Arif Altunbaş
Fransız ihtilalinin ardından dünyada yükselen milliyetçilik hareketleri Dünya’daki tüm krallıkları ve imparatorlukları zayıflattı. Osmanlı topraklarında yaşayan birçok millet milliyetçilik hareketlerine yöneldi. Yunanlılar, Sırplar, Bulgarlar, Romenler Ermeniler İngiliz, Fransız ve Rus İmparatorlukları tarafından Osmanlıya karşı kışkırtıldı.
Kürtlerin yaşadığı coğrafyada petrol bulunmasından sonra Kürtçülük hareketi de İngilizler tarafından sahiplenildi ve beslendi
Osmanlı mirası üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti ve kısa bir müddet sonra devleti yöneten Kemalist devlet anlayışı, tepeden inme devrimler ve yasaklarla Türk milletini yücelti, imparatorluk bakiyesi diğer ulusları aşağılayan, hatta yok sayan bir anlayışa büründü.
Batılı normlarda kurulan seküler devlet anlayışı tek bir milletin varlığının dışında çok uluslu bir anlayış devletin varlığına tehdit olarak gördü. Bu duruşa karşı çıkanların itirazları isyan ve başkaldırı sayıldı. En masum itirazlar ihanet ve bölücülük diye bastırıldı, yasaklandı, cezalandırıldı. Tepkilere son vermek için bin yıllık çok uluslu bir devlet geleneğine karşı bir millet imajı oluşturmak için devlet aklı tek tip insan yetiştirmeye yöneldi.
Batı medeniyeti normlarında İslam’dan, İslam Medeniyet ve Kültüründen kopuk, batılılaşma anlayışı Müslüman halklara eğitim ve çeşitli propaganda yollarıyla devlet politikası olarak dayatıldı. Bu otoriter baskıcı politika devlet ve vatandaşlar arasında derin rahatsızlıklar ve uçurumlar oluşturdu.
Mesele sadece milliyetçilik meselesi değildi. Zamanın devlet politikası ve stratejisi Türk, Kürt, Arap, Boşnak… Asırlardır birlikte yaşayan kardeş halkları İslam medeniyetinden koparıp batı medeniyetinin normlarıyla şekillendirme dayatmasından kaynaklanıyordu.
Devlet ideolojisinin ceberut uygulamaları, tepeden inme devrimleri, yasakları Müslüman halkların din, tarih, kültür, örf, adet ve gelenekleri de dâhil batılı devlet yapısına uymayan herkes ve her şey hedef alındı.
Bu değişime ayak uydurmayan Müslümanlar küçük düşürüldü, horlandı. Fikri düşüncesi ve iradesi sorulmadı. İnsan yerine konulmadı. Kendi vatanında 2. Sınıf vatandaş haline getirilen milletin devletle arası açıldı.
Bundan memnun olanlar ülkemiz içinde yaşayan Yahudiler, Ermeniler, Rumlar ve diğer Müslüman ve İslam düşmanlarıydı. Müslüman halkların bu yozlaşma, yabancılaşma ve mankurtlaşma hareketine karşı tüm sivil itirazları en zorba, baskıcı, kanlı bir şekilde bastırıldı.
Her sivil itaatsizlik isyan sayıldı. Elebaşları sorgusuz infazlarla cezalandırıldı. Yeni düzene, sisteme, değişim ve devrimlere ayak uydurmak istemeyenlere korku salmak için darağaçlarına asılan sivil toplum liderleri ve din adamlarının cesetleri kokuncaya kadar meydanlarda sallandırıldı. (Bunlar, bu milletin toprağa diri diri gömülen acı hatıraları ve halen kanayan yaralarıdır)
Burada mesele yine de Türk ve Kürt sorunu değildi. Müslüman kalmak, İslam dininin dışına çıkmamak, kendi milli ve yerli kimliğine sahip çıkma meselesiydi. İslami değerlerden koparak düşmanlarımıza benzemek, yabancılaşmak kendi milli yerli benliğimiz ve kimliğimizden uzaklaşmak bizi bugünkü yozlaşma, yabancılaşma, dinden diyanetten uzaklaşarak Allah, kitap, vatan, millet, bayrak ve hiçbir kutsal tanımayan ateist ahlaksız vahşi bir toplum haline getirdi.
Bizi bir millet yapan, bir bayrak altında toplayan, etnik kimliklere ayırmayan, bin yıldır birlikte kardeş olarak yaşatan ortak değerle bütünü olan İslam akidesi, düşüncesi ve kardeşlik anlayışının eğitim sistemi ve toplum içinde yok edilişi ülkemizi ve milletimizi 40 yıldır yaşadığımız anarşi ve terörle karşı karşıya bıraktı.
Meseleyi bir ırk şovenizmi içinde görmek ve değerlendirmek ne Kürtlere, ne Türklere, ne diğer kardeş kavimlere bir fayda sağlamadı. Sadece tarafları ayrıştırdı, çatıştırdı ve birbirine yabancılaştırıp düşman kardeşler haline getirdi.
Türkçülüğün esaslarını yazan Ziya Gökalp Türkçülüğü; ‘’Türk milletindenim İslam ümmetindenim’’ veciz sözüyle özetler. Buradaki, ‘’İslam ümmetindenim’’ vurgusu aynı bayrak ve vatan içinde yaşayan Türk, Kürt, Arap ve diğer Müslüman milletlerin birlik, beraberlik ve kardeşlik anlayışı içinde yaşaması için bir üst kimliği ifade ediyordu.
İslam ümmeti hakikat ve gerçeği göz ardı edildiğinde Türk soyu sadece bir ırk olarak ortada kalır. Bu donuk anlayış Türkiye’nin hiçbir iç ve dış meselesi kökünden çözemez. Arap ırkçılığının 200 milyon Arabı bir araya getiremeyip İsrail itine ‘’Hoşt’’ diyemeyecek aşağılık bir mahlûk haline getirdiği gibi.
Türklerin, Kürtlerin, Arapların ve öteki Müslüman halkların sadece Türkiye’de değil tüm İslam coğrafyasında İslam kardeşliği merkezinde bir araya gelmeleri yabancı emperyalist güçlerin işgalleri, sömürüleri, baskı ve tehditlerine karşı büyük bir birlik, güç ve kuvvet çarpanı oluşturur. Bu da hem Türkiye’ nin, hem de bütün İslam coğrafyasının sorunlarının çözümünde en etkin, en sürdürülebilir, tek kuruluş yoludur.
Kim ne derse desin! Allah’ın kulu olmayıp emperyalist güçlerin, kulu kölesi olmakla Müslüman milletlerin hiçbir sorununu halledilemez.
Türkiye gibi İslam’ın bayraktarlığını yapmış bir ülkede ‘’Allah’’ demekten korkar, ‘’Müslümanım’’ demekten çekinir, ‘’İslam Kardeşiyiz’’ demekten utanır, ‘’İslam ümmetindeniz’’ demekten gocunursanız, bu batı patentli yalama ‘’Haçlı’’ kafayla Türkiye’ de hiçbir sorun halledilemez. Sadece kafanızı o duvardan bu duvara vururuz. Şimdiye kadar vurduğumuz ve bundan sonra da vuracağımız gibi.
Önce, Allaha teslim olup gerçek bir Müslüman ol! Müslümanca sorunlara çözüm ara! Tüm kördüğüm olmuş sorunlara adil bir şekilde yaklaş! Yüzümüze kapanan bütün kapıların anahtarının ‘’İslam’a göre çözüm’’ olduğunu göreceksin!
Kürt sorun da diğer halledilemeyen sorunlarımız gibi İslami değerlerle çözüme kavuşacak bir meseledir. Sorun, Türk Kürt sorunu değil, asırlardır Türk’ ü Kürt’ ü bir arada tutan İslami akideden, hukuktan, ahlaktan, düşünceden ve kültürden kopuş sorunudur.
Çözümsüzlük içinde çözüm arayanlar, gerçek çözümün İslam’da olduğunu anlamak istemeyen Mankurtlardır. Mesele, Tük Kürt Meselesi değil, daha hala anlayamadınız mı?
Arif Altunbaş, Haber 7