KANUNİ SULTAN SÜLEYMAN HASTANESİ
Millet olarak bir özelliğimiz var.
Zoru başarır kolayda şaşırırız.
Atalarımız buna
‘’Denizi aşıp derede boğulma…’’ derler.
Kanuni Sultan Süleyman Hastanesi de öyle.
Bu hastane için dünya kadar para harcandı.
Sağlık sistemimiz ele alınarak baştan sona revize edildi.. vatandaşa hayal edemeyeceği kolaylıklar sağlandı.
Sağlık personeli, büyük bir gayret içinde vatandaşa hizmet etmek için çaba gösteriyor.
Ama gel gör ki,
Bu kadar emek bu kadar masraf yapıldıktan sonra hastanenin proje masraflarından kaçınıldığı için ortaya gayet çirkin kullanışsız bir binanın çıkmasına sebep oluyoruz.
Yani
Okyanusu geçiyoruz derede boğuluyoruz.
Hâlbuki
Proje ücreti bu yapılan masrafların yanında ne ki?
Devede kulak bile değil.
Peki,
Bunu mimar çizmedi mi? Tabii ki mimar çizdi.
Ancak büyük ihtimalle TOKİ ucuza kaçmak için ya kendi personeline çizdirdi veya sıradan bir mimari büroya projeyi yaptırdı.
Öyle olunca da, zevksiz kullanışsız musibet bir bina ortaya çıktı.
Bu kadar geniş bir alan bu kadar kullanışsız nasıl çözülmüş hayret ki, ne hayret…
Hastalar belli alanlarda minibüs yolcuları gibi üst üste yığılmış çekişirken, geride hangar gibi alanlar bomboş duruyor.
Ayrıca
Dışardan bakıldığında,
Hastane yapılalı 10 sene olmadığı halde 50 yıllık bina gibi duruyor. Öyle yorgun öyle bitkin bir hali var ki, fi tarihinde yapılmış sanırsınız.
ESTETİK
Binanın kullanışsız olduğu bir yana, estetik namına da en ufak bir gayret gösterilmemiş.
Bir insan düşünün;
Burun yok, kulak yok, kaş yok, saç yok nasıl oluyorsa bina öyle…
Yahu
Hadi bütün bunlar emek ister, sanat ister, gayret ister yapamadınız.
Peki,
Boyasını rengini falan da mı seçemediniz?
Nedir o siyaha bulanmış acı bir sarı…
Nükleer artıkların toplandığı depo mu burası?
İnanır mısınız?
Hep düşünürdüm. ‘’Bakırköy Adliye binası ile Boğazın girişindeki Gökkafes’ten daha çirkin bir bina olur mu?’’ diye.
Ama
Kanuni Sultan Süleyman Hastanesinin dış görünüşüne.. boyasına falan bakınca bu fikrimden vaz geçeceğim gibi geliyor bana.
Nasıl ki,
Bakırköy Adliyesi dıştan bakıldığında insana Adalet ve Özgürlük duygusu yerine hapishane duygusu
Veriyorsa… Burası da insana sağlık ve sıhhat duygusu yerine kasvet duygusu veriyor.
HASTANENİN İÇİ
Burası Hastane değil arı kovanı sanki. İnsanlar teker teker değil onarlı yirmişerli gruplar halinde girip çıkıyorlar.
Normaldir.. Hastane yapılırken böyle bir hasta sirkülasyonu olacağı düşünülmüştür.
Ancak
Hastanızla asansöre ulaştığınızda bu kalabalığın hiç de dikkate alınmadığını görürsünüz.
Bekleyenlerin önemli bir kısmı tekerlekli sandalye veya bebek arabasıyla bekliyor.
Bu kadar yoğun çalışan hastanenin 4 tane asansörü var. Bunların ikisi sık sık devre dışı kalır kaldı iki asansör.
İşte derede boğulduğumuz an burasıdır.
Anneler bebek arabalarıyla, hastalar kolundaki serumla merdivende birbirlerine çarpmamak için dikkatlice inenler çıkanlar tam bir curcuna… Merdiven yangın merdiveni olduğu için arka arkaya daracık iki kapıdan geçiyorsunuz ya…
Artık manzarayı siz düşünün.
O hastanenin girişindeki onar yirmişer kişiler aynen bu yangın merdivenlerine yönelir. Yaralı serumlu vs. olanların insanlar çarpmasın diye kendilerini nasıl sakındıklarını, hastalar gidecekleri yere nasıl koşturduklarını görmek… İnsana öyle acı veriyor ki…
ASANSÖR
Başka bir gün.. yani aradan 15 gün geçtikten sonra hanımla tekrar gittiğimizde, hanım bu sefer asansöre binmekte ısrar etti. Yanımızdaki bebek arabasını o uzun merdivenlerden taşımayı göze alamadı.
Asansörlerin durumu aynen 15 gün önce gittiğimiz gibiydi. Yani 4 adet asansörün ikisi çalışıyor biri tekliyor bazen çalışıyor bazen çalışmıyor. İşin tuhafı asansörün yanında şikayet kutusu da var.
Neyse
Bekleye bekleye nihayet sığabileceğimiz kadar boşluk görünce itişe kakışa asansöre bindik ama binmemle pişman oldum.
Beklemekten sıkılan hastalar asansöre bindi demek çok kibar kaçar. Asansör kapısına adeta saldırdı. İçinde öyle tıkıştık ki, nefes alamıyorum.
Asansör 5 dakika arızalansa içindekilerin yarısı bayılır. Öyle sıkışmışız yani.
Yanımızda bebek arabası olmasa hayatta binmem…
Ancak
Bindikten sonra gördüğüm manzara karşısında elimde bebek arabası olsa da binmeyeceğime karar verdim.
Nitekim inerken arabamızı sürükleyerek yine yangın merdiveninden indik.
Şimdi
Bu kadar önemli bir işlevi olan asansörün, hastanenin toplam maliyeti içindeki değeri nedir ki…
4 tane daha asansör veya yürüyen merdiven yapılsa ki, buna mekân müsait veya normal merdiven yapılsa olmaz mı?
Normal merdiveni bile kullanacak yığınla insan var.
Asansör
Kabini içinde insanların o sıkışmış çaresiz halini görünce neredeyse gözümden yaş akacaktı.
Yazık değil mi?
İnsanımıza yapılan bu muamele…
Şimdi soruyorum:
Ey mimar arkadaşım!
Sen ki, lüks semtlerde 50-60 dairelik bloklara 4 tane asansör koyuyorsun da, kullanma kapasitesi senin o yaptığın Rezidansın en az 10 katı olan bir mekâna nasıl oluyor da aynı şekilde 4 tane asansör koyuyorsun?
Hadi Mimar bunu atladı. Makine mühendisi, Elektrik mühendisi, idare böyle bir hatayı nasıl görmez?!!!
Bir an
Hastanenin estetikten yoksun o dış mekânı… Ve iç mekândaki bu sıkıcı havası ile Padişah Annelerinin yaptığı Hastaneler, Bimarhaneler, Şifahaneleri mukayese ettim.
Bir kısmı İstanbul’un değişik semtlerinde hala duruyor.
Gidin görün!
Nasıl estetik ferah mekânlar. İç avlusu, Kubbeleri, Revakları ile daha girerken sizi psikolojik olarak tedavi eder moral verir.
Hastane çevresindeki Belediye otobüsü, minibüs, ticari taksi curcunasından bahsedecektim ama yazı uzadığı için bırakıyorum.
Hele otopark meselesi var ki, başlı başına bir yazı olur.
Merkezden bu kadar uzak bir yerde Hastane yapılıyor, üstelik alan müsait ve hala otopark problemi çözülemiyor, çevre etkileşim hesabı yapılmıyor.
Yani
Devletin yaptığı bu kadar masraf
Personelin bu kadar çaba ve gayreti…
Proje ve organizasyondaki basit hatalar yüzünden berhava olup gidiyor.
Yazık!
Emin Batur