Pazartesi , 13 Ekim 2025
Son Dakika Haberler
Osmanlılar ve Çerkesler

Osmanlılar ve Çerkesler

Çerkesler hakkındaki ilk elden bilgilerin gezginlerin eserlerinde verildiği görülmektedir. Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi, 1660’lı yıllarda gezip gördüğü Kafkaslar, dolayısıyla Çerkesler hakkında ilginç gözlemlerde bulunmuş; Çerkes lisanı hakkında ise kendisine göre şu ilginç saptamada bulunmuştur: “Bu dünya seyyahı, insanlarla sohbet eden yalnız bilmeyen aciz kul, ben Evliya elli bir senede yedi iklimde on sekiz padişahlık yere ayak bastım. Her diyarın lisanıyla konuşmak için onların açık ve güzel sözleri, beyitleri ve şiirleriyle yüz kırk yedi lisanın hepsini gayet güzel yazdım ama bu Çerkes lisanı gibi saksağan sadalı lisanı yazamadım.

Ama gayretimle o lisanı da kaderin verdiği imkânlarla yazarız… Kendilerine mahsus bir lehçeleri var. Gramerleri yoktur. Onun için kaleme gelmez vesselam…” Gerçekten de, Çerkeslerin kendilerine özgü bir gramerleri olmadığı gibi, bir alfabeleri de bulunmuyordu. Bu konudaki ilk çalışmalar 19. yüzyılda çeşitli ve dağınık denemeler şeklinde başlamıştı. 20. yüzyılın başlarında (1925) Latin harfli bir alfabeye sahip olmuşlar, ancak bu fazla uzun sürmemiş, 1939 yılında Kiril harfli bir yazıya geçmişlerdir.

Evliya Çelebi, Çerkeslerin kendilerine özgü bir yazım sistemlerinin olmamasının nedenini, Araplara kızgın olmalarına, bunun da etkisiyle Tatarlar ve Gürcüler ile karışmalarına bağlamaktadır. Bunun belki bir dereceye kadar etkisi olabileceği Kafkas bilginlerince de kabul edilmekle birlikte, Çerkesce’nin telaffuzunun gerçekten zor bir lisan olmasının yanı sıra pek çok lehçeye ayrılması da önemli bir neden olarak görülmektedir. Tanzimat döneminin bürokrat ve tarihçisi Ahmet Cevdet Paşa, 1880’li yılların ortalarında yayınlanan Tarih’inde, “Özet olarak Kafkas halkının çoğu Müslüman olup güneyden ve kuzeyden hücum eden İran ve Rusyalıların tesiri altında kalmışlarsa da çok defa Padişah’ın himayesine mazhar olmuşlar ve Osmanlı hilâfetini kabul ederek Devlet-i Aliye’ye meyletmişlerdir” diye yazıyordu. Bir de kısa bir “Kırım ve Kafkas Tarihçesi” (1307) yazan Cevdet Paşa, aynı eserinde “Ruslardan asla korkmazlar” dediği Çerkeslerin, “Devlet-i Aliye hizmetine lâyık ve acayip mahlûklar” olduğunu belirtiyor, bu acayipliklerinin başında ise hırsızlık, kölelik, vurgunculuk gibi özelliklerini sayıp döküyordu. Bu yargıların Batılı yazarların Çerkesler hakkındaki düşüncesiyle paralellik içinde olduğu görülmektedir. Bunun, Batının oryantalist yaklaşımın etkisi altında oluştuğu söylenebilir. Kendilerine “Adıge” (Hemşehrî) diyen Çerkesler, kendilerine atfedilen olumsuz yargıların doğru olmadığını tarihen ortaya koymak amacıyla, Osmanlı-Çerkes ilişkilerinin en dostâne dönemi sayılan II. Abdülhamit devrinde “mükemmel”bir Çerkes tarihi kaleme almak için harekete geçtiler ve bunun için bir layiha hazırladılar. Bu layihada yer alan ifadelerden, layihanın 1882 sonlarında (Muharrem 1300) kaleme alındığı, 1883 başlarında ise basılıp yayınlandığı anlaşılmaktadır. Bu layihanın esprisi, Çerkeslerin, Batılıların ileri sürdüklerinin aksine, medenî bir kavim olduğu esas tezini işleyerek medeni dünyaya göstermek olduğu anlaşılmaktadır.

Gerçekten de, 1878 Berlin Antlaşması’nda, Kırım Savaşı’ndan, özellikle 1864’ten itibaren

Rusların Kafkasları istilâsı karşısında, Kafkas ellerinden göçüp yoğun olarak Osmanlı ülkesine sığınan Çerkeslerin, Kürtlerle birlikte, Ermenilere karşı taarruzunun durdurulması kayıt altına alınmıştı. Bu hüküm, Çerkeslerin, Osmanlı Birliği içindeki gayri-müslim azınlıklar açısından olumsuz bir şekilde değerlendirildiğinin önemli bir göstergesidir.

Osmanlılar açısından Çerkesler, âdeta bütün bir Kafkas politikasını temsil ediyordu. Bunun için Osmanlılar, Rusların Kafkasya üzerinden Anadolu’ya inmesinin önüne geçmek için, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra Çerkeslerle sıkı ilişkiler kurmuştur. 1846’da yayımlanan Rusça-Çerkesce Sözlük’ün önsözünde Çerkesler, Kafkaslarda yaşayan bütün “Dağlı Kavimler”in sembolü gibi takdim ediliyordu. Burada bahsi geçen “Dağlı” (Maarulal) sözcüğü, aslında Avarlar için kullanılan bir deyimdir. Ruslara karşı uzun süre direnen İmam Şamil’in Avar aslından bir kahraman olduğunu biliyoruz. Bu mücadelesinde Şamil, hem Çerkesleri hem de Çeçenleri yanında bulmuş bir Kafkas kahramanıdır. Şeyh Şamil’in Ruslar karşısında gerilemesi ve başarısızlığa uğramasından sonra, Çerkesler ile birlikte bütün Kafkas kavimleri Rusların egemenliği altına girmeye başlayınca,Türkiye’ye yoğun ve dramatik bir Çerkes göçü yaşanmıştır. Osmanlı ülkesine göçen Çerkesler, Osmanlı hükümeti tarafından stratejik önemi haiz bir şekilde iskân edilmiştir. Örneğin, Ermenilerin yoğun olarak oturdukları bölgelere yakın yerlerde, sözgelimi Erzurum, Sivas, Çorum, Çankırı, Adapazarı, Bursa ve Eskişehir’de iskân edilmiştir. İşte Çerkesler, Rum ve Ermeni halkının yoğun olarak yaşadığı ve kimi zaman Kürtlerin rahatsızlık çıkardığı yerlere yerleştirilmiştir.

Çerkesistan Tarih-i Umûmiyesinin Sûret-i Tanzîmine Dair

İşte, “mükemmel” bir Çerkes Tarihi yazımına ilişkin 1882 senesi sonlarında kaleme alınıp 1883 yılı başında bir nüshası Padişaha sunulan bu layiha, böyle bir ortamda kaleme alınmıştır. Ancak o günden bugüne bütün Kafkaslar ve Kafkas halkları hakkında Türkçe’de kapsamlı bir inceleme henüz kaleme alınmış değildir. Ancak yine de Osmanlı Kafkasları hakkında Türkiye’de ve Batı’da çok sayıda çalışma yapılmış olduğu bilinmektedir. Batılı veya Türk bilginler tarafından yapılan bu çalışmaların genelinin ise tarihsel olmaktan çok, etno-santrik yaklaşımlı yapıtlar oldukları görülmektedir. İşte, böylesi bir ortam içinde yazımına teşebbüs edilen “mükemmel” bir Çerkes Tarihi, layihanın yayımlanmasının üzerinden uzun bir zaman geçmesine karşın bir türlü kaleme alınamadığı gibi, somut adımlar da atılamamıştı. Yine Padişah II. Abdülhamit’in saltanatı döneminde kaleme alındığı anlaşılan ve Hüdâvendigâr (Bursa) vilâyeti ile Eskişehir’de Cırık Ahmet ve Abaza Nogay Zok (?) ve sair beyefendilere hitaben kaleme alınan bir belgede bu konuda aynen şunlar yazılıdır:“Şimdiye kadar tertîb ve neşrine muvaffakiyet hâsıl olamıyan Çerkesistan Tarih-i Umûmîsi’nin vücuda getürülmesi gayet ehemm ve bunun husûlü içün ihtiyacât-ı milel ve ‘asra vâkıf olan mütehayyizân-ı Çerakesenin (Çerkeslerin ileri gelenlerinin) arzusu muhakkaktır. Bu tarihin derece-i lüzumu herkesçe bedihî olduğundan burada tafsilât itâ’sına hacet görülmedi. İşte bu kerre yümnehü’l-kerîm bu maksad-ı mühimme cidden teşebbüs edilerek tarihin sûret-i tanzimine dair sûret-i mahsûsada yapılan ve bir nüshâsı leffen (ekli olarak) gönderilen tarifnâme mucebince (gereğince) bu tarihin tanzimine mübaşeret olunmuş (girişilmiş) ve melfûf pusula mantûkunca erbâb-ı iktidardan [bir] heyet-i müel-life teşkîl ve Babıâli altında Ebu’s-Suud Efendi caddesinde kain 34 numrolu idarehânede içtima eylemekte bulunmuştur. Artık bu maksadın sürat-i husûlüne lüzumu kadar paranın tedarik olunamamasından başka bir mâni’ kalmamıştır ki bu da levâzım-ı medeniyeye vâkıf ve saye-i âli-i cenâb-ı tâcidârîde i’aneye mukadder ricâl-i Çerakesenin kesretine binaen bir şey demek değildir. Binaenaleyh hazâ (bu) hâ’iz oldukları hâmiyet-i müselleme-i vatanperverîlerine (ulusal şeref ve haysiyetleri herkesçe kabul olunan vatan-severliklerine) nisbetle pek cüz’î olmak üzere tensîb edilen (uygun bulunan) ve melfûf bilette muharrer (yazılı) bulunan paranın sürat-i mümküne ile sû-yı acizânemize yetiştirilmesini temenni ve daha ziyade i’aneye himmet buyurdukları halde ayruca bilet gönderileceğini beyân eder ve bir de orada mevcût olan ümerâ-yı Çerakeseye tefhimât ve teşrifât-ı mukteziye icrasıyla umûmundan ahz ücem olunabilecek (toplanabilecek) paranın dahi bileti ba’dehu gönderilmek üzere defteriyle beraber irsâl buyurulmasını niyâz eyleriz.”

Bu son girişimin de önceki gibi sonuçsuz kalmış olduğu anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte, belgenin satır aralarında söz konusu girişime ilişkin önemli bilgiler bulunmaktadır. Bir kere, bu tarih eserinin, Çerkes seçkinlerinin girişimiyle yazılmak istendiği; ikincisi, bu girişim için bir yazar kurulu oluşturulduğu, Babıâli’de Ebussuud caddesinde 34 numaralı yerde bir yönetim merkezi kurulduğu ve burada düzenli toplantılar yapılmaya başlandığı anlaşılmaktadır. Üçüncüsü, bu yolda bütün hazırlıklar yapıldığı, geriye sadece para sorunu kaldığı; bu sorunun da Padişah ile Padişah’ın çevresinde bulunan varlıklı Çerkeslerin yapacakları yardımlar sayesinde aşılacağı belirtiliyor. Ancak, bu arada İmparatorluğun çeşitli yerlerinde oturan duyarlı Çerkeslerin bu girişime katkıda bulunmaları için harekete geçildiği, bunun için de bu girişime maddi destek sağlamaya yönelik organizasyonlar yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu çalışmalar, Osmanlı Padişahı’nın parasal desteğinin yanı sıra Eskişehir ve Bursa gibi Çerkes nüfusunun yoğun olduğu yerlerden alınan destekle yapılmaya çalışılmıştır.

Oldukça kapsamlı olduğu görülen bu layihanın hemen başında, bu tasarının özetinin Padişaha dahi sunulduğu, bu girişime Padişahın bilgisi dâhilinde başlandığı önemle belirtiliyordu. Bu layiha, uzun bir girişten sonra “Müessisler”,“Müellifler”, “Muharrirler ve Mütercimler”, “Layihanın Hulâsası” ile “Hâtime” alt başlılarından oluşmaktadır. Layihanın giriş bölümünde, böyle bir eserin yazılmasına girişilmesinin gerekçesi şöyle açıklanıyor:

“[Batılılar tarafından yapılan] Neşriyât-ı kâzibe-i gaddârânenin bu derece ilerlemesi aleyhinde söz söylenilen sâ’ir milelin müdâfa’ası misullû Çerkesler tarafından bir müdâfa’a-i muktedirâne-i muhıkâne ve Çerkesistanın her ahvâlini hakkiyle bildirir neşriyât-ı müstakimâne ile mukâbele ve müdâfa’aya himmet eden olmamasından neş’et etmiştir.

Binâen’aleyh hazâ delâ’il-i kat’iyye ile şu isnâdât ve müfteriyât-ı vâkı’anın külliyen redd ve

ibtâline ve Çerkesistanın her mevâki’ ve arâzisine ve Çerkeslerin menşe’ ve âdât ve ahlâk ve

edebiyât ve ef’âl ve mu’âşeret ve mu’âmelat-ı câhiliyye ve şer’iyye ve vukû’ât-ı harbiyelerine

dâir mükemmel bir Çerkesistan tarih-i umûmiyesinin tertîbi ve neşrine nihâyet derecede

sarf-ı himmet eylemek bugün ale’l-umûm ricâl-i Çerâkiseye farz olmuştur. Çünkü bugün

Çerkesler aleyhinde bulunan Avrupa efkâr-ı umûmiyesinin Çerkesler lehinde bi-hakkın ta’dîl

ve tahvîline (tamamıyla düzeltilip değiştirilmesine) ve an-be-an mahv ve münkarız olmakta

(tükenmekte) olan kavmiyet ve ‘asabiyyet-i Çerkesiyyenin muhâfaza ve ihyâsına bu tarih

yardım edecek ve belki bir mukaddeme-i müstakile olabilecektir.”

Bir nüshası Padişaha da sunulan layihanın “Çerkesistan Tarih-i Umumiyesi’nin Sûret-i Tanzîmine Dair Hulâsadır” başlıklı özetinin yer aldığı kısmı aynen yayınlıyoruz:“Tanzîm olunacak tarihin nâmı (Çerkesistan Tarih-i Umûmiyesi) olub elsine-i ecnebiye üzere yazılmış olan her tarih tetebbû’ ve tahkîk ve Çerkes ihtiyârlarının ma’lûmât ve ifâdât-ı şifâhiyeleri istima’ edilerek destres olunabilecek ma’lûmât-ı sahîhaye nazaran Kâfkâsya kıt’âsının kâffe-i mevâki’ ve hudûd ve arâzisinden ve Çerkeslerin menşe-i hakîkîsinden bed’an ile bin üç yüz sene-i hicriyesi muharremine kadar getürelecektir’’.

“Bu tarih her biri lüzûmu kadar fusûl ü envâ’ı (bölüm ve konuları) şâmil olmak (kapsamak) üzere üç kısım üzerine tertîb olunacaktır (düzenlenecektir)’’.“Birinci kısımda Kâfkasya kıt’asının coğrafyasıyla Çerkeslerin ibtidâ Çerkezistâna nereden ve ne vechile gelüb ne sûretle tavattun eyledikleri (yurt tuttukları) ve ol vakit köleye mâlik olub olmadıkları ve mâlik idiler ise kölelerine ne vechile mu’âmele eyledikleri ve ol vakit insan satub satmadıkları ve zemân-ı cahiliyedeki sâ’ir idâre-i umûmiyeleriyle andan sonra İslâmiyetlerine kadar ne sûretle yaşadıkları ve usûl-i harbleri ve i’tikâdları ve ol vakit oralarda esir sirkat olup olmadığı (esir satılıp satılmadığı) ve usûl-i münâkehe ve izdivac (nişan ve evlenme şekilleri) ve edebiyât ve mu’aşeretleri ve sâir ahvâl-i husûsiye ve umûmiyeleri lüzûmu kadar fusûl ü envâ’-ı münkasim olarak irâ’e edilecektir.’’

“İkincisinde ibtidâ İslâmiyet’in Çerkezistâna ne vâsıta ve sûretle dahil ve intişâr eylediği ve bu esnâda ne gibi vekâyi’e tesâdüf olunduğu ve İslâmiyetden sonra Çerkezistânda kaç türlü usûl-i idâre göründüğü ve kabâilin müte’addid nâm ve unvâna sûret ve sebeb-i inkısâmıyla cihet-i idârenin derece-i tefâvütü ve sûret-i ekl ü şürbleri ve usûl ü vukû’ât-ı harbiyeleri ve usûl-i münâkehât ve izdivâc ve edebiyât ve mübâşeretleri ve sirkatın derecesiyle sârikler (hırsızlar) hakkında ne mu’âmele cârî olduğu ve hukûk-ı umûmiye ve husûsiyenin ne sûretle muhâfaza edilmekte idüğü da’âvînin ne vechile fasl ü rü’yet olunduğu ve o asırlarda kölelerine ne vechile mu’âmele eyledikleri ve kan gütmek mes’elesinin sûret-i esbâbı ve insan satmak husûsunun ne sûret ve esbâba binâ-i tevsi’ eylediği ve hangi tarihte İstanbul’a insan satmağa başladıkları ve buna en evvel kimin sebeb olduğu ve kölelerine vâki’ olan mu’amelelerinin şer’î-i şerîfe muvâfık olub olmadığı ve Kırım Muhârebesinden Çerkeslerin siyâseten istifâde edememelerinin esbâbı ve ahvâl-i husûsiye ve umûmiye-i sâ’ireleri kezâlik lüzûmu kadar füsûl ve envâ’-ı münkasım olarak gösterilecektir’’.

“Üçüncüsünde hicrete sebebiyet veren ahvâl ile ne vechile hicret olunduğu ve esnâ-yı hicrette tesâdüf olunan ahvâl-i mu’âmelat ve hicretten maksad ne olduğu ve hicretten sonra görülen mu’âmelat ve burada Çerkesler de sirkatin çoğalmasına sebeb olan ahvâl ve Çerkesler’in ötekine berikine serd tanınmalarının esbâbı ve muhârebe-i âhire (93 Harbi) nihâyetine kadar Çerkesler’e ecânibin eylediği müftereyât ve istinâdâtla (iftira ve yakıştırmalarla) bundan maksadları ne olduğu ve bir daha avdet edememek üzere Rûmili’nden hicret etdirilmelerinin esbâbı beyân olunacak ve her kısm ve fasl ve nev’i tevârih-i atîkanın (eski tarihin) delâil-i makbûleye müstenid bulunan ibârâtına ve yahud kavânîn-i tabi’iyyeye ve ihbârât-ı ma’kûleye ve’l-hâsıl berâhîn-i muhîta-i mukni’aya müstenid olacakdır’’.

“Herkesin bu uğurda vukû’a gelen i’âne mesâ’îsi muhabbet-i milliyesi içün güzel mizân ü mikyâs (ölçü) olacağından tarihin hâtimesinde bir cedvel-i mahsûs tanzîm ve tertîb edilerek himmât-ı vâkı’a ‘alü’s-sâmî tahrîr ve teşrîh edilecektir (açıklanacaktır)’’.

“Onuncu madde mûcibince Dersa’âdet’de mevcûd mü’essisîn ve mü’ellifîn cânibinden ladü’l- istişâre (danışarak) devletlû übhetlû Hayreddîn Paşa hazretlerinin imzâsı ma’ü’l-iftihâr (iftiharla) kabûl olunmuş olduğundan muvâfakat-ı fehîmâneleri (anlayışlı olurları) ricâ edileceği gibi mü’ellifîn-i silkine (yazarlar arasına) sa’âdetlû Ahmed Midhat Efendi Hazretleri dâhil olmuş ve üçüncü madde mûcibince idâre-i müdîriyete tüfengî-i cenâb-ı şehriyârî mîralay izzetlû Ahmed Beyefendi’nin ve altıncı madde mûcibince mü’ellifler hey’eti riyâsetine umûm muhâcirîn müfettişliği başkâtibi izzetlû Râşid Bey’in intihâbı ve dördüncü madde mûcibince idâre müdüriyeti vekâletiyle mü’ellifîn riyâseti mu’âvenetine dahi Kosova vilâyeti a’şâr nâzır-ı sâbıkı izzetlû Hurşîd Efendi’nin nasbı tensîb edilmiştir (uygun görülmüştür).”

‘Mükemmel’ Bir Çerkes Tarihi Şöyle Yazılır !

Yazılması tasarlanan Çerkesistan tarihinin Osmanlı-İslâm tarih anlayışı çizgisinde olduğu, yukarıda özeti verilen layihadan açıkça anlaşılmaktadır. Bu çalışmada Osmanlı tarih yazımı açısından oldukça önemli ve orijinal bir belge olduğunu düşündüğümüz işbu layihayı aynen yayınlayarak Osmanlı tarih yazımı literatürüne mütevazı bir katkıda bulunmak istedik. Ancak layiha, epeyce uzun ve kapsamlı olduğu için yalnızca özetini vermeyi tercih ettik. Bu makalede, Osmanlı ülkesinde önemli bir etkinliğe sahip Çerkeslerin kapsamlı bir tarih yazmak yolunda söz konusu layihanın çevirisini yaparak Osmanlı-İslâm tarih anlayışı açısından analiz etmeye ve Osmanlı tarih yazımının tarihindeki yerini belirlemeye çalıştık.

Layihanın kısaca tahlilini yapacak olursak, öncelikle, yazılması planlanan Çerkes Tarihi’nin İslamik bir yaklaşımla kaleme alınmak istendiği, dolayısıyla teleolojik nitelikli olduğu görülmektedir. Sonra, “ahlâfa güzel bir muhakeme ve ibret tarikini göstermek” amacıyla kaleme alınmak istenmiştir. Son olarak da, Çerkeslerin,“kendi kavmiyet ve memleketleri hakkında henüz mükemmel bir tarihe malik olmamaları”, böylesi bir tarihin yazılmasını zorunlu kılmıştır. Gerçi, Kafkaslara ve Kafkas kavimlerine ilişkin ecnebî tarihlerinde mebzul miktarda bahis mevcut ise de, bunlar, bazı yanlış anlayışlarla doludur. Bunların başında, Batılıların, “Çerkeslerin vahşi ve gaddar ve terbiyeye gayri kabil bulunduklarına dair” düşünceler gelmektedir.

Bu yanlış görüşlerin, Çerkeslerin karakteristik özelliklerinin ‘her iki tarafça dahi meçhul olması’ndan kaynaklanmış olduğu anlaşılmaktadır.

Kısacası, Çerkesistan Tarih-i Umûmiyesi’nin yazılması tasarısına tepkisel bir hareketin sonucunda teşebbüs edildiği anlaşılmaktadır. Bu teşebbüsten birkaç yüzyıl evvel Çerkeslerin kökenine ilişkin Arapça bazı şeyler kaleme alınmış ise de, bunların “vukufsuzluk hasebiyle”, çoğunlukla peşin hükmün mahsulü olmaktan öteye gidemediği anlaşılmaktadır. Batılı yazarlar ise, bütün Kafkas kavimlerini Çerkes zannetmişler ve olumsuz peşin hükümlerle değerlendirmişlerdir. Bu peşin hükmün başında, Çerkeslerin insan alıp satmaları, hırsızlığa, vurgunculuğa,soygunculuğa mübtela sanılması, tabiat olarak sert tanılmış olmaları gibi konular bulunmaktadır.

Bu sonuncu hüküm, önceleri “esasen bir kaide-i mahsusa-i şer’iyeye tabi’” iken, sonraları çığırından çıkmış ve Çerkeslerin kötü tanınmasına neden olmuştur.

Bu yanlış kanaati düzeltmek ve “mükemmel” bir Çerkes Tarihi yazmak, Çerkes büyüklerine âdeta farz olmuştur. Demek ki bu tarihle, esasen Çerkeslerin “medenî”bir tarihi yazılmış olacak, en azından Çerkeslerin “barbar” (bedevî) olmadıkları ortaya konulacaktı.

Çerkesistan Tarih-i Umumiyesi yazılırken, yabancı dillerde yazılmış Kafkaslar ve Çerkesler hakkındaki bütün tarihî eserlerin incelenerek ve Çerkes büyüklerinin bilgi ve ifadeleri toplanarak, “Kafkasya kıtasının kaffe-i mevâki’ ve hudûd ve arazisinden ve Çerkeslerin menşe’-i hakikisinden” başlayarak hicri 1300 senesi muharremine, yani 1882 sonuna kadar getirilecekti. Üç kısımdan oluşması planlanan bu tarihin birinci kısmında; Çerkeslerin bugünkü Kafkasya’daki ülkelerine gelip yerleşmelerinden İslâmiyet’le tanışmalarına, yani Arapların Kafkasları istilâsına kadar olan süreç; İkinci kısımda, İslâmiyet’in Çerkesler arasında yayılmaya başlamasından Kırım Savaşı’na kadar olan dönem; üçüncü kısımda ise, Kırım Savaşı’ndan, özellikle, Kafkasya’dan başka yerlere büyük Çerkes göçünden Berlin Antlaşması’na kadar olan devre ele alınmaktadır. Bu kısımların her birinde Çerkeslerin her türlü tarihi ele alınıp işlenmesi planlanırken, üçüncü kısımda Çerkeslerin Kafkasya’dan başka yerlere göçünün ayrıntılı tarihi üzerinde durulmak istendiği ve ayrıca, özellikle 93 Harbi’nden sonra Batılıların Çerkesler hakkındaki peşin hükümlerinin nedenleri üzerinde durulmak istendiği anlaşılmaktadır.

Bu tasarının son kısmı Çerkes diasporası tarihi gibi bir düşünceyi anımsatmaktadır. Çerkeslerin nereden gelip de bugünkü “Çerkesistan” denilen bölgeye yerleştikleri henüz tam olarak aydınlatılamamakla beraber, M. Ö. VI. yüzyılda Karadeniz’in bütün doğu sahillerini işgal etmekte oldukları söylenmektedir. Çerkeslerin,kuzeyli ve güneyli (Akdeniz) iki kavmin karışmasından meydana geldiği tahmin edilmektedir. Bu nedenlerle erken dönem Çerkes tarihi hakkındaki bilgiler oldukça sınırlıdır.

Çerkesler hakkındaki ilk çalışmalar ise daha çok etnografik niteliktedir ve 18. yüzyıl sonlarında kaleme alınmaya başlamıştır. II. Abdülhamit dönemindeki bu çalışmanın asıl amacının bunun ortaya konulması çabası olduğu ve ulusal bilincin canlı tutulmaya çalışıldığı, bunun için’se tarihe başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Çerkes tarih anlayışının ise ümmetçi-milletçi bir çizgide olduğu görülmektedir.

Bu planda, insanlık tarihinin Hazreti Âdem ile başlatılması ve Çerkes Tarihi’nin dönemlere ayrılmasında izlenen yöntem ve yaklaşım modelinin İslâm tarih anlayışı çizgisinde olması, buna önemli bir kanıttır. Bunlara ilâveten, Çerkesler aleyhindeki “bâtıl” yargıların tashih edilmesi gayreti, Hıristiyanlık âlemini karşısına alan bir tarih anlayışını mevzu bahis kılmaktadır. Bu yaklaşım, aynı zamanda Avrupa merkezli tarih anlayışına karşı bir tepkidir. Çerkeslerin insan ticareti yaptıkları hükmüne karşı İslâmın hükümlerinin öne sürülerek savunulması, buna bir diğer örnektir.

Çerkeslerin başkaları tarafından olumsuz olarak görülen bazı özelliklerinin ise, tarihsel

koşulları içinde değerlendirilmesi ve gerçekleri yansıtmadığının vurgulanması,Çerkes ulusal tarih yazımı yönünde dikkate değer noktalardır.

Bu tarih yazımı tasarısı içinde iktidarla ilişkilere de ayrıca dikkat edildiği anlaşılıyor. Öncelikle, kurucu ve yazarlar arasında İstanbul’da bulunan “übbehetlü”Hayrettin Paşa’nın imzasının kabul edildiği, yazarlar kuruluna tarihçi yazar olarak “saadetlû” Ahmet Mithat Efendi’nin dâhil edilmesi, müdürlük makamına “izzetlü”Miralay Ahmet Efendi’nin, yazarlar kurulu başkanlığına ise Umûm Muhâcirîn Müfettişliği başkâtibi “izzetlü” Raşit Bey’in seçilmesi ve son olarak, yazarlar kurulu başkan yardımcılığına Kosova Vilâyeti eski Aşâr Nazırı “izzetlü” Hurşit Efendi’nin seçilmesi önemlidir. Böylesi kapsamlı bir Çerkes Tarihi yazımında tarihçi-yazar olarak görev verilmesi düşünülen veya bu layihanın hazırlanmasında katkısı bulunan Çerkes aydınların adlarının belirtilmemesi anlamlıdır. Layiha sahiplerinin,yukarıda belirtilen seçkin kişiler yoluyla iktidar katında kabul görmek istedikleri anlaşılmaktadır. Ne ki, o sırada Osmanlı aydın ve tarihçileri içinde gerçekten seçkin bir konumu bulunan Kafkas kökenli Mizancı Mehmet Murat Bey’in göz ardı edilmesi de anlamlı görünmektedir. Çünkü bu sırada Mizancı Murat, “devrimci” bir aydın

olarak tanınıyor, bu nedenle iktidar tarafından pek de tasvip edilmiyordu. Mekteb-i Mülkiye’de verdiği dersler de Abdülhamit’in adamları tarafından dikkatle izlenip jurnal ediliyordu.

Kısacası, böylesine kapsamı geniş tutulan ve iktidar tarafından da destek verilen önemli bir projeye, Kafkas kökenli aydın bir tarihçi yazarın alınmaması önemli bir eksiklik sayılabilir. Dolayısıyla, bu kapsamlı tasarının Osmanlı iktidarı ile uyumlu bir çalışmanın sonucunda ve Osmanlı-İslâm tarih anlayışı çerçevesinde kaleme alınmış olduğu anlaşılmaktadır. Yazar kadrosunun da buna göre tanzim edilmesi, yani konunun uzmanından çok siyasal tutumun belirleyici olduğu söylenebilir.

Bu nedenle olsa gerek, bu şaşalı tasarı II. Abdülhamit iktidarının tarihe karşı olumsuz

bir tutum takınması üzerine gündemden düşmüştür. 1890’lı yılların başlarında II. Abdülhamit yönetimi iktidara karşıt bir tutumun oluşumuna zemin hazırladığı gerekçesiyle, önce tarih derslerini, ardından da felsefe öğretimini ilköğretimden başlayarak bütün öğretim kurumlarından kaldırmaya başlamıştır. Bir süre sonra da tarih yayınlarını sıkı bir denetim altına almaya çalışmıştır. Bu gelişmenin de etkisiyle olsa gerek söz konusu tasarıyı gerçekleştirecek ortam ve koşullar ortadan kalkmıştır….Edirne Antlaşması, 14 Eylül 1829 tarihinde Osmanlı Devleti ve Rusya arasında Edirne şehrinde imzalanmış bir antlaşmadır. Bu anlaşma ile Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır.

Bu antlaşmaya göre ;

1- Yunanistan bağımsız bir devlet olacaktı.

2- Eflak, Boğdan ve Sırbistan’a özerklik-otonom sağlandı.

3- Ruslar, işgal ettikleri yerlerin çoğunu verdiler.

4- Rus ticaret gemilerine boğazlarda geçiş hakkı tanındı.

5- Osmanlı devleti, Rusya’ya savaş tazminatı olarak 10 taksitte onbir buçuk milyon duka altını ödemeyi Kabul etti.

6- Antlaşmanın 10. Maddesine göre Osmanlı Devleti Rusya,İngiltere ve Fransa’nın Londra’da 6 Temmuz 1827’de ve buna dayalı olarak yine Londra’da 22 Mart 1829’da aralarında yaptıkları, Yunanistan Devleti’nin kurulmasını ve bağımsızlığını öngören anlaşma ve protokolü kabul edecekti (Londra Antlaşması)

7- Osmanlı Devleti Çerkesya üzerindeki tüm haklarını,bu arada Kuban Irmağı ile Bzıb Irmağı arasındaki Karadeniz kıyı kontrolunu Rusya’ya devretti .Çerkesya’daki Anapa ve Sucuk-Kale (şimdiki Novorossiysk) Limanlar/Kaleler dışında, Poti Limanı,Ahıska ve Ahılkelek de Rusya’ya bırakıldı.(Osmanlı kendine ait olmayan Çerkesya’yı, Çerkeslerin haberi olmadan Rusya’ya veriyor. Rusya da bunu kabul edip, Çerkesya’yı işgale ve soykırıma başlıyor. Bu Osmanlı Devleti ile Rus Devleti’nin anlaşarak Çerkesleri Kafkasya’dan sürgün etmenin bir planından başka bir şey değildir.

Alıntıdır

Yorum yap

Ayrıca Bakınız

Zalimleri Seyredenlerin Âkibeti

Zalimleri Seyredenlerin Âkibeti

İslâmiyet Zâlimin ve zulmün düşmanıdır. Rabbimiz zulme edna bir meyli dahi yasaklamış ve zâlime en …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir