Perşembe , 26 Aralık 2024
Son Dakika Haberler
SOSYOLOJİ TEMELLİ SİYASET                             SAĞ VE SOL SİYASET

SOSYOLOJİ TEMELLİ SİYASET SAĞ VE SOL SİYASET

SDP BAŞKANI AYHAN OĞAN


Türkiye’de sağ ve sol siyaset üzerine yapılan değerlendirmelere bakıldığında pek çok parametrenin
dışarıda bırakıldığı gözlemlenmektedir. Türkiye’nin siyasi yelpazesini sağ ve sol kavramlarıyla ele
almak ve tanımlamak çoğunlukla eksik ve yanıltıcı sonuçlara götürmektedir. Çünkü sağ ve sol
ayrımları Türkiye siyasetinin kendi dinamikleri ile oluşmuş tanımlamalar değildir. Son iki yüz yılda
yaşadığımız siyasi süreçlerin ve kavramsallaştırmaların batıdaki gelişmelerden bağımsız
değerlendirilemeyeceğini düşünüyorum. Kanaatimce Türkiye’deki siyasi yaklaşımları sol siyaset
parantezine alarak yapılan analizler yerine bütün siyasi akımları birlikte değerlendiren perspektiflere
ihtiyaç vardır. Siyasi akımların ve fikirlerin sosyolojik ve tarihsel temellere dayanan bir gerçekliği yoksa
başarılı olma şanslarının da olmadığına inanırım. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin siyaset tarihinde
gerçek bir sosyal tabana sahip olan ve bu tabanın talep ve ihtiyaçlarına cevap verebilen “sosyoloji
temelli siyaset” paradigmasının çok partili sisteme geçtiğimizden bu yana başarılı örneklerinden
bahsedebiliriz.
Türkiye toplumu; kültürü, geleneği, tarihsel gerçekliği ve toplumsal yapısıyla batı toplumlarından çok
farklıdır. Türkiye toplumunda sınıfsal bir yapı ve mücadele yoktur. Kilise ve ruhban sınıfı gibi siyasetin
bir parçası olan dinî bir yapı da yoktur. Sanayi toplumu olmadığı için bir işçi-emekçi sınıfından da
bahsedilemez. Sol çevrelerin etkisiyle bazılarının iddia ettiği gibi kırsalda feodal yapılanma da söz
konusu değildir. Bazı bölgelerimizdeki aşiret yapılanmalarında toprak sahibi asillerin köylüleri
çalıştırdığı bir sistem de bizde yoktur. Aşiretler, aralarında kan bağı olan geniş aile topluluklarıdır.
Hiçbir zaman bağımsız ve yerel siyasi otorite olamayan aşiretler, aile büyüklerinin bilirkişi sıfatıyla öne
çıktığı ve aile mensuplarına göz kulak olduğu kültürel yapılardır. Bu yüzden sınıf çatışması, emekçi patron, feodalite gibi kavramlarla siyasi söylem geliştiren Marksist teoriler, Türkiye sosyolojisinde
sosyal-toplumsal bir karşılık bulamamış, daha çok “aydınlanmacı bir fikir hareketi” ve bir “kadro
hareketi” olarak kalmışlardır.


Türkiye’de kendisini sol olarak tanımlayan bir sosyolojik tabanın varlığı inkâr edilemez. Ancak bu
sosyolojinin tarihsel dayanağı iki yüz yıllık batıcılık siyasetidir. Solculuğu bir üst kimlik olarak gören bu
sosyolojik tabanın alt katmanlarına inildiğinde kendini sosyal demokrat, Atatürkçü, laik, cumhuriyetçi
ve çok az da olsa farklı sol ideolojilerle tanımlayan marjinal gruplar karşımıza çıkmaktadır. Belki de
Türkiye’ye mahsus garip tecellilerden biri olarak bu sosyolojik tabanın önemli bir kısmı, ilginç bir
şekilde Türkiye’de sosyo-ekonomik piramidin en üst katmanlarında yer alır. Bu çevreler, iyi eğitimli ve
yüksek gelir grubuna dâhildir. Kendilerini cumhuriyet döneminin elitleri olarak görürler. Cumhuriyet
kazanımlarından, laiklikten ve geriye gidişten endişelidirler. Aralarında derin farklılıklar olsa da sağ
sosyolojik tabandan destek alan iktidarlara karşı, salt karşıtlık motivasyonuyla merkez sol siyaseti
desteklerler. Bu kesimlerin önceliği, imtiyazlarını kaybetme korkusu olduğu için iktidar merkezini elde
tutmak adına daima vesayet sistemini desteklemişler; inkâr, asimilasyon ve ayrımcılık politikalarına
arka çıkmışlar, darbe ve müdahaleleri normal görmüşlerdir. Türkiye’nin sosyolojik gerçekliğinde
azınlıkta bir zümre olduklarını bildiklerinden dolayı iktidar olabilmek ve iktidarda kalabilmek adına
küçük grupların devrimci halk savaşı hazırlıklarını ve silahlı yapılanmalarını da mazur görmüşlerdir.
Türkiye’deki sol siyaset müntesipleri, kültürel anlamda batı ile tam entegrasyonu savunurlar. Kendi
kültürlerine aidiyetleri çok zayıftır. Tarih onlar için cumhuriyet tarihi ile başlar. Kendilerini yaşadıkları
coğrafyaya ait hissetmezler. Büyük bölümü Müslümanlığa bir kimlik olarak bağlılık duysa da dinin
kurallarının yaşama müdahale etmesini kabul etmezler. Az bir kısmının dinî inancı yoktur. Çoğunlukla
batı hayranıdırlar. Anadolu kültürünü, geri-arkaik bir kültür olarak görürler. Azımsanmayacak bir kısmı
da Müslümanlığın, geri kalma sebebi olduğuna inanır.
Kendisini sağ olarak tanımlayan sosyolojik tabana gelince, bu kesim Türkiye’nin çoğunlukta olan
sosyolojik unsurlarıdır. Genel özellikleri itibarıyla dindar, muhafazakâr, milliyetçi ve İslamcı olarak
tanımlanırlar. Çoğunluk olmalarına rağmen cumhuriyetin ilk dönemlerinde siyasetin merkezinde yer
alamamışlardır. Ülkenin sosyo-ekonomik hiyerarşisinde alt katmandadırlar. Çok partili sisteme
geçtikten sonra siyaset sahnesinde kısmen yer bulabilmişlerdir. Bu çevreler sosyal alanlarda olduğu
gibi siyasette de lider odaklı bir bakış açısına sahiptir. Kendilerini anlayan, taleplerini politikaya
çevirebilen, verdikleri yetkiyi cesaretle kullanabilen ve dik durabilen liderlere destek verirler. Bu
sosyolojinin ilk lideri, Sayın Adnan Menderes’tir. 1960 Darbesi’nden sonra Sayın Süleyman Demirel’in
ilk dönemine destek vermişler fakat Demirel’de aradıklarını bulamayınca desteklerini geri
çekmişlerdir. 12 Eylül darbecilerine karşı Sayın Turgut Özal’ı tercih etmişler, 28 Şubat darbecilerine
karşı da Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklemişlerdir.
Bu sosyolojik tabanın genel özellikleri arasında ilk göze çarpan husus kendi kültürlerine aidiyet
duymaları ve bu yöndeki politikaları desteklemeleridir. Türk milletinin tarihsel derinliğine sahip
çıkmanın yanında yaşadıkları coğrafyaya çok kıymet verirler. Türkiye’nin “dünyada adalet ve
hakkaniyeti sağlama” gibi bir misyonu olduğuna inanırlar. Siyaseti sadece ideolojiye indirgemezler.
Kuşatıcı merkez siyasete destek verirler. Dindardırlar ama dinin siyasete alet edilmesinden
hoşlanmazlar. Yöneticilerden dine ve dindarlara saygı beklerler. Ayrımcılık politikalarını
desteklemezler. Atatürk’ü kurucu lider olarak görür, saygı gösterilmesini bekler fakat Atatürkçülük
yapılmasından hoşlanmazlar. Aslında laiklikle de sorunları yoktur. Laiklik adı altında dine ve dindarlara
baskı yapılmasını kabul etmezler. Cumhuriyetle hiçbir zaman sorunları olmamıştır ama
cumhuriyetçilik adına atanmışların, seçilmişler üzerinde vesayet kurmasını kabul etmezler.
Türkiye’deki siyaset sahnesinde sağ sosyolojik taban olarak bilinen çevrelerde muhafazakârlık;
geleneğin, örfün ve kültürün korunmasında devreye giren bir muhafazakârlıktır. Yoksa siyasi olarak
bu çevreler değişimci ve ilerlemecidir. Türk siyasi tarihine bakıldığında açık ve net bir şekilde görülür
ki bu muhafazakâr denilen çevreler bütün siyasi demokratik reformlara destek vermişler hatta
iktidarda oldukları dönemlerde demokratik reformlara öncülük yapmışlardır. Bu çevrelerin
milliyetçiliği de kuşatıcı ve kapsayıcı bir “Türklük” ve “Türk milleti” anlayışıdır. Türklüğü ırkçılık ve
ayrımcılık penceresinden görmezler. İnkâr ve asimilasyon politikalarına karşıdırlar. Yabancı düşmanlığı
yapılmasını onaylamazlar.
Türkiye’de sağ siyaset tabanında ana damar, dindar cami cemaatidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında
maalesef dinî eğitim imkânı olmamış; dindarlık, gelenekler ve örf üzerinden kendi varlığını devam
ettirmiştir. Bugün de dindarlık, Diyanet temelli bir bakış açısıyla ve devletin sistem içerisinde yer
verdiği İlahiyat Fakülteleri ve İmam Hatip Liseleri üzerinden kendisini ifade etmektedir. Bazı çevreler
ısrarla dindarlığı, cemaatler ve tarikatlar üzerinden görmek istese de aslında cemaatlerin ve
tarikatların toplumsal karşılığı çok da güçlü değildir. İslamcılığa gelince; Türkiye’de siyasal İslamcılık
70’li yıllardan sonra ortaya çıkmış ve toplumsal zeminde geniş etki alanları oluşturamamıştır. Sol fikir
ve akımlar gibi siyasal İslamcılar da çoğunlukla kadro hareketi olarak kalmıştır. Siyasal İslamcı
hareketler içinde yöntem olarak en dikkat çekici olanı Millî Görüş hareketidir. Demokratik meşruiyet
zemininde sandık yoluyla iktidara taliptir. Soğuk savaş şartlarında geliştiği için batıyla işbirliği yaparak,
liberal politikaları destekleyerek, dinî inanç ve fikir hürriyetinin sağlanabileceğine inanmış bir
harekettir. Merkez sağ siyaset tabanından konjonktürel olarak destek bulsa da gerçekte Millî Görüş
hareketi de bir kadro hareketidir. Sağ siyaset tabanı hiçbir zaman merkez siyaseti temsil eden lider ve
organizasyonlara ideolojik gömlek giydirilmesini tasvip etmemiştir.
Sağ ve sol siyasetin Türkiye tarihinin son dönemlerindeki görünümüne geldiğimizde şunları
söyleyebiliriz: 2017 referandumuyla kabul edilen değişiklikte yasama, yargı ve yürütme kapsamlı
biçimde değiştirilmiştir. Artık bürokratik vesayete dönüşün mümkün olamayacağı biçimde
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ve 50+1 sistemine geçilmiştir. Devlet, kendisini millete emanet
etmiştir. Yine bu süreçte Sayın Erdoğan’ın söylemlerinde sloganlaşan “Tek Millet, Tek Bayrak, Tek
Vatan, Tek Devlet” anlayışıyla millî devlet doktrini ilan edilmiştir. Arkasından Cumhur İttifakı
doğmuştur. Bu gelişmeleri gerek sol siyaset gerekse sağ siyaset elitleri doğru analiz etmedikçe başarılı
olmaları mümkün görünmemektedir. Sağ siyasete yön verenlerin özellikle Sayın Erdoğan’ın bu
duruşunu anlamadan ve Erdoğan perspektifine katılmadan ayakta kalmaları zor görünmektedir. Sağ
siyaset tabanını yönetenlerin en başta yapması gereken şey, Türkiye sosyolojisindeki ve sağ siyaset
tabanındaki değişim süreçlerini ve değişim dinamiklerini doğru bir değerlendirmeye tabi tutmaktır.
ŞEHİRLEŞME, SANAYİLEŞME, KÜRESELLEŞME
Türkiye’de yaşanan sosyolojik değişimlerde üç konunun belirleyici olduğunu düşünüyorum.
Bunlardan birincisi kırsaldan kentlere doğru yaşanan göçlerdir. 1950’lerden itibaren ve özellikle
1960’lardan sonra Türkiye’de kırsaldan kentlere doğru büyük bir göç dalgası başlamıştır. Geçmişte
Türkiye nüfusunun %80’i kırsalda yaşarken 2000’li yıllardan itibaren artan kentleşmeyle birlikte bu
oran tersine dönmüş ve nüfusun neredeyse %80’i kentlerde yaşamaya başlamıştır.
Türkiye’nin sosyolojik yapısını derinden etkileyen ikinci unsur, sosyo-ekonomik anlamda toplum
yapımızın değişmesidir. 1980 sonrasında liberal ekonomi politikalarıyla dünyaya açılma sürecine giren
Türkiye’de, artan sanayileşmeyle birlikte yeni bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır. Türkiye artık tarım
toplumu olmaktan ziyade bir sanayi toplumu hâline gelmiş ve bir orta gelir sınıfı oluşmuştur.
Türkiye’deki sosyolojik siyaset tabanlarını etkileyen üçüncü unsur ise küreselleşme ve internet
devrimiyle gelen değişimlerdir. Küreselleşme ve dijitalleşmeyle beraber gelen popüler kültür, bir
yandan özellikle dinî ve millî kültürün mevzi kaybetmesine sebep olurken diğer taraftan toplumsal
bağları ve aidiyet duygularını zayıflatmaktadır. Yeni nesillerde popüler kültür yaygınlaştıkça yerel
kültür arka plana itilmekte, dinî ve millî aidiyetler önemsizleşmektedir. 1950’lerden itibaren oran
olarak %65-70’lerde olan sağ siyaset tabanında yukarıdaki değişimlerin ciddi etkileri olmuştur.
Özellikle gençlerde sağ siyaset tabanındaki karakteristik özellikler yavaş yavaş kaybolmaya
başlamıştır.
İYİ YÖNETİLEMEYEN ÜÇ SÜREÇ
Şehirleşme Süreci: Sağ siyaset tabanında yukarıda bahsi geçen değişim dinamiklerinden özellikle
kentleşme sürecinin iyi yönetilemediği ortadadır. Kadim medeniyetimizde şehir kurmanın en güzel
örneklerini veren bizler, kültürel kimliğimize uygun bir şekilde yeni şehirler kuramadık ve bu süreci
kendimize göre yönetemedik. Halktan kopuk imar düzeniyle, site tarzı yapılanma ve rezidanslarla
mahalle kültürü yok oldu.
Kültür Politikaları: Kültür politikalarında istenilen adımlar atılamadı. İktidarlardan bağımsız millî kültür
politikaları geliştirilemedi. Özellikle popüler kültürün gençlerimizi kuşatan olumsuz etkileri karşısında
gerekli düzenlemeler yapılamadı.
Millî Eğitim Politikaları: Türkiye’nin millî kültür politikaları yanında en çok önem vermesi gereken
husus millî eğitim politikalarıdır. Ancak kabul edilmesi gereken bir hakikat net bir şekilde karşımızda
durmaktadır: kültür ve eğitim politikalarında maalesef başarılı olunamamıştır. Genç nesillerde hayal
kırıklığı oluşmuştur. Oysa ülke olarak genç bir nüfusumuz vardır ve neredeyse her yaş kuşağında 1
milyonluk bir nüfusa sahibiz.
BUNDAN SONRA SİYASET YAPARKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİDİR?
Öncelikle sorunlara sebep olan durumlar hakkında sağlam temellere dayanan analizler yapılmalıdır.
Yaşanan sıkıntıların temelinde küresel politikalarla millî devlet politikaları arasındaki gerilim
yatmaktadır. Dindarlık hassasiyetleri, ailenin muhafazası, sokak köpekleri, geçim sıkıntısı gibi
konularda siyasetçiler sosyolojik tabanlarından gelen talepleri dikkate almak zorundadır. Sağ siyaset
tabanının beklentilerini karşılamak yerine sol siyaset tabanına ve küresel taleplere şirin görünme
doğrultusunda atılan adımlar ters tepmektedir. Sağ siyaseti yönetme pozisyonunda olan siyasilerde
gözlemlenen ve özellikle dindar, muhafazakâr çevrelerin yaşam tarzına aykırı görüntülerle kendini
gösteren yönelimler, doğal olarak sağ siyaset tabanında tepkilere neden olmaktadır. Bağımsızlık
perspektifi ve millî devlet doktrini doğrultusunda bir siyaset yaklaşımı öne çıkarılmalıdır. Çıkar esaslı
ve pozisyon öncelikli siyaset anlayışı terk edilmeli; bağımsızlık vurgusunu öne çıkaran ve bu alanda
Türkiye siyaset tarihinin en başarılı örneklerini sergileyen Sayın Cumhurbaşkanımızın etrafında
kenetlenilmeli, çerçevesini onun belirlediği ülke esaslı millî politikalara dönülmelidir.
Şehirleşme, sanayileşme ve küreselleşme süreçleri sonunda Türkiye’de artık aidiyetler ve genel
anlamda sosyoloji değişmiştir. Geçmişte %70’e %30 gibi tezahür eden sağ ve sol siyaset
tabanlarındaki oran, yaşanan değişimler neticesinde %55’e %45 gibi bir orana gelmiştir. Dolayısıyla
sağ siyaset tabanına yaslanan siyasetçilerin bu değişimleri dikkate alması ve politikalarını bu
sosyolojik gerçekliğe göre yeniden yapılandırması gerekmektedir.
Sol siyaset açısından da Türkiye’nin sosyolojik yapısını dikkate alarak siyaset geliştirebilmek pozitif
neticeler verebilir. Özellikle son on yıldır somut şekilde ortaya koyulan milli devlet, bağımsızlık ideali,
çok boyutlu dış siyaset ve ülke esaslı politikalar sol siyaseti başarıya götürebilir.

Ayrıca Bakınız

Orta Doğu krizi Kıbrıs’ı nasıl etkiler?

Orta Doğu krizi Kıbrıs’ı nasıl etkiler?

Prof. Dr. İsmail Şahin/ Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi GKRY’nin İsrail’in tüm bölgesel risklerini üstlenmesi onu …

DERGİDEKİ DİĞER YAZILAR



Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir