Yazar, Abdullah Koç
Tüketiyorum, Öyleyse Varım! Abdullah KOÇ Modern insan, Zygmunt Bauman’ın belirttiği gibi, “artık üretici değil, tüketici kimliğiyle tanımlanan birey”dir. Kendi elleriyle inşa ettiği tüketim mabedinde diz çökmüş bir hâldedir. Zenginliğe tapar, yoksulluğu lanetler. Refahın cilasıyla parıldayan vitrinlerin ardında ise, kesif bir adaletsizlikle birlikte görünmez yoksunluklar ve sessiz isyanlar birikmektedir. Bauman’ın dediği gibi, artık modern insan olarak hepimiz “her şeyden önce tüketiciyiz.” Bu, bir kimlik beyanıdır: İnsan artık yaptığı işle, üretimiyle, fikriyle değil; tüketim kabiliyetiyle varlık kazanmaktadır. Bauman’ın Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına mıdır? isimli eserinde çizdiği şu manzara, kapitalizmin en olgun hâlinde bile barbarlıktan uzak olmadığını gösteriyor. Dünya nüfusunun en fakir yüzde 10’u sık sık aç kalırken, en zengin yüzde 10’un çocukları kendi düzeylerinin altındakilerle kaynaşmaktan korkuyor. Fakir sürekli “işsizlikle” terbiye edilirken; zengin, “varlığının faizini” yerken bile kendini mağdur hissediyor. Bu çelişki yalnızca maddi uçurum değildir, ahlaki bir yarılmadır. Çünkü yoksulluk artık bir toplumsal sorun değil, kişisel bir ayıp olarak kodlanmıştır. Toplum, mağduru suçlarken mülk sahibini yüceltir. Bu, modern dünyanın en görünmez günahıdır. İnsanlar, zenginlerin “başarısına” methiyeler dizerken, yoksulların yoksulluğunu “çalışmamakla” açıklar. Böylece adalet duygusu, vicdanın derinliklerinden çekilip piyasanın yüzeyine hapsedilir. Artık her şeyin fiyatı vardır, ama hiçbir şeyin değeri yoktur. Kapitalizmin Yeni Dini George Ritzer, modern dünyanın ruhunu şu ironik cümleyle özetler: “Süpermarketler bizim tapınaklarımızdır.” İnsanlar mağazalarda gezinirken, tükettikçe takdis edileceğine inanıyor. Artık ıstırap, yalnızlık ve boşluk bile “satın alınabilir” hâle gelmiştir. Mutluluk indirimli ürün42 Kasım 2025lerle; özgürlük kredi kartı limitleriyle ölçülür oldu. Modern insanın eşyayı hükmetmek için değil, ondan haz almak için kullanıyor olması bu çarpık zihniyeti çarpıcı şekilde ortaya koyar; işte felaket buradadır. Tüketim, bu modern insanın yeni ibadet şeklidir. Bauman’ın “alışveriş listeleriyle hac görevini yerine getirmek” benzetmesi, bu modern dini tanımlar. Bu mabedde günah “yetersiz tüketmek”, sevap ise “yenisini almak”tır. İnsan, sahip olduklarından değil; değiştirdiklerinden kimlik devşirir. Şuursuzca satın almak ve yerlerine daha albenili olanları koyabilmek için artık yeterince hoşlarına gitmeyen eşyalarından kurtulmak, insanlar için en çok heyecan veren duygulardan biri haline geldi. Tüketmekten alınan zevkin tam olması, hayatın doluluğu manasına geliyor. Tüketiyorum, öyleyse varım! “Alışveriş yapmak ya da yapmamak…” diye bir mesele artık yok. Şu anda mideler topluca alışverişle ve dizilerle dolduruluyor. İnsanlar, izleme işini televizyon seyrederek ve internette gezinerek yaptıklarından statü paranoyası güçleniyor. Reklamlar, daha fazlasının istenmesi için yem olarak kullanılıyor; açgözlülük tüm insanlığa altın tepside sunuluyor. Statü Paranoyası Tüketim, yalnızca ihtiyaçların değil, toplumsal statülerin ilanıdır. Lüks, varlığın değil; görünürlüğün dilidir. Bauman’ın işaret ettiği “statü paranoyası”, toplumun yeni hastalığıdır. Herkes bir gösteriye dönüşmüştür. Hayırseverlik, vergi avantajı veya imaj yönetiminin parçasıdır. Fakir, merhamet değil; reklam yüzü olur. İşin açığı, kapitalizm suçluluk duygusunu ortadan kaldırmaz, onu evrenselleştirir; böylelikle normalleştirir. diğerini tüketim listesiyle tartar: giysiler, markalar, cep telefonları, tatiller… Bütünü, birer toplumsal sıralama aracına dönüşmüştür. Bu yarışta durmak, düşmekle eşdeğerdir. Bu yüzden insanlar borç batağına sürüklense de vitrinlerini parlatmaktan vazgeçmez; çünkü parlamamak, görünmez olmak demektir. Ancak görünmezliğin bir de başka türü vardır: fakirlerin görünmezliği. Onlar artık şehrin sokaklarında değil, istatistiklerde yaşar. Medya, yoksulluğu yalnızca kriz anlarında hatırlar; nihayetinde perde kapanır. Fakirliğin sesi, tüketim şarkısının gürültüsü içinde kaybolur. Bauman’ın bir diğer tespiti modern insanın güvenlik takıntısıdır. “Artık insanlar iyi niyet yerine güvenlik kameralarına güveniyor.” der. Gerçekten de çağımızın şehirleri, beton duvarlarla örülmüş korkular galerisine dönmüştür. “Komşuluk, selamlaşma, dayanışma…” Bunlar nostaljik kelimelerdir artık. Yerini güvenlikli sitelerin soğuk protokolleri, kartlı geçiş sistemleri ve dijital duvarlar almıştır. Zenginliğin ardında korku, yoksulluğun ardında utanç gizlidir. Her iki duygunun ortak sonucu ise yalnızlıktır. İnsanlar kalabalıklar içinde birbirinden uzaklaşırken toplum, bir arada yaşamanın manasını unutmaktadır. Adaletin Erozyonu Sosyal adalet, yalnızca gelir farkı değil; insanın insana bakışındaki adalet duygusudur. O duygunun kaybı, toplumun ruh köklerini kurutur. Artık iyilik bile bir pazarlama aracına, yardım ise bir Adaletin olmadığı yerde insan da yavaş yavaş yok olur. Modern toplum, ruhunu tüketime; vicdanını konfora rehin vermiştir. İnsan, kendi hayatının müşterisi hâline gelmiş, satın aldıklarıyla varlık sınavı vermektedir. Modernlik, sürekli bir çözülme hâlidir. Bu çözülme yalnız nesnelerde değil; değerlerde ve ilişkilerde de yaşanıyor. İnsanın mana arayışı, tükettikçe daha da eksiliyor. Eşya ve hâdiseleri Allah’a nispetle düşünmeyen, her şeyi yanlış düşünür. Çünkü manasını kaybeden insan, eşyayı da tüketime indirger; varlığıyla bağını koparır. İnsanın kurtuluşu, eşyaya mana kazandırmasındadır. Varlığa mana yükleyemeyen modern zihin, çökmüş demektir. Bir medeniyetin çöküşü, taşlarının değil; kalplerinin soğumasıyla başlar. Bugün insanlık, üretimin değil; tüketimin diliyle konuşuyor. Fakat hiçbir tüketim, insanın içindeki boşluğu dolduramaz. Çünkü adalet olmadan huzur, paylaşım olmadan zenginlik, merhamet olmadan medeniyet olmaz. Hakikatin haricindeki her adalet anlayışı, menfaatin bir başka şeklidir. Çünkü adalet, ancak Allah adına tesis edildiğinde hakikî olur. Kasım 20
*İnsicam Dergisinden alıntıdır.
Akıncılar Dergisi Türkiye'nin Güncel, Doğru ve Seviyeli Haber ve Bilgi Portalı