Bazıları için İran, Humeyni Devrimi’nden sonra ideal İslam Devleti olarak kabul gördü. Devrime methiyeler dizilirdi. Neredeyse Medine İslam Devleti ile yarıştırıldı. Humeyni’nin mütevazı yaşantısı ballandıra ballandıra anlatılır, dinleyenlerin içi geçerdi. Anlatanlar ise bir eli yağda bir eli balda olanlardı. Bunlar büyük adamlar, büyük yazarlar ve büyük hocalar olduğu için söyledikleri, yazdıkları Anadolu’da karşılık buluyordu. Akşama kadar kendi ülkesine küfredenlerde müthiş bir İran sevdası vardı. Şimdi bunları dedik diye birileri bize İran düşmanı diyecek, bu İslam kardeşliğine sığmaz diyecek. Dostlar birileri sev deyince sevilmiyor, Allah sevdirecek. Ne yapalım yani içimizden sevmek gibi bir şey gelmiyor. Hz. Ebu Bekir’e, Hz. Ömer’e ve Hz. Aişe’ye söveceksin, Yahudiden beterler diyeceksin ve bunu bir devlet politikası olarak göreceksin biz de seveceğiz öyle mi? Ay ne kadarda ucuz yaklaşım mı diyeceksiniz. Olsun, biz ucuzlarla idare edelim, siz de pahalı yaklaşımlarınızla devam edin.
Millet olarak Anadolu’da tutunma mücadelesi verdiğimiz zamanlarda Moğol İstilaları neticesinde yıkıldık, yerle bir olduk, birliğimiz-dirliğimiz paramparça oldu. Moğollara olan içsel tepkimiz dindi mi? Ümmet refleksimiz söndü mü? Moğolları sevmediğimiz gibi onlara destek verenleri de, ajanlıklarını yapanlarını da sevmiyoruz. Biz onları sevmezken, sevemezken, yaptıkları mezalim içimizde bir ukde olarak dururken Müslüman Arapların Pers İmparatorluğu’nu yıkmalarını İran ve İrancılar nasıl içlerine sindirsinler. Müslümanlarla kılıçla baş edemeyeceklerini anladıkları için mücadele yöntemlerini değiştirdiler. İslam’dan ve Müslümanlardan Zerdüştilik, Mecusilik, Ehl-i Beyt, Masumiyet ve İrancılık maskesi altında intikam alma yolunu tercih ettiler. Tarih boyunca da bu kafa ile hareket ederek sürekli olarak Müslümanlara zarar verme yoluna gittiler.
Haçlıların Kudüs’ü işgal ederek Filistin’de yüz yıl kadar bir devlet kurmalarına İsmaili Fatımiler yardım ve yataklık etmiştir. Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi Haçlıları Kudüs’ten çıkarmak için önce Fatımilerle ve onların PKK’sı İsmaili Hasan Sabah ve çeteleriyle savaşmıştır. Çünkü Kudüs’ü kurtarmak için gönderdiği ordulara Haşhaşi olan Bâtıni Hasan Sabbah ve çeteleri tıpkı PKK’nın askerimize ve polisimize saldırdığı gibi yollarda saldırmış ve Kudüs’e ulaşmalarını engellemeye çalışmıştır.
İran, Amerika’nın ve İsrail’in korktuğu ve çekindiği devlet olarak bilinir ve öyle anlatılırdı. Amerika’ya ve İsrail’e meydan okumaları heyecan yaratırdı. Meğer masanın altından el sıkışıyorlarmış da haberimiz yokmuş. İran’ın devlet olarak bir kâfirle savaştığını çoğumuz bilmeyiz. Müslümanlara sıkıntı vermede üzerine yoktur. 1600’lü yıllardı bir adayı işgal eden Hollanda ve Portekizlilerle ve 1826-1828’de de Ruslarla savaşmıştır.
Türk olarak takdim edilse bile, Anadolu’nun içlerine kadar Şiiliği ve Batıni İsmailiye mezhebini yaymaya çalışan Şah İsmail Şii bir İranlı değil miydi? Yavuz Sultan Selim Çaldıran’da Şah İsmail’i, Ridaniye ve Mercidabık’ta Nusayrileri, Mısır’da yandaşlarını yenmeseydi bu topraklarda Sünnilik veya doğru dürüst İslam adına hiçbir şey kalmayacaktı. Bütün bunların hiçbiri meydana gelmemiş olsa bile, İran’ın Suriye ve Yemen Müslümanlarına karşı kâfir Rusya ve diğer küfür güçleriyle işbirliği yapması ve milyonlarca Müslüman’ın perişan olması günah ve suç olarak tarih boyunca yeter de artar bile.
İran’ın diğer Müslüman halklardan farklı olarak dikkat çekecek bir şekilde Hz. Hüseyin sevdası vardır. Hepimiz severiz; fakat onlar belirgin bir farkla severler. Bunun arkasında yatan sebep ise Hz. Hüseyin’in son İran Kisrası Yezdigerd’in kızı Şehrbânu ile evlendiği, bunun için Sasani İmparatorluğu’nun son varisi (milli damat) olarak sayıldığı görüşü başkaları tarafından da seslendirilmekte, Kerbela’da şehid edilmesinin bunun için bayraklaştırıldığı ve Şii mezhebinin bunun için İran’da yayıldığı anlatılmaktadır.
Buraya kadar yazdıklarımız İran’ın Müslümanlara güven vermediğinin yansımasıydı. Büyük hocalarımız, yazarlarımız böyle düşünmeyecekler ve İran’a güzellemeler yapmaya devam edeceklerdir. Bizim bilmediğimiz bir takım gelişmelerin olduğundan bahsedecekler, zihinleri manipüle edeceklerdir. Varsın olsun, onlar gördüklerini biz göremeyelim. Bizim gördüğümüz işgalleri, kâfir âşıklığını ve yardakçılığını, milyonlarca insanın zulme maruz kalışını, yüz binlerce insanın katledilişini onlar görmesinler, görmek istemesinler. Unutmasınlar ki onların görmediğini, duymadığını ve hissetmediğini bilen bir Rabb’imiz vardır. Bir gün onlarda anlayacaktır. İran’ın hainliğini, kâfirlerle işbirliğini görmeyenleri biz de görmeyeceğiz.
Ömer Naci YILMAZ