi Çakmak’ın dediğine dayanarak) Bu sayıyı 23 bine kadar indirenler de var…
Sonuç olarak bu iş kesinlikle Enver Paşa’nın üzerine yıkılmamalı. Her ne kadar hırsları, ihtirasları olsa da… Sonuçta Paşa dindar, vatanını milletini seven bir adamdı…
NOT: Bu yazı serisinin hazırlanmasında Prof. Dr. Mehmet Çelik’in 8 Ocak 2016’da Ülke TV’de yaptığı programdan yararlanılmıştır.
Selam ve dua ile…
İBRAHİM YAVUZ