Türkiye’de yerlilik ve millilik tartışması bugünün meselesi değildir. 1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı’yla başlayan tartışmalar, 1856’da ilan edilen Islahat Fermanı ile farklı bir boyut kazanmış, İttihat ve Terakki’nin kurulması ile birlikte Batı adına tam yol alınmıştır. Böylelikle Batı, artık Osmanlı topraklarında kurumsal manada yeni bir muhatap ve aynı zamanda yeni bir emir eri bulmuştur. İttihatçılar Batı’yı rahatsız edecek hiçbir eyleme girişmedikleri gibi yaptıklarıyla alakalı olarak tüm talimatları da onlardan almışlardır. Üniversite yıllarında Osmanlı Yenileşme Hareketleri dersimizde hocamız, Prens Sabahattin’i ve düşüncelerini anlata anlata bitiremiyordu. Adamın sevimliliği ve önemi yerli ve milli oluşundan değil, ağababalarına olan sadakatinden geliyordu. Zaten bizde tarih devlerin cüce, cücelerin dev gösterilmesi mizanseni değil midir? Ne üniversitelerde okutulan, ne de liselerde okutulan tarih gerçek tarih değil, kurgulanmış tarihtir. En önemli ders bu şekilde sunulunca sonuçlar istenilen gibi olmuyor. Tarih çoğu zaman acıtır; ancak acıtsa da doğrular bir gün nasıl olsa açığa çıkacaktır. Çünkü uzun süre saklanma özelliği yoktur.
İttihatçı gelenek ve bugünkü takipçileri genelde Batı’yı özelde İngiltere’yi rahatsız edecek hiçbir adımı atmamıştır. Kurtuluş Savaşı’nda Yunan’ı denize döktük, sonrasında Mudanya Mütarekesi’ni/ateşkesini İngiltere ile yaptık. Lozan Antlaşması’nda savaşmadığımız İngiltere’nin dalaverelerine boyun eğdik. Bugün Orta Doğu’da yaşadığımız sorunların temelinde Lozan’la başlayan ve Ankara Antlaşması ile devam eden ezilmişliğin kabullenilmemesi yatmaktadır.
Lozan sonrasında idarede ve siyasette yaşanan gelişmelerin tamamı İngiliz onaylıdır. Onları rahatsız edecek hiçbir gelişme bu topraklarda yaşanmamıştır. İngiliz Kralları bu ülkede sanki Osmanlı’yı onlar yıkmamış gibi, sanki Orta Doğu’yu onlar elimizden almamış gibi, sanki Paris Barış Konferansı’nda ülkemizin işgal ile paylaşılması kararını onlar vermemiş gibi en büyük ilgiyle karşılanmıştır. O günlerin gazete başlıklarının ortak manşeti: “Hasretle beklenen misafirimize kavuştuk.” olmuştur. İstiklal Savaşı ile birlikte Emperyalizme karşı mücadele eden devletimiz, bunların en sevimli dostu haline gelmiştir. Onları üzecek, rahatsız edecek hiçbir adım atılmamış, yapılanların tamamı onay almıştır. Hatırlayalım Cumhurbaşkanlığı sistemi ile ilgili referandumda Batı taraf olmuş, Türkiye’nin bu sisteme geçmesine şiddetle karşı çıkmış, bu mesele Avrupa’nın en önemli sorunu haline gelmişti. Aynı Batı; hukuk sistemimizi kendilerinden almamıza, Medeni Kanunu İsviçre’den almamıza, kendilerinin kullandığı fötr şapkayı almamıza, Latin alfabesine geçişimize, halifeliği kaldırışımıza pek memnun olmuşlardı. İslam dünyasına ve Müslümanlara sırt dönmemiz, Afrika’yı unutur olmamız onları ziyadesiyle memnun etmişti. Böyle bir Türkiye onlar için olmazsa olmaz idi. Fransa’nın bir önceki başkanı Holand’ın dediği gibi: “Tayyip Erdoğan’dan önce ne güzel bir Türkiye vardı, ne diyorsak yapıyorlardı, oysa şimdi sorunlar yaşıyoruz.” Öyle artık emir erleri bir Türkiye yok, zincirlerini, prangalarını kıran bir Türkiye var. Bütün bunlar bir takım sancıların yaşanmasına yol açmaktadır. Küçük çocuklarda büyümekten kaynaklanan ağrıların olması gibi Türkiye’miz de gelişmekten, büyümekten ve güçlenmekten kaynaklanan bir takım ağrılar yaşamaktadır. Bizim İttihatçı geleneğin temsilcileri ve hürmetle eğildikleri ülkeler de buna alışacaktır.
Türkiye’nin ezikleri dün İngiltere’ye övgüler dizerken bugün aynı övgüler Amerika’ya dizilmektedir. Amerika’yı sevdiklerinden değil, Amerikasız bir darbe yapıp Erdoğan’ı deviremeyeceklerini bildiklerindendir. Fetö hain kalkışmasına tiyatro demeleri de bundandır. Duş alıp traş olacaksın, beyaz gömleği giyip, lacivert takım elbiseyi çekeceksin, televizyonun başına geçip gelişmeleri takip edip gelecek olan telefonu bekleyeceksin. Sabah saatlerinde askerlerin teslim olduğunu görünce de “Kahretsin yine olmadı!” deyip beceremeyenlere kaptıracaksın, ondan sonra da bu bir tiyatrodur diyeceksin. Hakikaten senin televizyon başındaki beklemeyle başlayan rolün bir tiyatroydu ama gerisini oynatamadılar. Senin rolün sabaha kadar televizyonun başında ABD’den gelecek olan telefonu beklemekti. Ve bu rolü hakkıyla da oynadın.
15 Temmuz darbe girişiminden sonra yaşananlara ve bu zihniyetin yaptıklarına baktığımızda dün İngilizler olmadan bir şeyler yapılamaz diyenler, bugün ABD’siz bir şey yapılamaz anlayışına evirildikleri için ABD’ci oldular. Adam Venezüella’da darbe yapıyor, seçilmiş ve güçlü liderlere tahammül etmediğini açıkça ilan ediyor, bizim İttihatçı gelenekçilerden ses çıkmıyor. ABD adına darbe yapan hainleri koluna takıp onlara adalet isteyebiliyor. Bu nasıl bir millilik, bu nasıl bir yerlilik, bu nasıl bir solculuktur? Amerika’yı takmayan Ecevit, Afyon ekimine geçmişti. Bunlar o günlerde partide olsaydılar demek ki Ecevit’e de bir kaset komplosu kurup partiden atacaklardı. Sorsan yerli ve milliler, tabi yersen…
Dün İngilizler adına yönetilen Türkiye’yi geri alan bir Reis varken, ABD’ye eklemlenmek istenen Türkiye’yi geri almak için canla başla mücadele eden Reis varken, Reis’in yanında olmak varken; hani soğan, hani sarımsak diyen Yahudiler gibi mi olalım?
Ömer Naci YILMAZ