Jeo-stratejik ve jeo-politik olarak dünyanın en kritik bölgelerinden birinde önemli bir konuma sahip olan ülkeyiz. Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasında deniz ve kara yolları ile enerji koridorlarının birleştiği Asya, Afrika, Avrupa arasında da bir köprü görevi görmekteyiz.
Tarih boyu Anadolu, kavimler göçünün yolu, köprüsü ve durağı olmuştur. M.Ö Pers imparatorluğu ile Antik Yunan arasında, Hititlerle Mısırlar, Romalılar ile Asya devletleri arsında Sasaniler, Moğollar, Emeviler, Abbasiler, Selçuklular. Osmanlılar ve Haçlılar arasındaki savaşların sahnesi Anadolu olmuştur. Bu topraklar bugün de hala aynı güçlerin ilgi alanı olmaktan çıkmış değil. Dört bir yanımız düşman devlet ve komşular ile çevrili ise bu toprakların önemindendir.
Komşularımızın bize karşı olan düşmanca tutumları veya dostlukları dinimizden, köklü tarihi geçmişimizden, coğrafya üstünlüğümüzden veya stratejik Anadolu topraklarına sahip olduğumuzdan dolayıdır. Bu topraklar Balkanlardan Kafkaslara, Akdeniz’den Karadeniz’e Ortadoğu’dan Avrupa’ya, gidip gelen yolların kavşağı konumunda. Yani, Türkiye’ye sahip olmak bu yollara ve coğrafyalara hâkim olmak, rakip ve düşmanlarımızdan birkaç defa üstün konumda olmak demektir.
Anadolu ve Trakya toprakları, İstanbul ve Çanakkale Boğazı, Balkanlar ve Kafkaslar, Basra Körfezi, Kızıl deniz ve Süveyş Kanalı Rusya, Amerika, Asya, İngiltere, Fransa gibi emperyalist devletlerin kontrol altına almak istedikleri stratejik yerlerdir. Bu bölgelerdeki savaşların altında buralara sahip olma ideal ve hırsı yatar.
M.Ö.1274 ‘te Hititlerle yeni Mısır Krallığı arasındaki ticaret yollarını ele geçirme mücadelesi olan Kadeş savaşı, Antik Yunan ile Anadolu Yunanlıları arasında (M.Ö. 1184) meydana gelen güç ve otorite savaşı olan Truva savaşlarıı, Persliler ile eski Yunanlılar arasında (M.Ö.478-499) yıllarca süren işgal, istila ve hegemonya savaşları bu gün de aynı hırs, aynı kin, aynı iştah, aynı yıkıcılığı ve yakıcılığı ile devam ederek tarih tekrar ediyor .
İnsan yine aynı eski zalim ve cahil insan. Gücü elde edenlerin hırs ve kibri aynı, vahşet ve barbarlık aynı, insanın güce ve güçlüye tapınması, ona boyun eğmesi aynen tarih öncesinde olduğu gibi. İnsan aynı hırslı insan, nefis aynı doymayan nefis, güce ve dünyalıklara tapınma aynı. Vahşet ve barbarlık anlamında eski insanlar çağdaş insan arasında bir fark yok. Farklı olan ve görünen sadece kullanılan malzemeler ve oynan roller. İskender ve Roma aynı. Sezar ve Brütüs aynı. Roma’ lı ve Kartaca’lı, Haçlı ve Hilal savaşları aynen devam ediyor.
Bizim yurdumuz ve coğrafyamız tarih boyu güç çekişmelerinin, stratejik bölgeleri ele geçirme mücadelesinin, üstünlük elde etme ve üstün olma meydan okumalarının savaş meydanı olmuştur. Bu kanlı ve kirli meydanda dik, canlı, diri ve iri olmak, güçlü ve kuvvetli olmak bizim varlık sebebimiz, ayakta ve hayatta kalabilme şartımızdır.
Bugün Irakta, Suriye’de, Karabağ’da, Kıbrıs’ta, Karadeniz’de, Ege Akdeniz, Karadeniz, Kızıldeniz ve Hint Okyanusunda Asya, Afrika ve Avrupa’da güçlü olmamız bu topraklarda bize hayat hakkı tanır. Buralardaki gücümüz Anadolu’da ve coğrafyamızda önemimizi ve gücümüzü artırtıyor.
Ağızlarından salyaları akan İngiliz canavarı, Fransız çakalı, İtalyan tilkisi, Rus ayısı, Amerikan canisi, İsrail vampirinin saldırı, düşmanlık, sinsi hesapları ve bölgemizi kan gölüne çevirmeleri Türkiye’nin Osmanlı gibi güçlü olamayışındandır. Bu katil ve cani, rakip ve düşman komşularımızla münasebetlerimizi barışçıl ortam ve yollarla sürdürürken ülkemizi her türlü tehlikelerden uzak tutmak büyümemizi, gelişmemizi, güçlenmemizi ve kuvvetlenmemizi sekteye uğratmamak zorundayız. Devlet ve millet olarak her zaman barış ve esenlik içinde, ama her an düşmanlarımıza karşı da tetikte ve uyanık olmak zorundayız.
Ne NATO, ne Shangay Birliği, ne AB ve ne de ABD köleliğinin boyunduruğuna girmeden düşmanlar arasında denge politikasını izleyerek, hepsine eşit mesafede olmak Türkiye’nin stratejik çizgisi olmalıdır. Türkiye’nin güçlenmesi ve büyümesinin önünü kesecek her türlü oyundan uzak durmalıyız. Kısaca; savaşı kazanma şansın yüksek değilse; o savaşa girmeyecek, onu uygun olan gelecek zamanlara erteleyeceksin.
Devletlerin dost ve düşmanları değil çıkar ve menfaatleri vardır. Öyle kaypak, kalleş, güvenilmez bir dünyada yaşıyoruz ki, kime güvenip sırtımızı dayasak Brütüs çıkıyor. Öyleyse, kendi özümüzden, kardeşlerimiz ve dostlarımızla kendi birlik ve dayanışma cephemizi güçlendirmek zorundayız.
Nemrutlarla savaşmak için İbrahim, Firavunlarla savaşmak için Musa, Kâfir ve münafıklarla baş etmek için Hz. Muhammed gibi imanlı ve korkusuz, inançlı ve savaşçı olmak durumundayız. Devletin, milletin ve ümmetin hayati meseleleri savsaklamaya ve ertelenmeye gelmez.