Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile alakalı olarak 16 Nisan 2017’de yapılacak olan referandum sürecinin son dönemecine girildi. Sandık yaklaştıkça birilerinin bastırdığı duyguları açığa çıkmaya başladı. İçinde yaşadığı halkının bir kısmını denize dökenden tutun da hayır çıktığında Yunanın denize döküldüğü gün İzmir’de Hükümet Konağı’na Türk bayrağı çekildiği gün nasıl mutlu olunduysa öyle mutlu olacağından söz ediyor. Bizim de bunlara karşılık bir şeyler dememizi mi bekliyorsunuz? Biz de söyleyelim o zaman. 14 Mayıs 1950’de sizi sandığa gömdüğümüz gün nasıl sevindiysek öyle sevineceğiz. Seçimle yenemediğiniz Menderes’i idam etmenizin üzerinden dört yıl geçtikten sonra 10 Ekim 1965’te sizi sandığa gömdüğümüzde nasıl sevindiysek öyle sevineceğiz. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra yapılan ilk serbest seçimde, 6 Kasım 1983’te nasıl sevindiysek öyle sevineceğiz. İnandığımız ve iman ettiğimiz tüm değerlerlerimizi hedef tahtasına koyduğunuz 28 Şubat 1997 Post-Modern darbesinden beş yıl sonra 3 Kasım 2002’de sizi sandığa gömdüğümüzde nasıl sevindiysek yine öyle sevineceğiz. Müslüman bir Cumhurbaşkanı, eşi başörtülü bir Cumhurbaşkanı seçtirmemek için hukukun içine ettiğiniz 2007’de ‘Cumhuriyet’ mitingleri adı altında cumhura/halka meydan okuduğunuz günlerde sizi bir kez daha tanımıştık. İnsancıl, hümanist maskelerinizin nasıl da döküldüğünü görmüştük. Laikliğin arkasına saklanıp İslami değerlere düşmanlık yaptığınız günlerde yapılan 22 Temmuz 2007 seçimlerinde nasıl sevindiysek öyle sevineceğiz. 10 Ağustos 20014 Cumhurbaşkanlığı seçiminde nasıl sevindiysek öyle sevineceğiz. 1 Kasım 2015 seçimlerinde nasıl sevindiysek öyle sevineceğiz. Görüyorsunuz sandık sonuçlarıyla seviniyoruz. Sizin gibi vatandaşı denize dökmekten, bayrak dikmekten söz etmiyoruz. Haydi, bir seçim zaferinizden bahsedin de görelim.
Sizin baktığınız yerden bakarsak Malazgirt’ten, Miryakefelon’dan, İstanbul’un fethinden bahsetmemiz gerekir. Böyle bir şey olur mu, olabilir mi? Bunu bu toprağın insanı olarak bu toprağın insanlarıyla alakalı olarak nasıl düşünürsünüz? Bu ne kindir, ne öfkedir, ne hırçınlıktır? Yok, sizin çirkef minderinize ve gazınıza gelemeyeceğiz. Sizin gibi yapsaydık ve öyle davransaydık zaten “biz” olmazdık, olamazdık. İnandığınız ve iman ettiğiniz demokrasiniz size böyle söylemeyi ve davranmayı mı emrediyor? Oysa biz sizinle bu topraklarda yaşamaktan mutluyduk, bırakın bir yerlere dökmekten ve kötülüğünüzü istemekten bile Allah’a sığınırız. Bu iş sandıkta halledilir ve o gün biter, bitmelidir. Birlikte Türkiye olduğumuzu unutmayalım.
Referandumdan evet çıktığı takdirde başkentin Ankara’dan İstanbul’a taşınmayacağını siz pekâlâ biliyorsunuz. Rejimin değişmeyeceğini, İstiklal Marşı’nın değiştirilmeyeceğini, muhtarlıkların, lokantaların, kahvehanelerin kapatılmayacağını çok iyi biliyorsunuz. 17 Nisan sabahı kahvehaneye gitmek istiyorsan orada, lokantaya gitmek istiyorsan orada, muhtarlığa gitmek istiyorsan orada, başkent Ankara’ya gitmek istiyorsan orada, İstiklal Marşı söylemek istiyorsan her yerde… Sahip çıktığın hiç bir şeyin değişmediğini göreceksin. Bunları biliyorsun; içinde bulunduğun depresif açmaz bunlara inanmanı getiriyor. Oysa bunların yalan ve iftira olduğunu en az bizim kadar siz de biliyorsunuz. Hayır demek için yalanlara ve iftiralara ihtiyaç duymamalısınız. Hayır demenizden daha doğal bir şey olamaz, bu anlaşılabilir bir durumdur. Anlaşılmaz olan koca koca adamlar, koca koca kadınlar, bir de okumuş insanlar olarak bu maval ve martavalallara inanmanız var ya inanın ki hayır demenizden daha acayip ve daha anormal bir durumdur.
Hayata ve bardağa hep boş tarafından baktığınız için bu memlekette on beş yıldır yapılan hiçbir şey sizi mutlu etmiyor. Sosyal medyada yalan yanlış her şeyi paylaşıyorsunuz. Ülkenin Cumhurbaşkanına atılan her iftira, ona yapılan her hakaret sizin sayfalarınızda paylaşılıyor. Bu memleketin insanı için yapılan hangi hizmetten memnun oldunuz, hangisini sevinçle karşıladınız? Bir kez olsun Allah razı olsun diyebildiniz mi? diyemezsiniz, takdir etmek, teşekkür etmek size ağır gelir. On beş yıldır bu topraklarda neyinizi kaybettiniz, ne istediniz de yapamadınız, yaşam tarzınıza müdahale eden mi oldu? Bizim yaşam tarzımıza müdahale edilirken bu olamaz deyip itiraz ettiniz mi? Başörtülüler okullara alınmazken, devlet dairelinde çalıştırılmaz iken, anneler evlatlarının yemin törenlerini tel örgülerin ardından izlerken hayır diyebildiniz mi? Çok iyi bildiğiniz 28 Şubat müdahalesine hayır diyebildiniz mi? 27 Nisan e-muhtırasına hayır diyebildiniz mi? Ak Parti’ye kapatma davası açıldığında, bu ‘demokrasiye’ uymaz, olamaz, bu iş sandıkta olur diyebildiniz mi? Yoksa kurtuluyoruz diye içten içe sevindiniz mi? 15 Temmuz Feto darbesine samimi olarak hayır dediniz mi? Kankalarınız gibi tankları mı alkışladınız? Meydanlarda bir aya yakın nöbet tutuldu, hangi meydandaki nöbete katıldınız? 15 Temmuz darbesiyle alakalı yapılan hangi toplantıya katıldınız, hangisinde çekilmiş bir resminizi paylaştınız? Şehitlerin ve gazilerin ailelerinden bir tanesinin o geceye dair anlatımlarını dinlediniz mi? Dinlemediniz, dinleyemezsiniz. Hangi televizyon kanalı Cumhurbaşkanına giydiriyorsa onları izlediniz, onları dinlediniz, onların iftiralarını paylaştınız. Küfür etmede en mahir yazarlar fikir dünyanızı oluşturdu. Onların laflarıyla kendinizi mutlu addettiniz ve söylediklerine, yazdıklarına inandınız ve bir hülyalar dizisi çektiniz. Hayal âlemine daldınız. Çektiğiniz dizi de, daldığınız hülyalar da bitiyor. Söylediklerinizden, yazdıklarınızdan, paylaştıklarınızdan, inandıklarınızdan, sürekli olarak kandırılmışlığınızdan ve en sonunda da kendinizden utanacaksınız. Aslında siz her şeyin farkındasınız. İdeolojik saplantıların muhabbeti katletmesine, sevgi dolu olması gereken yürekleri mezbeleliğe çevirmesine fırsat vermeyelim.
Ömer Naci YILMAZ