Yola niyet etmek zordur, yola çıkmak zordur, yola devam etmek zordur, hedefe ulaşmak zordur; yola çıkılacak olanları belirlemek çok daha zordur. Yoldaki işaret taşlarını görmeyenlerin yolculuk boyunca bu taşlara takılmaları, kafa kırmaları ve gözlerini kör etmeleri kaçınılmazdır. Bu sadece maddi körlük değil, manevi körlüğü, kalp körlüğünü de beraberinde getirmektedir.
Dava, dava olmuyor öyle bedava diyen adamlar elbette ki yolculuk esnasında döküleceklerdir. Ben ben diyen adamların sonradan ne olduklarına hep birlikte şahit olduk. “Benim bir özgül ağırlığım var.” diyenlerin Alagaş’ın çok güzel bir eseri olan Tapusuz Süleyman’ı okumalarını tavsiye ederim. Bir zamanlar akademisyen bir tarım bakanımız vardı. Bunaldığı bir gün köylüyü kastederek “Gözünüzü toprak doyursun!” demişti de bakanlığı son bulmuştu. Söz çok doğruydu; fakat muhatap yanlıştı. Köylüye değil, siyasetçiye söylenmesi gereken bir sözdü. Asıl siyasetçinin gözünü toprak doyursun. Bırakın rüyalarında görmeyi, hayalini bile kuramayacakları maddi manevi imkânlara gark olanların doymadıklarına, doyurulamadıklarına şahit olduk.
İslam’ın ilk günlerinde Mekke’de Müslüman olmak adamlık istiyordu. Medine’de Müslüman olmak konjonktür gereği idi. Öyle bir konjonktür ki Medine’nin namussuzu olan Münafıkların reisi Abdullah bin Übeyy bin Selûl bile Müslüman olmuştu. Yakın siyasi tarihimizde de buna benzer bir ayrım vardı. “46 Demokratı.” 1946’da demokrat olmak da adamlık istiyordu, heriflik istiyordu, yiğitlik ve cesaret istiyordu. 28 Şubat döneminde başörtülü olmak ve mücadelesini vermekle şimdilerde başörtülü olmak da her halde aynı şey değildir. O günlerde tesettürün gereği olan başörtüsü şimdilerde ise konjonktürün gereği olmuş durumda. 1923’ten beri millet devletin ‘tunç’ eli ile sindirilmişti. Ağalar sadece toprağın değil; üzerinde yaşayan insanların da sahibiydiler. Ve herkes sahibinin sesi ve rengi olmak zorundaydı. Çarşılarda, meydanlarda Çınar ağaçlarının altının demokratların buluşma noktaları olduğu günlerdi. Kim kahvesini veya boş dükkânını onlara kiraya verebilirdi ki? Zor ve kor günlerdi. 1950’den sonra herkes demokrat oldu. Konjonktür öyle gerektiriyordu. Alagaş’ın dediği gibi: “Güneşin doğuşunu haber veren horoz olmak varken, güneş doğduktan sonra cikcik öten serçe olmamalıyız.”
15 Temmuz hain darbe girişiminin sonrasında Reis bir konuşmasında “Yalnız olduğumu biliyorum.” ifadesini kullanmıştı. Kalabalıklar ve yığınlar içerisinde yalnızlık ne kadar da zordur. Tıpkı Sultan Abdülhamit’in yalnızlığı gibi. Biz biliyoruz ki Abdülhamit’in bir Rabbi vardı, bir de Tahsin Paşa’sı vardı. Peki bizim Reis’in Tahsin Paşaları nerede? Reis’in yanında ve yakınındaki Tahsin Paşaları biz görmüyoruz, göremiyoruz. Bu olmadığı anlamına mı gelir bunu da bilemiyoruz. Bunu en iyi Reis bilir. Fakat bizim gördüğümüz ve bildiğimiz Tahsin Paşalar gönülleri yakın kendileri uzakta olanlardır. Onlar kavli ve fiili dualarıyla her zaman Reis’in yanındadırlar, yakınındadırlar. Onlar birileri gibi “Dava, dava olmuyor öyle bedava!” diyenlerden olmadılar. Onlar makamlarla, ikballerle yakınlık kuranlardan olmadılar. Onlar mezara kadar deyip yola çıkıp da Pazar günü kaçanlardan olmadılar. Onlar elleri semada ağızları duada güzel insanlardı.
Yedi yüz lira emekli maaşı aldığı günlerde başımızda olsun da maaşımı yüz lira eksik versin diyen bizim Tilki’nin babasıydı Reis’in Tahsin Paşa’sı.
Özgürlüğün havasını soluklayan, aldığı her nefeste Allah’a şükreden, başımızdan eksik olmasın diye de dua eden Erciş’li Ahmet Amcaydı Reis’in Tahsin Paşa’sı.
15 Temmuz sonrası vatan nöbetleri sırasında meydanda elinde Türk bayrağı sallayan Hatice Nine’ye muhabir soruyor: “Teyzem sen bu halinle burada ne arıyorsun?” Seksen yaşamdaki ninem cevap veriyor: “Evladım vatan çok tatlı.” diyen ninemdir Reis’in Tahsin Paşa’sı.
Vatan nöbetleri sırasında iki elinde Türk bayrağı sallarken “Birruh Biddem nefdik ya Tayyip!” “kanımız canımız sana feda olsun Tayyip” diyen Iraklı Ömerlerdir Reis’in Tahsin Paşa’sı.
İsrail zindanlarında kolu kırılıncaya kadar tekmelendiği halde Türkiye’ye ve Reis’ine dua eden Fevzi Cüneydi’dir Reis’in Tahsin Paşa’sı.
Kudüs Filistin’in başkentidir gösterilerinde İsrail askerleri tarafından gözaltına alınan Down Sendromlu Muhammed’tir Reis’in Tahsin Paşa’sı.
Filistin direnişinin sembol ismi “Hanzala Cesaret Ödülü” sahibi 16 yaşındaki Filistinli Ahed et-Temimi’dir Reis’in Tahsin Paşa’sı.
Bu örnekleri uzatmak mümkündür. Dünyanın neresinde bir mazlum ve mağdur varsa, dünyanın neresinde garip bir Müslüman varsa Reis onların temennilerindedir, ümitlerindedir, dualarındadır. İşte bunlardır Reis’in Tahsin Paşaları.
Unutmayalım! Tahsin Paşalar da olacak, Hüseyin Avni Paşa’nın rolünü üstlenenler de olacak. Adam olmanın zor olduğu bir dönemde adam kalmaya azmetmiş, yoldaki musibetlere aldırış etmeden yola devam eden Tahsin Paşalara selam olsun.
Ömer Naci YILMAZ