Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (16/Nahl, 90)
Bu ayet-i kerime, Cuma namazlarında hocalarımız hutbeden inerken okunan son ayettir. Makamlı okunduğu için çok da dikkat çekmemektedir. Esasında bu okunan bir ayet midir, yoksa bir dua mıdır? Çok da farkında olduğumuz bir bilgi değildir. Cuma namazı bitip cemaat dağılırken bir anket uygulaması yapılsa ve sorulsa: “Hoca Efendi namaza geçmeden önce bir söz söyledi -ayetin Arapçasını da söylesek- bu ayet miydi, yoksa dua mıydı?” Kaç kişi buna bu bir ayettir cevabı verebilir? Kaç kişi bu sözü mealen söyler? Tabii ki bu durum tartışılabilir.
Asıl üzerinde durmak istediğimiz mesele, hocalarımız bu ayette ne diyorlar ve bunu nasıl söylüyorlar? Cuma namazları bugün nasıl icra ediliyor? Yaşlılarımız bir saat önceden camiye gidip saflarındaki yerlerini alıyorlar. Gerek duyduklarında bir abdest tazelemesi yapıyorlar. Gençler ve çalışanlar Ezan okunduğunda camiye geliyorlar ve Hoca Efendinin vaazda neden bahsettiğinden haberdar olamıyorlar. Onlara Cuma mesajından kala kala bir hutbe kalıyor. Hutbeler de belli, devlet neyi duyurmak istiyorsa o mesele okunuyor. Birçoğu hutbe kâğıdını okuyacağı sırada ele aldığı için ne imla hatalarından haberi oluyor, ne de tevhide aykırı bilgilerden haberi oluyor. Nasıl olsa kimse dikkat kesilip dinlemiyor, oku geç mantığı ile hareket ediliyor. Bütün hocalarımızı bu kategoride görmek mümkün değildir. İstisnalarına selam olsun. Fakat ilgili ayet okunurken ses ve mimikler değiştirilmelidir. Meali verilirken ses ve mimikler bir kez daha değiştirilmelidir. Cuma namazının en muhteşem mesajının makama kurban edilmesine müsaade edilmemelidir. Bu mesaj güme gitmemelidir. Ne yapılıp edilecekse edilmeli ve bu ayetle ilgili bir farkındalık oluşturulmalıdır. Zira bu ayetin mesajının ağırlığı hutbelerin mesajının ağırlığından daha da önemlidir. Ayetin Arapçası ve Türkçe meali verilmeden önce bir şekilde cemaatin dikkati bu söze çekilmeli ve Hoca Efendi haykırmalıdır:
Ey İnsanlar! Ey İstanbullular! Ey Ankaralılar! Ey Samsunlular! Ey Tekkeköylüler!
Ey Siyasetçiler! Ey Yöneticiler! Ey Amirler! Ey Memurlar! Ey Patronlar! Ey İşçiler!
Silkelenin, titreyin ve kendinize gelin. Bakın biraz sonra Cuma namazımızı eda edeceğiz ve dağılacağız. İşimize, tarlamıza, fabrikamıza, iş yerimize, büromuza vs gideceğiz. Nereye gidersek gidelim ve hangi işi yaparsak yapalım; fakat şu ilahi gerçeği asla unutmayalım: Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (16/Nahl, 90)
Bu ayet toplumun sosyal sigortası mesabesindedir. Sağlıklı bir toplum, dayanışma içerisindeki bir toplum, akrabalarını terk etmeyen bir toplum ve ne yaparsa yapsın adaleti baş tacı yapan bir toplumun huzursuz olması mümkün müdür? Hz. Ömer “Adalet Mülkün Temelidir.” Demiş ve ne de güzel demiş. Zira devletler, toplumlar içinde bulundukları küfürden dolayı değil, adaletsizliklerinden dolayı yıkılmaktadırlar, problemler yaşamaktadırlar. Bugün dünyanın içinde bulunduğu bunalımın arkasında ve yine dünyanın büyük bir kısmının açlık sıkıntısı çekmesinin arkasında yine adaletsizlikler yatmaktadır. Elin gâvurundan adalet ve insaf beklemiyoruz. Bizden zannettiklerimizin, İslam ülkelerinin başlarındaki tiranların adaletsizlikleri ümmeti perişan etmiştir. Her kim hangi işi yapıyor olursa olsun, Cuma günü kendisine yeni vahyolunan bu ayeti hayatının vazgeçilemez bir ilkesi yaparsa bundan ilk nasibi evi, ailesi, yuvası ve evlatları alacak ve bu nasip apartmana, sokağa, caddeye, mahalleye yayılacaktır. Tarlaya, fabrikaya, iş yerine, büroya, hastaneye, okula velhasıl nerede insan varsa oraya bu adalet duygusu taşınmalı ve yaşatılmalıdır.
Adalet duygusu bir yere, bir mekâna, bir topluluğa hâkim olmaya başlarsa artık orada iyilikler üretilmeye ve yaşatılmaya başlayacaktır. İyilik merhameti, hoş görüyü, sevgiyi ve muhabbeti getirecek, bencilliği ve merhametsizliği ortadan kaldıracaktır. Böylece sevgi toplumunun temelleri atılacaktır.
Adalet duygusunu hayatının rehberi yapıp, iyiliği üreten, yaşamaya ve yaymaya çalışan, merhamet havasının teneffüs edilmesine ve bu merhametin toplumun tüm kesimlerine yayılması için çaba sarfeden insanların akraba ilişkileri elbette bir başka olacaktır. Adaleti ve iyiliği başkalarına taşıma misyonuna sahip olan insanların akrabalara gelince ketum davranması beklenebilir mi? Bu manada ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiği gün gibi ortadadır. Sendeki var olanlardan meşru sınırlar içerisinde akrabaların yararlanmadıktan sonra sen başkalarına koşuyorsan burada bir yanlışlık ve bir sıkıntı var demektir.
Adalet, iyilik ve akrabaya yardımı hayatına rehber eden bir insanın çirkinliklerle, fenalıklarla, azgınlıklarla ne işi olur ki? Yüce duyguların hâkim olduğu hayatımızda çirkinliklere yer yoktur. Bireysel hayatımıza ve içinde yaşadığımız topluma hâkim kılabildiğimiz bu yüce değerler ve ilkeler, bireysel ve toplumsal hayatımıza Rabb’imizin rahmetinin gelmesine vesile olacaktır. Öyle ise;
Ey İnsanlar!
Ey Müslümanlar!
Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor. (16/Nahl, 90)
Ömer Naci YILLMA