Her milletin ve coğrafyanın bir tarihi ve kaderi vardır. Milletlerin alın yazısı çoğu kez coğrafyanın kaderiyle iç içedir. Kaderi tayin eden şüphesiz Allah’tır, ama; kaderin tayin edilmesinde rol oynayan insanın değişmeyen ahlakı ve karakteridir. Bu yüzden aynı coğrafyada yaşayan kavim ve toplumların kaderleri birbirlerine benzer. Kaderin üzerindeki kader ise; insanın Allah ile olan yakınlığından kaynaklanan Allah’ın takdiridir.
Tarih öncesi Mısır, Filistin ve Ortadoğu gibi dünyada meydana gelen olaylar bugün de aynı coğrafya üzerinde farklı zaman ve senaryolarda yaşıyoruz. Nemrut’la Hz İbrahim’in, Firavunla Hz. Musan’nın, Perslerle Yunanlıların, Atinalılarla ile Truva’nın, Türklerle Çinlilerin (vs. gibi) antik çağlarda başlayan savaşları bugün de farklı boyutlarda ve alanlarda sürdüğünü görmekteyiz. İnsan aynı insan, coğrafya aynı coğrafya değişmeyen de o coğrafyada yaşayanların egemenlik (Dini, Ticari, Siyasi) çıkar ve hırsları olunca, değişen ise; sadece tarihler ve zaman oluyor.
Bugün ülkemizde ve coğrafyamızda yaşadıklarımız Firavunla Beni İsrailin, Kartarca ile Romanın, Endülüs ile Avrupa’nın, Bizans ile Osmanlı’nın yaşadıklarının sanki bir kan davası gibi devamı niteliğindedir. Atinalı Aşil’in Truva’lı Hektoru katletmesinin öfke ve kini halen bugün bile Yunanlıların hafızasında canlı ve diri olarak yaşıyor. Osmanlının Doğu Roma İmparatorluğunu yıkması, Fatihin Kostantinepolisi alıp İstanbul yapması, 1453 Fethinin acısı halen hem Yunanlılarda, hem de Batı toplumunda derin ve tedavisi mümkün olmayan bir sızı olarak hala tazeliğini koruyor. Zaman geçer ama, yaşananlar unutulmaz. Tarih geçmişte yaşadıklarımızın özeti, gelecekte yaşayacaklarımızın aynası olarak milletlerin zihin dünyasında canlılığını koruyor.
Batının 1915 Çanakkale savaşında hep birlikte Osmanlıya saldırması, Osmanlıyı yok etme hırsı, bugün bile sürüp gelen kin ve nefret fırtınası Sevr anlaşmasıyla elimizin kolumuzun bağlanmasıyla neticelendi. İstiklal savaşı sonrasında Mondros anlaşmasının Yunan Agamennon zırhlısında yapılması bir nevi Truva’nın hesaplaşması idi.
Doğu Batı savaşının tarihi Homeros’un ünlü İlyada destanında anlattığı Truva savaşına kadar uzanır. O zamandan bu zamana kadar batı ile doğunun arası açıktır. Doğu ile batı hiçbir tarihte dost olmamış ve gerçek bir dostlukta yaşamamıştır. Romanın Hanibal’ dan aldığı yenilgiler, Haçlıların Kılıçarslan ve Salahaddin Eyyübi’den alamadığı intikam hırsı batı dünyasının İslam coğrafyasına saldırması için bugün bile bir sebep teşkil ediyor.
Yunanlı Aşil’in Truvalı Hektor’u yenmesini, “Batı, Doğu’yu yendi” şeklinde yorumlamıştır. Kısaca; Emeviler, Abbasiler, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye’nin başının baş belası her zaman ve tarihte batılılar olmuş, bu süreç bütün hızıyla İslam’a ve Müslümanlara karşı devam ediyor. Tunus ve Kuzey Afrika’da batılıların hala gözlerinin olması Romalıların Hanibal ve Kartaca yiğitleri karşısındaki ezikliğinin yansımasıdır.
Homeros destanında anlatılan Truva’nın yıkılışı doğunun hezimeti batının zaferidir. Bu zaferden sonra batının doğu karşısında aldığı her yenilgi aslında Truva’nın (Anadolunun) zaferidir. Niğbolu, Kosova, Belgrat, Estergon, Zigatvar, Budapeşte fethi ve Viyana kuşatması batının gözünde hala bir zihin travması olarak yaşıyor. Bugün Batıdaki İslamafobi ve Türkiye düşmanlığının temellerindeki kin ve öfke aslında antik çağa kadar uzanan bir nefret zincirinin günümüze uzanan halkalarını oluşturuyor.
Biz istesek de istemesek de İbrahim’le Nemrud’un, Musa ile Firavun’un, Roma ile Kartaca’ nın, Persler’le Yunanlıların savaşı sürüyor. Doğu ve batının iki yakası tarihin hiçbir döneminde bir araya gelmedi. Ufukta bundan sonra da ufak bir ihtimal bile görünmüyor. Mevdudi’ nin Münih’te kitap haline getirilmiş (Doğu Batı arasında 1960) adlı konferansında dediği gibi; ‘’ Die Abendland bleibt als Abendland, die Morgendland bleipt als Morgendland. Sie werden nie zusammen sein’’ tezi bu hakikati yansıtıyor.
Osmanlıdaki batılılaşma hareketi aslında bir milletin kendisini, tarihini, coğrafyasını, kültür ve medeniyetini inkar etmesi ve mankurtlaşma girişimiydi. Ahmak batıcılar batılılaşmanın peşinde batılılaşmayı getireceğini hesap edemediler. Bu durum Cumhuriyetin ilk dönemlerinde yapılan tepeden inme devrim ve değişimlerle Yunanlıların bir gece yarısı hile ve sahtekarlıkla Truva’yı işgaline benziyor. İçi düşman askerleriyle dolu tahtadan bir at ve içi batılı kiniyle dolu devrimler ve sahte bir at…
Yakın tarihimizi yazanlar Yunan isyanında Osmanlıya karşı savaşan İngiliz şairi Lord Byron gibi Antik Yunan hayranı yerli münafıklar idi. Üç bin yıl önce yazılan Heredot’un İliyada ve Odesia destanı bile, masa başında; ‘’Ben ne diyorsam tarih odur’’ denilerek yazdırılan yalan söyleyen tarihten daha doğrucu ve daha inandırıcıdır.
Doğu ve Batının ayrıştığı yer Hz. İbrahim ile Nemrud’un kırmızı çizgilerinin kesiştiği noktadır. Yeryüzündeki savaşlar Habil soylu İbrahimi’lerle Kabil soylu Nemrudi’ler arasında sürmüş, sürmekte ve sürecektir. Tarih tekrar ediyorsa bunun için tekrar ediyor ve edecek… İnsanlık aynı olayları tekrar tekrar yaşıyorsa bunun için yaşıyor ve yaşayacak…
Onun için diyoruz ki; insanın bir kaderi varsa; coğrafyanın da bir kaderi vardır. Milletlerin tarihi gibi coğrafyaların da bir tarihi vardır. Doğu ile batının çakışan, çatışan ve devam edecek olan kan ve kin temelleri üzerinde kurulan tarihi gibi…
Bu yüzden Türkiye ülkesinde, coğrafyasında havada, karada ve denizlerinde en güçlü olmak zorundadır. Güce tapan, güç sarhoşu olan bir düşmana karşı güçlü olmaktan başka bir çıkış ve kurtuluş yolu yoktur. Çünkü; suyu su boğar, ateşi ateş söndürür, gücü güç durdurur.
Arif Altunbaş, Haber 7