Rusya ile batı arasındaki Ukrayna savaşı dünya çapında ekonomik, siyasi, askeri tüm dengeleri sarstı. Artık dünyada kartlar yeniden karılacak, ülkeler ve bloklar arasındaki stratejiler yeniden şekillenecek, yeni pozisyonlar alınacaktır.
Batının ABD ve İngiltere eksenli tutumuna bakıldığında; Rusya’nın “zayıflatılması” ve ‘’ kontrol altına alınması’’ sadece Rusya ile sınırlı kalmayacak; Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar ve Kuzey Afrika’yı yani; Türkiye’yi kardeş ve dost ülkelerini de içine alacaktır. Rusya gibi Türkiye’nin de ABD ve NATO ortakları tarafından kuşatılması uslu ve akıllı (!) bir çocuk haline getirilmesi anlamına geliyor.
Dünyanın yeniden şekillendiği bir dönemde, Türkiye’nin de olmazsa olmaz kırmızıçizgilerinin olduğunu dost, düşman ve müttefik denilen ikiyüzlü batılılar tarafından bilinmesi gerekiyor. Anglosakson veya Haçlı kalıntılarının ülkemizi, bölgemizi ve coğrafyamızı istedikleri gibi şekillendiremeyecekleri bilinmelidir.
Kafkaslar, Ortaasya, Ortadoğu, Balkanlar ve Kuzey Afrika ile Karadeniz, Ege ve Akdeniz havzası ekonomik, siyasi, kültürel, askeri olarak vazgeçilemez coğrafyamız ve değiştirilemez sınırlarımızdır. Buralara hakim olmamız buralarda öz kardeşlerimizle birlikte var olmamızla mümkündür. Hiçbir gücün bizi bu coğrafyada denklem ve oyun dışı bırakmasına müsaade etmemeliyiz.
Türkiye sınırları ve coğrafyasının korunması, Batıya doğru genişlemesi milli çıkarları doğrultusunda bizim atalarımızdan devraldığımız bin yıllık tarihi stratejimizin gereğiydi.
Milletimizin Orta Asya bozkırlarından batıya yönelişine, batının Haçlı kaleleri ve kuleleri karşısındaki o asil duruşuna, direnişine baktığımızda stratejik derinliğimizin kotlarını orada bulabiliriz. Yani; Orta Asya unutulamaz, Kafkaslar boş verilemez, Ortadoğu görmezlikten gelinemez, Balkanlar terkedilemez, Kuzey Afrika feda edilemez. Bunlarla birlikte biz bir deviz, bir millet ve devletiz.
Bulunduğumuz coğrafyada Doğu veya Batı ile sıcak savaşlara girerek ufuk çizgilerimizi kontrol edemeyiz. İpi yerli münafıklardan oluşan ipsizlerin eline bırakarak veya batılı dost bilinen ve sanılan düşmanlarımıza kaptırarak bir karış yol alamaz, hatta; bulunduğumuz mevzii bile savunamayız.
Selçuklu Devlet aklı tek bir ırk, mezhep, millet anlayışı üzerine kurulmuş bir devlet değil, İslam’a bağlı bir ümmet hareketiydi. Osmanlı da aynı çizgi ve istikamette hareket ederek bütün Müslümanları, hatta; Osmanlı topraklarında yaşayan gayri Müslimleri kucaklayan coğrafyamızı geniş bir perspektiften kuşatan, insana ve dünyaya bu gözle bakan bir devlet anlayışı ortaya koydu. Bu anlayış ve kimliğiyle 600 yıl bütün kalleşliklere, ihanetlere, darbelere rağmen yıkılmadan ayakta durdu. Nihayet onu düşmanlarımızla birlikte adam yerine koyduğumuz yerli münafıklar yıktı.
Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketi ve onun neticesinde doğan Cumhuriyetle kimlik değiştirerek batının kontrolüne girdik. Ona teslim olup, onun kuklası haline geldik. Kadim İslami anlayışımız yerine batının bize biçtiği dar elbiseler içinde üç maymunu oynadık. Kendi öz kardeşlerimizle bile kardeşçe bu coğrafyada yaşayamadık. Batılı düşmanlarımızın elinde ve dilinde oyuncak olarak bir asrımızı ‘’Yurtta sulh cihanda sulh’’ ürkekliği, korkaklığı ve şuursuzluğu içinde geçirdik.
Şimdi Almanya’nın Türkiye’ye yönelik, ’’Anadolu Aleviliği’’ projelerini, Yunanistan’ın ‘’şımarık’’, ‘’kışkırtıcı’’ eylemlerini, Bulgaristan’ın ‘’sinsice’’ Türk ve Türkiye düşmanlıklarını, PKK ve YPG’yi fonlayan ABD’nin ve AB ülkelerinin ülkemizi ve bölgemizi kuşatma projelerini, Fransa’nın sömürgeci ukalalığı, Batı kuklası Petro şeyhlerin dengesizliklerini bizzat görüp yaşayınca, FIR hattı, Kıta sahanlığı, Kıbrıs ve Karabağ sorunlarıyla karşı karşıya gelince anladık ki, o çok beğendiğimiz NATO’ da, o kendisine hayran olduğumuz AB’ ta yanımızda ve etrafımızda doğru dürüst bir dost, komşu ve müttefikimiz yokmuş. Biz, batı aşıklığı ve sevdasıyla kör bilincin girdabında yıllarca kendimiz çalmış kendimiz oynamışız. Güvendiğimiz her dağa kar yağmış, tutunduğumuz her dal kırılmış ve bir masal ülkesinde gerçeğin acı yüzüyle uyanmış, kendimizle yüz yüze kalmışız.
Bilge Kağanın bilge vasiyetini hatırlamış; irkilmiş, titremiş, ürpermiş kendimize gelmişiz. Millet olarak bizi var eden kendi değerlerimize ve tarihi gerçeklerimiz olan Hakka ve hakikate yönelmiş, kardeşlerimizle bir geleceğe yürümeye karar vermişiz. Gelen gelir, gelmeyenler ya kaçak veya uşaktır demişiz.
Bakmayın siz ABD’nin uyuz iti Yunan fino köpeğinin çemkirmesine, AB’ın yaralarımızı inat ve ısrarla kaşımasına, Ermeni diasparosına, Fransız alçaklığına, İngiliz kaypaklığına, Alman sahtekarlığına, Ortadoğunun petro- dolar şımarıklarına… Ama şurası bir gerçek ki üstümüze üstümüze gelen bir fırtına var ortada. Ona göre planlarımızı, projelerimizi, stratejik atılım ve hareketlerimizi, siyasi, ekonomik ve askeri hazırlıklarımızı şimdiden yapılmalı, millet olarak bu gerçeği en yüksek seviyede tutmalıyız. En çok olarak da içimizde çöreklenen batının darbeci yerli münafıklarına dikkat etmeli onların askeri, siyasi ve ekonomik uzantılarını bir an gözetimimiz ve kontrolümüzden uzak tutmamalıyız. Çünkü ahmak; iyi yapıyorum zannıyla düşmana yardım ve yataklık ederek her şeyi berbat eder.
Tarih akmakta olan bir nehir gibidir. Onun gücü ve debisini kontrol edebilen ve yönlendirebilen milletler istedikleri zaman nehrin yatağını, yön ve istikametini de istedikleri yöne değiştirip tarihe şekil vererek tarih yazar, çağ açıp kapayabilirler.
Dünya mazlumlarının ve milletimizin bizden beklentisi budur. Tarihin akışını değiştirmek, tarih yazmak ve tarihi insanlığın ortak tarlası ve esenlik coğrafyası olarak insanın hizmetine sunmak.
Arif Altunbaş, haber 7