28 Şubat süreci askeri zulmün bu topraklarda tavan yaptığı ender zamanlardan bir zamandı. Sıradan omzu kalabalıkların, toplumun her kesimine meydan okuduğu, ayar verdiği zamandı. Millet egemenliğinin yansıması olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, milli iradenin esamesi bile okunmuyordu. Zaten birileri askerden daha asker, kraldan daha kraldı. Milletvekili denilen bazı soytarılar, asker rengi diye haki renkli takım elbiseleri ile kameraların kadrajına giriyordu. Kadınlığın ve hanımlığın yüz karası olan bir soytarı ise özel olarak haki renkli apoletli döpiyes diktirmiş; elbisesi, günlerce tekmil veren televizyonların haber malzemesi olmuştu. Bu hainin adını bile unuttuk. O günlerde zalimler için Allah’a yalvarırdık: “Ya Rabbi! Bu zalimleri ve hainleri yer yuf et, adları, sanları unutulsun, gitsin.” diye dua ederdik. Rabbim öyle bir yer yuf etti ki adları ve sanları unutuldu gitti.
28 Şubat askerin, toplumun tüm kesimlerine ayar verdiği bir süreçti. Yandaşları ise sivil görünümlü beton kafalı siyasiler ve gazetecilerdi. Türk toplumunun dengesini altüst ettiler. İnsanları birbirlerine düşürdüler, müslümanları toplumun gözünde cüzzamlı hale getirdiler. Bunun için bazı ahmakları laboratuvarlarında yetiştirdiler, zihinlerini kurguladılar, toplumun içine saldılar. Sonra, ellerindeki senaryo doğrultusunda kuklalarını oynattılar.
Omzu kalabalıklardan biri bu sürecin bin yıl süreceğini iddia etmişti. Millete ve müslümanlara tuzak kurulmuştu. Yani “sonsuza kadar böyle devam edecek, sakın heveslenmeyin, ümitlenmeyin, biz ne diyorsak o” demeye getiriyorlardı. Onlar millete –müslümanlara- tuzak kurmuşlardı. Fakat bir hakikati unutmuşlardı mı desem, tuzakları başlarına geçirmede mahir bir Rabbimizin varlığından haberdar değiller miydi desem… Haberdar olup Rabbimizi tanısaydılar bunca gâvurluğu, zulmü yaparlar mıydı? “Hani bir zaman da inkârda direnenler senin önünü kesmek, seni öldürmek ya da sürgün etmek sana tuzak kuruyorlardı. Nitekim onlar hep kurmuşlar, Allah da onların tuzağını sürekli boşa çıkartmıştır; zira Allah tuzakları boşa çıkaranların en hayırlısıdır.” (8/Enfal, 30)
Refah Partisi, merhum Erbakan liderliğinde 24 Aralık 1995’de yapılan genel seçimlerde % 21 oyla birinci parti olarak çıkmıştı. Her şey o günden sonra başladı. 70 yıldır aşağıladıkları, hakir gördükleri müslümanlar/Anadolu halkı, siyaseten iş başına geliyordu. Bu kabul edilebilir bir durum değildi. Ne yapıp edilecek? Mevcut durum tersine çevrilecekti. Bir sürü siyasi atraksiyonlar yaptılar. Güneş motel vari argümanlar kurdular. İçi yeşil banknotlar dolu kara çantalar meclis koridorlarında, Ankara otellerinde havalarda uçuşuyordu. Bırakın bir ay sonra parti değiştirenleri, haftasında, bir gün arayla ve hatta birkaç saat sonrasında bile parti değiştiren çok şerefli (!) milletvekillerine şahit olduk.
Çok şey yaptılar fakat Refah Partisi’nin öncülüğünde bir hükümet kurulmasını engelleyemediler. 8Temmuz 1996’da Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi hükümeti güvenoyu alarak göreve başladı. İşte omzu kalabalıklar o gün düğmeye bastılar. Zira müslümanların öncülük ettiği bir hükümete tahammülleri yoktu. Zulmün resmiyet kazandığı 28 Şubat 1997’ye kadar her türlü zulüm hazırlıklarını yaptılar. O gün kendileri devletin her şeyi, hükümet ise onların memurları gibiydi. Yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar “biz sizinle yapamayız” deminin bir başka boyutuydu. Sadece siyasete değil, topluma da ayar vermeye başladılar ve ülkeye irtica paranoyası yaşattılar. Medya ve işbirlikçi gazetecilerin desteği ile akla hayale gelmeyecek komplolar kurdular. Müslümanların üzerinde kabus gibi çökmüşlerdi. İnsani olan her türlü hareket irticai faaliyet olarak topluma sunuluyordu. Merhum Erbakan’ın gezilerinden söylemlerine, kabullerinden iftar programlarına kadar her şey irtica kapsamına sokuluyordu. Yunan Savaşı’ndan beri tatbikat dışında garajlardan çıkarılmayan tanklar artık sokaklarda gezdiriliyor, gerekirse kafanızı bunlarla ezeriz demeye getiriyorlardı. Utanmadan sıkılmadan demokrasiye balans ayarı yaptık diyorlardı. Halkının üzerine ordu süren bir mantığa bürünmüştü İsrail’in gönüllü yoldaşları…
Bin yıl süreceği iddia edilen lanet olası, kahrolası 28 Şubat sürecinin beşinci yılından sonra yerinde yeller esmeye başladı. Devletler, sistemler küfürleri yüzünden değil, zulümleri ve adaletsizlikleri yüzünden yıkılırlar. İşte bunun en güzel örneği 28 Şubat küfür ve zulüm sürecidir. Zalimlerin adlarını ve sanlarını unuttuk gitti. Karadeniz bölgemizin güzel ifadesiyle yer yuf olup gittiler. Allah bir daha da getirmesin. Onların zulümlerinin hedefine yerleştirdikleri isimler ise aziz milletimizin sinesinde kıyamete kadar yaşayacaktır. Allah unutturmayacaktır. Onları bize ve bizden sonra gelenlere de sevdirecektir. “İnanıp faydalı işler yapanlar için Rahman, (gönüllerde) bir sevgi yaratacak (onları herkese sevdirecek)tır.” (19/Meryem, 96)
28 Şubat sürecinin zalimlerine bin bir kere lanet, mazlumlarına rahmet olsun.
Ömer Naci YILMAZ