31 milyon Mısırlı, merhum Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi seçtiğinde, ben Mısır’daydım. Olayları yakından takip etmeye başladım. Daha ilk günden itibaren Mursi’nin sözde “hataları”na yönelik azgın bir eleştiri dalgası başladı. Bu hatalar; “Bismillahirrahmanirrahim” demesinden tutun da, Mısır ordusunu Sina’da harekete geçirmesine kadar uzanıyordu.
Medyanın gece gündüz dillendirdiği bu “hatalar” arasında şunlar da vardı:
– Bir kadın sunucu İslam’a hakaret etti; bunu da Mursi’nin hatalarına dahil ettiler. “Mursi döneminde bir sunucu İslam’a hakaret etti” dediler.
– Bir Ezher şeyhi bu sunucuya cevap verdi, ona hakaret etti; bu da hata oldu. “Mursi döneminde bir şeyh bir sunucuya hakaret etti” dediler.
– Sunucu şeyhe dava açtı; yine Mursi’nin hatası oldu. “Mursi döneminde bir sunucu bir şeyhe dava açtı” dediler.
Mursi sabah namazını camide kıldığında, “*Cumhurbaşkanı gece tek başına camiye gidiyor, nasıl güvenliğini riske atar*” diye yaygara kopardılar. Ama protokol karşılamasında yanında koruma olduğunda da “*Devletin kaynaklarını kişisel koruması için kullanıyor*” dediler.
Mursi’nin “hataları” her türlü saldırının bahanesi oldu.
Saldırılar sadece Mursi’nin düşmanlarından, eski Hüsnü Mübarek rejiminin kalıntılarından, Maspero topluluğundan, ya da Lamis el-Hadidi, İbrahim İsa, Amr Adib ve Tevfik Ukaşe gibi laiklerden gelmedi. Aynı zamanda geniş bir muhafazakâr kesimden de geldi. Bu insanlar Mursi’nin her nefesini, her duruşunu, her fısıltısını gözetliyor ve “*ben hataya sessiz kalmam, isterse dindar bir başkan olsun*” bahanesiyle eleştiriyordu. “*Gerçeği söylemek boynuma mal olsa da susmam*” diyerek sosyal bir riyakârlığa savruldular.
Bazıları hayatında ilk defa “*zalim bir sultan karşısında hakkı söylemek*” hadisi şerifini duydu ve bunu adil bir başkana uygulamaya kalktı. Mursi’yi, bakanlarını ve hükümetini eleştirmek bir alışkanlığa dönüştü. Mursi, bir yıl boyunca halka hizmet etmeye devam ederken en çok muhafazakarlardan hançerlendi durdu.
Bu kusa süreçte Mısır Lirası değer kazandı, ekmek kalitesi (Mısır tarihinde ilk defa) iyileşti, ekonomik bir toparlanma yaşandı, Süveyş Kanalı Şirketi yeniden işler hâle geldi, temel ihtiyaç maddeleri piyasaya girdi, insanlar özgürlükten nefes almaya başladı ama kimse bunları görmedi.
Mursi halka eleştiri ve ifade özgürlüğü verdi; halk da bu özgürlüğü Mursi’ye karşı kullandı. Eleştirme hakkını verdi; acımasızca onu eleştirdiler. Müslüman halk, laiklerin korosuna uyup, “*bir Müslüman, bir devrimci, bir entelektüel olarak görevim hata gördüğümde konuşmak, eleştirmek*” demeye başladı. O kadar ki, sokaktaki temizlik işçisinin bir hatası bile Mursi’nin hanesine yazıldı.
Mursi, laikler tarafından “*HAMAS’la işbirliği yapmakla*” suçlanıyor, muhafazakarlar tarafından da “*İsraille gizlice işbirliği yapmak*”la. Belli ki, bu iki suçlama da aynı el tarafından yönetiliyordu. Bu iki suçlamayı da Siyonist İsrail’in aparatları yapıyordu.
Bir yılın sonunda, Mursi (bu insanların sayesinde) şeytanlaştırıldı. Halk darbeyi kabullendi, tutuklanmasını kabullendi, yargılanmasını, hapse atılmasını kabullendi.
Ve gerçekten darbe yapıldı, Mursi hapse atıldı.
Sonra…
Bu kadar çok suçlamaya rağmen darbeci SİSİ’nin hakimleri onu sadece “*HAMAS’la irtibat*” ile suçlayıp yargılayabildi. Yani İsrail’in hazırladığı paydadan yargılandı. Diğer suçlamalardan artık kimse lafetmez oldu. Çünkü uydurmaydı hepsi.
“*İsraille gizlice işbirliği yapıyor*” diyenler, “*hani nerede bu dosya*” diye sormadılar bile.
Aylarca ampanya yaparak yazıp çizdikleri “hataların” yarısı yalan, uydurma; diğer yarısı önemsiz, değersiz şeyler olduğu ortaya çıktı. Ama hâlâ halkın gözünde bunlar “Mursi’nin feci hataları” olarak görülüyordu.
Mursi hapse atıldı.
Fakirlerin bakanı hapse atıldı.
Mısır’a hizmet eden herkes hapse atıldı.
Gençler, Rabia Meydanında canlı yayında katledildi, cesetlerin üzerinden dozerler geçti, camiler cesetlerle doldu.
Sonra hayatta kalanlar darağaçlarında idam edildi, korkunç işkenceler gördüler. Halen daha Mısır hapishaneleri onbinlerce mazlum insanla dolu.
Ve sonunda Mursi vefat etti. (Allah rahmet eylesin) Onu seçen 31 milyon insandan biri bile onu defnetmeye gelemedi!
Ama hikâye burada bitmiyor…
Hikâyenin kahramanı(!) hâlâ ortada…
*Ey o kahraman(!) kişi;*
“Mursi’nin hataları” diye söze başlayordun,
“Zalim sultana karşı hakkı söylemek” diyordun,
“Söz bir sorumluluktur” diyordun,
“Söylemezsek bizim ne hayrımız kalır” diyordun,
“İfade özgürlüğüm” diyordun,
“Bir devrimci, bir entelektüel, bir Müslüman, bir bilinç sahibi olarak söz hakkımı kullanmak görevimdir” diyordun.
*Nerdesin şimdi?*
*Sisi’nin askerî darbesin sonra bir tavşana dönüştün. Lağımda saklanan bir fareye gibisin.*
Bugün Mısır, Hüsnü Mübarek döneminden daha kötü durumda. Tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Ama bir “kahraman” olarak dilin tutuldu.
*Ey benekli bukalemun, “zalim sultana karşı hakkı söylemek”ten bahsediyorsun, saklandığın lağım çukurunda “ulul emre itaat edin”e dönüştün.*
Ekonomik, toplumsal ve siyasi felaketler Mısır’ı sardı. Ama senden “gık” çıkmıyor.
Sorun Mursi’nin hata yapıp yapmaması değildi.
Sorun, bu hataların büyüklüğü değildi.
Asıl felaket senin, küllenmiş bir ateşe odun taşımandı.
O ateş bir kere tutuşunca ilk seni yaktı.
Mısır, tarihinin en karanlık dönemine sürüklendi.
Ağızlar susturuldu, hapishanelere insanlar sığmaz oldu.
Tüm gazeteler, televizyonlar, Askere devredildi.
Ordu kek üretip ayakkabı satmaya başladı.
İfade özgürlüğü ise “idam edilmeden önceki son sözünüz”e dönüştü.
Ve bugün…
“Mursi İsraille gizli işbirliği yapıyor” diyenlerden biri bile cesaret edip “Gazze halkına yemek verin” diyemiyor. “Gazze’nin sınır kapılarını açın” diyemiyor. Gazze’ye sınır oldukları halde, sınıra bile gidemiyorlar. Kimse onlara bir dilim ekmek göndermeye kalkışamıyor. Bunları söyleyenin sonu Tora, Ebu Za‘bel veya Akrep Hapishanesi oluyor, ardından da darağacı.
Bugün,
Suriye’deki müslümanlar da aynı hatalı yolu izliyor.
Önümüzde iki seçenek var:
Ya Tadamun Çukuru’nun ateşini söndüreceğiz ya da yakında oraya birer birer atılacağız. Oysa acımasız katil Emced Yusuf ve zalim arkadaşları hâlâ yakalanamadı, silahları yanlarında ve çukurda hâlâ gençlerimizin kemikleri var.
Seydnaya Hapishanesi’nin cellatları bugün Süveyda’da ve sahilde, yeniden Seydnaya’ya dönüp, sana zulmedeceği günü bekliyorlar.
Bugün mesele, “hakkı söylemek” değil.
Bugün mesele, “yapıcı eleştiri” de değil.
Olayları dikkatle izleyen herkes fark ediyor ki, burada yapılan şey acımasız bir hata avcılığıdır. Eğer bunu safça kabullenir ve “bu bir hakikatin ifadesi, şeffaflık, yapıcı eleştiri, söz sorumluluktur, hakkı söylemek farzdır…” gibi aldatıcı ifadelerle müslüman kardeşinin küçük hatalarını diline dolarsan, bu süreç devam edecek.
Ta ki bu sözlerin arkasına gizlenmiş güzel maske düşene kadar… Ve birden gözlerimiz bağlı şekilde Tadamun Çukuru’na sürüklenip birbirimizin cesetlerinin üzerine yığıldığımızı, kurşunların vücutlarımızı delik deşik ettiğini, nefes veremeden yakıldığımızı fark edene kadar…
Sözün sorumluluğu “hakkı söylüyorum” sanarak, İsrail’in, İran’ın yalan ve iftiralarına sarılmak değildir. Sözün sorumluluğu; hakka götüren ve sonucu hak olan sözdür.
Bazı sözler sahibini cehenneme yetmiş yıl yuvarlar. Bazı sözlerse cehennemin tamamını ülkeye getirir, her şeyi yakar kül eder.
Haşim eş’Şeyh Ebu Cabir