Yüksek binalarda yaşayan alçak gönüllüler değil, sığ sularda yüzen sazanlar olduk.
İslam’dan uzaklaştıkça hoşgörüden, komşuluk ilişkilerinden, kalabalıkların içinde gittikçe yalnızlaşmaya ve insanlıktan da uzaklaşmaya başladık.
Karakter fukarası, vizyonsuz, at gözlüklü, basiretsiz ama çok üreten ve çok tüketen ekonomik hayvanlar olarak adeta zamanla yarışıyoruz.
İnsan ve insanlığımız adına ürettiğimiz ne kadar az bir şey varsa tükettiğimiz ve yok ettiğimiz de o kadar çok şeyler var.
Evlerimize iki ve ikiden fazla maaşlar girmesine rağmen hala açız çığlıklarının altında şükretmeyi unutmuş küfürle, isyanla, tuğyanla, manevi bir yoksulluk içinde maddi bir israfla boğuşuyoruz. Daha şatafatlı, süslü mekanlar içinde daha mutsuz ve daha huzursuz, daha doyumsuz aç gözlü mahluklar haline geldik.
Kaybolan değerlerimizin farkında bile değiliz. Obezlikle, bir gecelik ilişkilerle, azgınlaştırıcı, uyuşturucu ve uyandırıcı ilaçlarla karmaşık sorunlar yumağı haline gelmiş hayatımıza renk ve anlam katmaya çalışıyoruz.
Evlerimiz ve ekonomimiz büyüdükçe ailelerimiz küçülüyor. Ailelerimiz küçüldükçe saygı, sevgi, merhamet ve şefkatimizi de tükeniyor. Acımasız, gaddar, egoist hızla dünyevileşen bir toplum olma yolunda akıntıya kapıldık gidiyoruz.
Hayatımızı kazanmayı öğrenmeye başladık, fakat hayatımıza anlam vermeyi, hayatın içinde kendimize özgü bir hayat kurmayı daha öğrenemedik.
Değişiyoruz. Değişim istiyoruz. Herkesin değişmesi taraftarıyız. Ama biz yerimizde sayıyoruz. Nereye, nasıl, ne şekilde, hangi değişim konusunda ortaya koyduğum kendimize özgü bir plan ve programımız yok.
Kar topu gibi yuvarlanan, yuvarlandıkça hızlanan ve büyüyen sorunlarımızın kaygısını derinden duyan ve çareler arayan kaç Müslüman var?
Sorunlarımız kadar karmaşık insanlarız. Toplum olarak sessiz kalabalıklar içinde bir meçhule doğru sürüklendiğimizin farkında bile değiliz.
Çok fazla gülüyor yine de hayattan bir türlü zevk alamıyoruz. Mutluluk Kaf Dağlarında yaşayan bir pamuk prenses gibi bir türlü ona ulaşamıyor, ne kendimiz mutlu olabiliyor ne de başkalarını mutlu edebiliyoruz.
Harcadıkça harcıyor, harcadıkça harcıyor bir türlü tatmin olamıyor, yedikçe yiyiyor yedikçe yiyiyor ve bir türlü doyamıyoruz.
Geniş oto yollara sahibiz ama o yollarda bile dar görüşlüyüz. Aceleciyiz, sabırsızız, benciliz, kural tanımaz bir hızla yarınlara doğru yol alıyor ve nereye gittiğimizin bile farkında değiliz.
Eğitim adına varımızı yoğumuzu harcamamıza rağmen, diplomalı cahiller, kara cübbeli, kara vicdanlı aydınlar yetiştirmek için yarışıyoruz.
Ne kadar çok uzmanımız varsa; o kadar çok sorunumuz var. Ne kadar çok sorunumuz varsa; o kadar az çaremiz ve çözüm yollarımız var.
Doktorlarımız, hastanelerimiz, ilaçlarımız, hasta bakıcılarımız çoğaldıkça, hastalarımız azalmıyor. Doktorlar hastalarına karşı daha müşfik olacakları yerde, doktor hastasına, fabrikatör işçisin ekonomik bir hayvan gibi bakıyor. Aç gözlükte rakip tanımıyoruz.
Birçoğumuz çok geç saatlere kadar oturuyor. Zamanımızın çoğunu lüzumsuz, faydasız işlerle geçiriyoruz. Sabah erkenden kalkmamayı alışkanlık haline getirmiş tembellikte, pısırıklıkta ipi en önde göğüslemek için yarışıyoruz.
Şeytan ezan sesini duyup kaçabildiği yere kadar uzaklaşıyor. Biz ezan sesini duymamıza rağmen uyuşukluğumuzu ve şeytanın üzerimize yüklediği ağırlığı üstümüzden atıp bir türlü gereğince rabbimize yaklaşamıyoruz. Sanki bu müezzinler ezan okumuyor da selamızı veriyor gibi maddi ve manevi bedenimizle kıyama kalkıp kulluğumuza yönelemiyoruz.
Ne kadar da çok put hanemiz ve ne kadar da fazla putlarımız var.
Utanmadan, sıkılmadan göğsümüzü gere gere Müslümanız diye övünüyor ve İslam’ı yaşadığımızı ve onun mücadelesini verdiğimizi sanıyoruz.
Yine de Allah’a binlerce şükürler olsun ki, Ona iman ediyor ve Onun Resulünün yolunda olmakla şeref duyuyoruz.