Mart ayı yakın tarihimizde önemli olayların yaşandığı bir aydır. Bunlardan bir tanesi de Halifeliğin kaldırılmasıdır. 3 Mart 1924’te çıkartılan bir kanunla Halifelik kurumu kaldırılmıştır. Dört yüz yılı aşkın bir zaman Osmanlı hanedanının temsil ettiği İslam Ümmetinin Halifeliği görevi böylece sonlandırılmıştır.
Halifelik makamının kaldırılması ile alakalı olarak birçok gerekçe ileri sürülmüştür. Kanunun mecliste görüşülmesi sırasında yaşanan tartışmalar, tehditler bu meselenin sıradan bir kanun çıkartmak olmadığını, milletin yararına bir işin yapılmadığını göstermektedir. Dışarıdan uzanan bir el bu işi metazori yaptırmış gibi bir durum görülmektedir. Bu mesele ile alâkalı olarak Kurtuluş Savaşı yıllarında yayınladığı fetvalarla dikkat çeken Ankara Müftülüğü ve daha sonra Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış olan Rıfat Börekçi’nin hatıraları önemlidir.
Halifeliğin kaldırılması ile alakalı olarak ileri sürülen gerekçelerin tamamı konjonktüreldir. Bir kurum, bir eşya gözden çıkartılmış ise önce kötülenir, aşağılanır sonra da kaldırılır atılır. Evdeki eşyalar gibidir. Atılacaksa önce psikolojik olarak zihinler eşyanın işlevselliğini yitirdiğine inandırılır. Bu sosyolojinin bir yasasıdır. Bunun yanında bir de hakikatin yasası vardır. “Eski eski olduğu için atılmaz, yeni de yeni olduğu için alınmaz. Eski işlevini yitirmiş ise atılır, yeni ihtiyaç ise alınır.”
Halifelik makamının etkisini Birinci Dünya Savaşı’nda gördük. Çanakkale’deki şehitlikler gezildiğinde mezar taşlarındaki coğrafya isimleri Halifeliğin etkisini göstermektedir. O coğrafyaların isimlerini bilmeyenler, haritalardaki yerini gösteremeyenler Halifelik makamının hiçbir işe yaramadığı yalanını pekâlâ ortaya atabilmektedirler. Hicaz Demiryolu, Bağdat Demiryolu Halifelik makamının eseri değil midir? Kurtuluş Savaşı yıllarında Hindistan’dan, Afganistan’dan, Pakistan’dan gelen yardımlar laikliğin etkisiyle mi yoksa Halifenin ülkesi tehdit altındadır düşüncesiyle mi geldi? Bunları doğru okumak ve doğru anlamak gerekmektedir. Yok şöyle oldu, yok böyle oldu tartışmalarına girerek bu meseleyi hakaret boyutuna getirmemek, bugünümüze ve ileriye bakmak gerekmektedir. Aksi halde bu tartışmaların bizi getireceği noktanın günümüze ve geleceğimize hiçbir faydası olmayacaktır. Ötekileştirme hastalığının depreşmesine katkının ötesi söz konusu değildir. Halifeliği kaldıranlara söverek, kaldırılan makama söverek hiçbir yere varılmadığı artık görülmelidir.
Halifelik kurumunun hukuken kaldırılmış olması fiiliyatta aynı etkiyi göstermemiştir. Osmanlı bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Halifeliğin etkin olduğu coğrafyalarda yine sevilmekte ve el üstünde tutulmaktadır. Ümmet coğrafyasından hacca gidenler Mekke ve Medine’de karşılaştıkları Türklerle Halifeye selam göndermekteydiler. Bu selamlar bugün o coğrafyaların insanları tarafından Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Reisine aynı sevgiyle ve saygıyla yine gönderilmektedir. O günlerde ümmetin anası konumunda olan Osmanlı vardı. Şimdi ise Osmanlının bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti var ve ana olma sorumluluğunu yine yerine getirmektedir. Mazlum ve mağdur coğrafyaların ümidi olmak bu millet için bir şereftir. Hukuken olmasa bile fiiliyattaki durum ümmet coğrafyasının bu ülkeye ve Reisine bakışı Halifeye ve ülkesine bakışı gibidir.
Türkiye’ye Hilafetin merkezi, onun Reisine Halife gözüyle bakan ümmet coğrafyamızın bir parçası olan Senegal’den yükselen bir sese kulak verelim, buram buram ümmetin kardeşliği kokan satırlara bir göz atalım. İşte Senegalli alim Abdullah Osman Ba’nın Türkiye ve onun Reisi için kaleme aldığı satırlar.
“YAŞASIN ERDOĞAN, YAŞASIN TÜRKİYE”
“Yaşasın Erdoğan ve o Türkiye ki İslam ve Müslümanlara nokta-i istinat…
Ey Erdoğan! Ey asil Adam! Bıkmadan, usanmadan bu ümmete oldun imdad.
Seninle İslam’ın bayrağı ve biz cihanda dalga dalga yükseliyoruz…
Şerefimizi göğe çıkardın, daha da üstüne çıkarmanı istiyoruz.
Devlet-i Aliye-i Osmaniye’nin mirasını yaşatmak sana nasib oldu…
Buna zemin senin dağlar kadar hamiyyetin oldu.
Türk halkı Osmanlıyken yüceydi, sen gelince yine oldu yüce…
Devletinin gündüzüne Batılılar olmak istedi gece.
Rabb’inin merhametiydi veren sana omuz…
Seni tuzaklamak isteyenlere tuzak oldu 15 Temmuz.
Hem cehri, hem hafi ederiz sana dua…
Seni başımızdan eksik etmesin Hüda.
Hiçlik aleminden var eden Allah’a hamd….
Allah seni kılsın peygambere ashap”
Bu coğrafyalardan, bu insanlardan Türkiye için yapılan duaları, Türkiye sevgisini, bayrağımıza olan sevgiyi ve hürmeti görmemek, anlamamak, bunlar için sevinmemek kindarlık girdabında debelenmekten başka bir şey değildir. Kin ve nefret üzerine inşa edilen bir tarih anlayışı bizim değildir. O anlayışların bir alıcısı daima vardır. Her malın bir alıcısının bulunacağı gibi.
Ömer Naci YILMAZ