ALMANYA VİZESİ
1995 yılıydı.
KİPTAŞ yeni kurulmuş. İstanbul’un BAŞAKŞEHİR, PENDİK ve KAĞITHANE bölgesinde temeller atılmış, konut projelerimiz hızlı bir şekilde yükseliyordu.
O sırada Almanya’da mutat olan Bauhaus inşaat teknolojileri fuarı açılmış, biz de faydası olur düşüncesi ile bu fuara katılmayı uygun görmüştük.
O tarihlerde Almanya ile aramızdaki fark alabildiğine büyük… Adamlar bize tepeden bakardı.
Bu fark, adımınızı Lufthansa havayolları uçağına atar atmaz hissedilir, dönünceye kadar peşi sıra sizi takip ederdi.
Şükürler olsun aramızdaki o makasşimdi ciddi oranda kapandı. Hatta bazı konularda biz öndeyiz ama bu yazının konusu olmadığı için ve mevzu dağılmasın diye girmiyorum.
İlk defa vizeye müracaat etmek için Alman konsolosluğunun önüne gittim.
Aman Allah’ım!…
Manzara anlatılır gibi değil. Yapılan muamele tam bir gestapo muamelesi.
Bir Türk vatandaşı olarak büyük bir hüzün duydum.
Kaldı ki evrakların hazırlanmasında vs. getir-götür işlerini bir firmaya vermişiz. Konsolosluk sadece nur cemalimizi görmek için huzura çağırıyor.
Zaten müracaat için istedikleri evrakları görseniz o dakka vaz geçersiniz.
15-20 maddelik istek formunda neler yok ki…
Cinsiniz cibilliyetiniz, bankadaki paranız, kaç çocuğunuz kaç eviniz vs. akla gelmedik sorular.
Yani neredeyse benim devletimin bilmediği bilgileri, ben kendi ellerimle götürüp elin Alamanına teslim ediyorum.
Bir kuyruk bir kalabalık karmaşa anlatılır gibi değil. Kendinizi ambarlar taşınmadan önce Sirkeci’de hamal bağırtıları arasında sanırsınız.
Meğerse imkânı olmayıp aracı firmaya evrak veremeyenler, gece yarısı gelip kuyruğa giriyormuş.
Battaniyelere sarılmış vaziyette titreye titreye sıranın gelmesini bekleyen, oradan oraya koşturan aracılar vs. tam bir keşmekeşlik.
BULDOK
Ben bu rezilliği bizim medyamız niye dile getirmiyor diye düşüne düşüne ilerlerken medyamızın ‘Amiral Gemisi’ unvanlı en büyük medya organımızın ‘Alaman malı’ olduğunuyıllar sonra öğrenecektim.
Nihayet kapı önüne geldim.
Kapıda küçük bir oyuk açılmış insanlar tek sıra halinde zorlanarak yaka paça içeri girebiliyor.
Kapıda elinde köpeği ile birlikte başka güvenlikçiler var ama en çok elinde köpeği olan tombul bir yaratık dikkatimi çekiyor.
Hayır! Köpek buldok değil. Kurt köpeği… Güvenlikçiyi daha çok buldoğa benzetiyorum.
Biz hayvandan uzak durmaya çalıştıkça hayvan içgüdüsel olarak bize sürtünüyor.
Ve nihayet insan hayvan karışımı bir ses duydum.
Anlayamadım.
Elinde köpeği ile kapıda duran yaratık; adam değil. Genç değil. Çocuk hiç değil.
Balon gibi şişmiş 19-20 yaşlarında bir Alman.
Nasıl öğrenmişse birkaç Türkçe kelime biliyor, o kelimeleri de Alaman aksanıyla söylediği için, bir şey anlayamıyorsunuz.
Zaten kendisi de konuşmuyor, buldok gibi hırlıyor.
Aradan 20 sene geçti. Aklıma geldikçe o acıyı hala taptaze yaşıyorum.
Düşünebiliyor musunuz?
Kendi ülkenizde vize almak için gittiğiniz yabancı bir elçilikte, elinde kurt köpekleri ile sizi goril gibi adamlar karşılıyor.
Nihayet vize işlemlerini takip eden delikanlı devreye girdi de, kapıda bekleyen güvenlik elemanları, köpekler ve diğer yaratıklara sürtüne sürtüne ancak avluya girebildik.
Kapı hem dar, hem de adamlar ‘Geç!..’ dedikten sonra bile önünüze dikilmiş kapıdan çekilmiyor.
La havle çeke çeke içeri girdik.
Ancak henüz çilemiz bitmiş değil. Orada da soğukta beklemeye devam…
YUMRUK YİYEN BAŞBAKAN
O tarihlerde ülkemiz maalesef sahipsizdi.
Kumar masasında yumruk yiyip, burnu kırılan Başbakanı olan bir ülkeyi kim ciddiye alır.
Şikâyet makamının mostrası burnu bandajlanmış gazeteleri süslüyor.
Bu resimler en belirgin şekliyle medyanın ‘Amiral gemisi’ dedikleri mevkutede çıkıyor.
Yani elin Alamanı böyle aşağılık bir habere elini bile sürmüyor. Buradaki maşaları gayet güzel o işi görüyor.
Kimi kime şikâyetedeceksiniz?
Başbakanın haysiyeti bu şekilde yerlerde sürünürken bizi kim duyaaar kim dinler.
EN ALTTAKİLER
O zamanlar biz Türklere Almanya’da ‘En Alttakiler’ gözüyle bakılıyordu.
Üstelik bizim o halimizi Alman vatandaşı olan GunterWallraffdile getirmiş.Gözüne siyah lens ve saçlarını siyaha boyatarak Türklerin Almanya’da gördüğü muameleyi yaşayarak anlatmıştı.
O kitabı okumaya tahammül edemezseniz, içiniz ezilir…
60 – 70 Lİ YILLAR
Bazılarımızın ah vah ettiği 60 lı 70 li yılların ‘Eski Türkiye’ sinde ne olmuştu da Almanya’da ‘En Alttakiler’ konumuna düşmüştük.
’70 Sente’ muhtaç olduğumuz yıllardı.
Başbakanımız asılmış, yatırım ve kalkınma hamleleri bıçak gibi kesilmişti.
Özgürlükler kısıtlanmış, 27 Mayıs 1960 darbesini yapan Generaller terör estiriyor, asılan 3 devlet adamımızı yeterli görmeyerek daha korkunç darbeler için hazırlık yapıyordu.
Sebep?..
Sebep halk neden CHP yi tek başına iktidara getirmiyor.
Darbeci askerler 3 idamla verdikleri gözdağını yeterli bulmuyor, yeni tertipler peşinde koşuyorlardı.
Halk sindirilmiş ama sandıkta yine cevabını vermişti.
CHP ye %36.74 Demokrat Parti mirasına sahip çıkan partilere %62.48 oy vermişti
Ancak halk adres partiyi tutturamadığı için oylar 3 parti arasında dağılmıştı.
Seçimle iktidara gelemeyen CHP,
darbecilerin baskısı ileite kaka zorla hükumeti kurabildi.
İşte ilk işçi kafilesi bu karanlık baskıcı karışık dönemde Almanya’ya gitmiştir.
Ama ne gidiş…
Bunun için yüzlerce kitap film yapılsa yeridir.
İşçilerimiz Sirkeci’den trene binerken ‘En Alttakiler’ olmayı kabul etmiş bir manzara ile yola çıktılar
İnsanımızın onuruna zerre kadar önem vermeyen İnönü hükumeti, hiçbir ön hazırlık yapmadan işçilerimizi Alaman kapısının önüne bırakmıştır.
O tarihte Başbakan olmayan İnönü 27 Mayıs darbesi ile bir Başbakandan çok daha fazla sözü geçiyordu.
İşçilerimizin gitmesinde, devletin işçilerimize sahip çıkmamasında İnönü’nün Binaenaleyh CHP nin katkısı çoktur.
Alman kültürü sosyal hayatı hakkında eğitim vermeden, köyden başka yerleşim yeri görmemiş insanımızı götürüp gelişmiş Alman şehirlerinin ortasına bıraktı.
O zamanlar ‘Ülkeye döviz gönderin de sonra ne haliniz varsa görün’ mantığı hakimdi.
Çünkü hükumetin insanımızdan tek isteği vardı. MARK
İşçilerimizin en tabii ihtiyaçları bile dikkate alınmamış, Bayram günü geldiğinde ne yapacaklarını şaşırmışlardır.
O zaman bizimkilerin bu haline acıyan Almanlar, Kiliselerini açarak, işçilerimizin Bayram namazlarını kılmalarını temin etmişlerdir.
Neyse, biz yine konumuza dönelim
Seneler sonra tekrar Alman vizesi ihtiyacı oldu.
Bu sefer o buldok gibi hırlayan yaratık yoktu.
Ama iş görenler Alman aksanı Türkçe konuşan bayanlardı.
Sonra yine Alman vizesi…
Bu sefer ‘O yaratık’ la birlikte Alman kızları gitmiş, yerine benden daha temiz Türkçe konuşan Türk kızları nazik bir şekilde işlemlerimi gördü.
Ama yine de o konsoloslukta, o daracık avluda, geçmişin kötü hatıraları altında işlerimi tamamladım.
Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum.
Yine Alman vizesi lazım oldu.
Bu sefer bayağı işler düzelmiş.
Bize şu saate gelin dendi.
O saatte gittik. Hayret Alman konsolosluğu yerine bir şirkete gittik.
Şirket işlemleri yaparken sıcacık salonda oturmuş bekliyordum. Baktım işlemi yapan hanım kız önüme kadar gelip:
- Emin Bey bir imzanız eksik kalmış gelip atar mısınız? Dedi.
- Hayhay…
Gittim attım.
Çıkarken film şeridi gibi 1995 yılından bugüne kadar Alman konsolosluğunda çektiğimiz çileler ve şu anda gördüğümüz muamele gözümün önünden geçti.
Acıyla tebessüm ettim.
Bir şeyi unutmamak lazım… Bu Almanların düzelmesi ile ilgili bir şey değil. Ülkemizin güçlenmesi ile ilgili bir serüvendir.
Aslında ülkemizin geldiği seviyeyi,
Marmaray
3. Havaalanı
3. Köprü
Enerji santralleri
Kişi başına düşen milli gelir,
G20 nin içinde olmamız vb. ile birlikte,
Alman konsolosluğundan aldığınız vize ve yurt dışında elinizdeki Türk pasaportuna gösterilen muameleden anlayabilirsiniz.
Ancak hala bir şeyin eksikliğini hissediyorum.
- Almanya’ya bu kadar gidip gelmeme rağmen hala 3 ay vize veriyor. Her seferinde avuç dolusu para ödüyoruz. ‘Acaba..’ diyorum. ‘Almanya bu işi kendine geçim kapısı mı yaptı? ’ demekten kendimi alamıyorum.
- Aldıkları bu yüksek masrafa karşılık, eğer devletimiz bu parayı gelen Alman vatandaşlarından geri alıyorsa eyvallah, sineye çekeriz… Ama almıyorsa bu hak değil.
Almanya’nın bizden aldığı vize harçları ile bütçeyi mi dengeliyor, ne yapıyor diye insanın aklına gelmiyor değil.
Almanya’nın Türklerden aldığı vize karşılığı harç yılda, 50,000.000 € civarında olduğu söyleniyor.
Bu Alman bütçesi yanında çok küçük bir oran olabilir ama Almanların bir ‘Fenik’i bile hesap ettiklerini düşünürsek aklımıza böyle şeyler geliyor.
Almanya şu anda yelkenleri suya indirmiş görünüyor.
Yerli işbirlikçilerini devreye sokarak 3. Havaalanını durduramayınca bu sefer ortaklıklar teklif etmeye başladı.
THY- Lufthansa ortaklık teklifi Almanya’dan geldi. Reddettik.
Artık Alman Şansölyesinin gözünün içine bakarak: ‘Niye biz dinlediniz Sayın Şansölye’ diye hesap soran devlet adamlarımız var şükürler olsun.
Her şey bitti mi?
Hayır!..
Mücadele yeni başlıyor.
Emin Batur