Kuzey Irak’ta yapılan bağımsızlık referandumu, sonrasında İspanya’nın Katalan bölgesinde yapılan bağımsızlık referandum dünyanın ikiyüzlülüğünü bir kez daha gözler önüne sermiştir. Batının ikiyüzlülüğünü her alanda görmek mümkündür. Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra ikiyüzlü tavırları batının siyaset anlayışının temelini oluşturuyordu. Anlı şanlı Fransız ihtilali Mutlakıyetle yönetilen batıyı endişelendirmeye başladı. Rejimlerini korumak, milliyetçilik ve bağımsızlık hareketlerini engellemek için 1815 Viyana Kongresini topladılar. Avusturya başkanı Meternik konferansa başkanlık etti. Avusturya, Rusya, İngiltere ve Prusya aralarında anlaşarak Dörtlü İttifak’ı kurdu. Meternik sistemi denilen bir siyaset anlayışını geliştirdiler. Fransız İhtilali’nin etkisiyle Avrupa’nın neresinde ayrılıkçı bir ayaklanma çıkarsa birlikte hareket ederek ayaklanmayı bastıracaklar. Osmanlı topraklarında böyle bir ayaklanma çıkarsa ona her türlü desteği verecekler. Özellikle Yunanistan’ın başlattığı ayrılıkçı hareketler İngiltere ve Rusya tarafından desteklenmiştir. Kendilerinden ayrılmak isteyenlerin kafasına balyozu indirmişler, Osmanlıdan ayrılmak isteyeni ise her türlü desteklemişlerdir. Zaten Avrupa Birliği’ne giden sürecin temelinde; paramparça olan devlet yapılarını birleştirmek; birlikteliğin sembolü olan Osmanlıyı parçalamak yatmaktadır. Osmanlıyı yaktıkları ateş bugün İspanya’da tutuşmuştur, Almanya’nın Bavyera’sından dumanlar tütmeye başlamıştır. Ateşin önünde durulmaz.
Kuzey Irak’taki bağımsızlık referandumu ülkemizi bir türlü sevemeyen bizim mahallenin aymazlarının iç yüzünü bir kez daha ortaya koydu. “Herkesin devleti varmış da Kuzey Iraklıların da devleti olsa ne olurmuş.” Vay vay vay, ne kadar da insancıl/hümanist olmuşlar. Kuzey Irak’taki referandum sonrası dangalakların dalgalandırdığı İsrail bayrakları bizim mahallenin dangalaklarının görüne girsin. Zannediyorlar ki Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kuruluyor. İsrail için bir ön karakol kurulduğunu görmeyecek kadar aymaz olanlar… Yazıklar olsun. Bir kez olsun bu ülke için kalbiniz atsın; ama ne gezer. Bu da geçer yahu deyip geçiyoruz.
Osmanlının Birinci Dünya Savaşı sonrasında terk etmek zorunda kaldığı Balkanların ve Ortadoğu’nun sosyolojik olarak güldüğü görülmemiştir. Hangisi benim ülkemden daha huzurlu, hangisi benim ülkemden daha güçlü, hangisi benim ülkemden daha onurlu? Hiçbiri. Balkan toraklarında bizden ayrılanların hepsi sadece bize değil, dünyaya el açmış, yardım dilenmektedir. Ortadoğu’daki Müslümanların hepsi onurlu Türkiye’ye ve liderine muhabbet besliyorlar. Onurlu halk ve onurlu lider özlemlerini Türkiye üzerinden gideriyorlar. Ne Ortadoğu’da ve ne de Balkanlarda Osmanlıdan ayrılanların hiç birisinin iki yakası bir araya gelmedi, geleceği de yok. Osmanlıya ihanetin bedelini yüz yıldır ödüyorlar, ödemeye de devam edecekler. Osmanlıya ihanetin bedelini yüz yıldır ödeyenler Türkiye’ye ihanetin bedelini acaba kaç yüz yıl ödeyecekler. Bunu ne oradaki aymazlar ve nede buradaki aymazlar bir türlü anlamıyorlar. Bizim aymazlar anladığında biz yine onlara tebessüm edip güleceğiz. Zira Fetö meselesinde olduğu gibi. Çuvallamaktan da yorulmuyorlar. Bir susun, bir yazmayın ve bir dinleyin. İstanbul’da oturup entel-dantel ayaklarına da yatmayın. Anadolu havasını teneffüs edip, Anadolu irfanından istifade etmesini bilmeyenlere veyl olsun.
Osmanlıdan ayrılmak için yanıp tutuşan hain Şerif Hüseyin’in akıbeti Barzani’yi de beklemektedir. Barzani dedesinin akıbetini anlamadığı için bugünkü pervasızlıkları yapmakta ve İsrail’in kucağına oturmaktadır. Şerif Hüseyin’in akıbetini bir daha hatırlayalım: Bahsettiğimiz durumun, kâğıt mendil muamelesi görenlerin en tipik örneği, İstanbul doğumlu olan Şerif Hüseyin’dir. Sultan Abdülhamit onu Mekke Şerifi yapmıştı. Birinci Dünya Savaşı sırasında İngilizlerin en candan adamı oldu. İttihatçıların Türkçülük politikalarını bahane ederek Arap İsyanını başlattı. İngiliz Lawrence ile isyana öncülük etti ve 1916’da bağımsızlığını ilan ederek Hicaz kralı oldu. Bütün Arap coğrafyasının krallığı kendisine verilmeyince İngilizlerle arası açıldı. Türkiye 1924’te Halifeliği kaldırınca Mekke ve Medine elinde olduğundan kendisini yeni halife ilan etti. Önceleri onu destekleyen İngilizler, daha sonra Suud ailesini destekleyerek Şerif Hüseyin’i bir kenara attı. Taif’te yakalanarak İngilizler tarafından Kıbrıs’a sürgüne gönderildi. Öldüğü 1931 yılına kadar her fırsatta Osmanlıya yaptığı ihanetin pişmanlığını dile getirdi. İhanet ettiğine mi yansın, İngilizler tarafından kullanılmış olmasına mı yansın? Şerif Hüseyin bir örnekti ve onun gibi daha niceleri vardı. Her zaman söylerim ve yazarım: “Bu toprağın haini bitmez, bu topraklar hainsiz bırakılmaz; Ne yapar eder, mutlaka bir hain çıkarırlar. Bu bir asker, bir siyasetçi, bir aydın, bir yazar, bir bilim insanı, bir sanatçı ve bir din adamı olabilir. Velhasıl her alandan bir hain çıkartabilirler.”
Pkk’nın iç yüzünü çözen Uğur Mumcu, 31 Temmuz 1992’de Cumhuriyet gazetesindeki yazısında harika bir tespit yapmıştı: “Kimse kimseyi aldatmasın; Batı desteği ve koruması altındaki ‘Kürt Devleti’ açıkça bir Sevr Modeli’dir.” Şimdilerde Pkk’ya yaptıramadıklarını Mesut Barzani’ye yaptırıyorlar. Arapların durumunu ise en veciz bir şekilde Ali Şeriatı ifade etmiştir: “Arap milliyetçiliği adına Osmanlıdan ayrılan bütün Arap ülkeleri milliyete değil, sömürgeleşmeye vardılar.” Ve ahmaklar bunu hala anlamıyorlar. Anlamadıkları müddetçe de iki yakaları bir araya gelmeyecektir. Yakasızlar korosunda herkes kendisine bir yer bulabilir.
Bizim ülkemizin tavrına gelince, bazı aymazlar yine anlamayacaklar ama onlara da Çeten Atasözü ile cevap verelim: “Karşı kıyılar için savamayan, gün gelir kendi kıyısında savaşır.” Orada ne işimiz var diyenlere kapak olsun.
Ömer Naci YILMAZ