Yani, der ki: İnsanın ulaşacağı en yüksek mertebe ne ise o insan işte o mertebede iken düşer ve öyle bir düşer ki bir daha da çıkamaz.
Şöyle:
İnsan, doğru yürümek için, her zaman kendini “mihenk”e vurur. Mihenk ise “Şeriat”tir. İnsan, hangi işe niyet ederse etsin, işleyişini mihenk ne diyorsa ona göre yapar. “Doğru yaptım mı?” diye sorduğunda da kendisini “mihenk” ile tartar.
Böylece…Hayatını ve hayattaki görevlerini mihenke vura vura yaşanan bu hayatta kişinin makamı yükseldikçe yükselir. Yükseldikçe daha iyi görür.
Daha iyi gördükçe de her şeyi görür olur. O kadar net görür ki, gördüğünü,artık mihenke vurmaz olur. Çünkü, çıplak gözle görünen şey, var mı yok mu yalan mı gerçek mi diye sorgulanmaz. Nitekim, gördüğümüz ağacın varlığını ve yokluğunu sorgulamayız.
Böylece, kişide “emniyet” oluşur. Bu emniyet, mihenk diye bir şey bırakmaz.
Şeytan da işte bu aşamada devreye girer: Gözlerinin önünde öyle sahneler meydana getirir ki: Aklı şaşar.
Bakar ki, hakikat diye bildiği her şey yalanmış: Yalan diye bildiği her şey de hakikatmiş. Cennettekileri cehennemde, cehennemdekileri de bizzat gözleriyle görürki cennetteler. Gözleriyle gördüğü ve gördüğü şeylerin de şimdiye kadar onu yanıltmadığını bildiği ve buna alıştığı için: Mihenk diye bir şey de artık aklına gelmez ve o gördüklerini mutlak hakikat sanır.
Bu “paralel” meselesi de öyle oldu.
Doğru başladılar. Doğru yürüdüler. Bir yere kadar hep mihenk ile yürüdüler.
Sonra: En mükemmel oldukları gün: Kendileri “her şey” oldular.
Kendilerini sorgulamaz oldular. Üstelik de sorgulanmayı da kabul etmediler. Çünkü, mihenksiz olmak yolları oldu. Kendileri mihenk oldular.
Muhyiddin Arabi… Bu hal için der ki:
-Öyle bir düşer ki, cehennemden bir daha da çıkamaz.
Ve çıkamıyorlar.
Fetullah Gülen, “Hata yapmış olabiliriz” diyor ve fakat, sözüne kulak veren yok. Çünkü, o derinlikten söylenen sözün kıymeti yok ve zamanı da geçti.
Kıyamet koptu. Zaman, ne sabır zamanı ne tövbe zamanı…. Zaman, Sırat ve Mizan zamanı.