Biz genç kuşak olarak yaşamadık, görmedik eski Türkiyeyi. Türkiye’nin en karanlık yıllarını yaşadığı yıllarda bizler daha çocuktuk. Olup bitenleri idrak etmekten uzaktık.
Bütün garabetlerin, karanlık yılların yaşandığı yıllarda sokakta oyun oynuyorduk.
Haklı olarak 90’lı yılların sonlarına doğru doğanlar günün siyasetini anlamakta zorluk çekebiliyorlar. Şekil A’da göründüğü gibi: BEN… Bu da o dönemleri idrakten uzak olmamızdan kaynaklanıyor. Ama kendimden örnek verecek olursam, o dönemleri araştırıyor, bu dönemle karşılaştırıyor ve daha iyi anlayabiliyorum verilen mücadeleyi…
Gerçekten nasıl olunur da daha aradan yirmi sene geçmeden bu devlet ABD’ye, İngiltere’ye, Fransa’ya, Almanya’ya vs. vs. kafa tutabilirdi? Bu, devletin başındakilerin yerli, milli, kumaşının Anadolu tezgahlarında dokunmuş olmasıyla ilgiliydi.
Bunu anlamak için biraz geriye gidelim ve günümüze gelerek bir kıyaslama yapalım. Bu kıyaslamayı yaparken de dönem farkını gözden kaçırmayalım… Burada kıyaslayacağımız nokta 1950’li yıllardan itibaren NATO’nun hakim olduğu TSK ile özellikle 15 Temmuz’dan sonra NATO askerlerinin TSK’dan tasfiye edilmesi sonucu millileşen TSK olacak…
1950 seçimlerinde Adnan Menderes’li Demokrat Partisi gizli oy açık tasnif seçim sisteminin uygulandığı ilk seçimde büyük farkla iktidar olmuştu. Tabi bu birilerini rahatsız etti. Emperyal düzenin hamisi Amerika hemen olaya NATO (Kuruluş: 1952) eliyle el koymuştu.
Açıktan değil gizliden tabi. NATO yanlısı generaller TSK’ya yerleştirildi ve ülkede darbeler dönemi başlamış oldu. Bu düzenin ilk indirmek istedikleri de Adnan Menderes ve arkadaşlarıydı.
12 Mart 1971’de Askeriye tarafından Demirel Hükümetine nota verildi ve Demirel Hükümeti istifa ederek yerine CHP’den Nihat Erim Başbakan olarak Hükümeti kurdu. Gerekçe ise uzun zamandan beri devam eden Polis-üniversite öğrencileri arasındaki çatışmalardı…
Tabi terör bitmemişti ülkede. Aynı zamanda 71 Muhtırası amacına ulaşamamıştı. Her şeye rağmen terörün önüne geçilemiyordu. 1972’de Deniz Gezmiş gibi devrimcilerin idam edilmesi üzerine kargaşa daha da artmıştı.
Ülkede bir sağ-sol çatışması almış başını gidiyordu. Bir solcu genç öldürülüyor cebinden 5 kuruş çıkıyordu, bir sağcı genç öldürülüyor otopside üç gündür yemek yemediği ortaya çıkıyordu. Bir fitnenin fitili ateşleniyor, ülke başka bir terör evresine geçiyordu…
1980 yılının ortalarında Nihat Erim’in suikasta uğraması olayı daha da alevlendirdi ve darbeye giden süreç hızlandırılmış oldu. Sonuçta da 12 Eylül 1980’de Genelkurmay Başkanı Evren tarafından ihtilal bildirgesi okundu ve ülkedeki bütün siyasi partiler kapatıldı, 61 Anayasası uygulamadan kaldırıldı ve 82 Anayasası yürürlüğe konuldu…
Devam edecek…
Selam ve dua ile…
İBRAHİM YAVUZ